Gündemin koşturmacası içinde, geçen hafta iki gelişme üzerinde yeterince durulmamış olabilir. Biri, MİT’in daha önce TBMM Darbeleri Araştırma Komisyonu’na gönderdiği, komisyon üyelerince bilinen ve geçen hafta Malatya Davası duruşmasına gönderilen Seferberlik Tetkik Kurulu ve Özel Harp Dairesi hakkındaki rapor; diğeri de, şu meşhur Kozmik Oda incelemesinden çıkan bilgiler. MİT Raporu ile başlayalım.
Bu rapor, MİT’e gelen ihbar mektuplarından oluşuyor. MİT, TBMM Darbeleri Araştırma Komisyonu’nun kendisinden belge istemesi üzerine, bunları hiçbir yorumda bulunmadan (bir anlamda, doğruluğunu garanti etmeden) göndermiş. Rapor geçen hafta Malatya 3. Ağır Ceza Mahkemesi’nde görülen Zirve Yayınevi Davası duruşmasına da ulaştı. 290 sayfadan oluşan rapor/mektupların 2007 ve 2008’de Özel Kuvvetler Komutanlığı üyelerince gönderildiği anlaşılıyor.
Mektupların bir kısmı daha önce de gazetelerde haber olmuştu ama bazı bilgiler yeni aleniyet kazandı. Kabaca bakalım. Raporda yer alan ihbar mektuplarından birinde, Rahip Santoro, Hrant Dink ve Malatya Zirve Yayınevi cinayetlerinin Seferberlik Tetkik Kurulu Başkanlığı tarafından planlandığı söyleniyor. Aynı mektupta, STK’ya bağlı Siyah ve Beyaz kuvvetlerin Türkiye genelinde 2500’e yakın mensubunun bulunduğu belirtiliyor. İhbar mektubunda ayrıca sivil kişilerden seçilen Turuncu ve Yeşil kuvvetlerin de bulunduğu söyleniyor.
‘Siyah Kuvvetler’ ve ‘Beyaz Kuvvetler’ listelerinde Türkiye genelinde teşkilatlandırılmış kontrgerilla elemanlarının özel bilgileri var. Buralara seçilen vatandaşlarla irtibatın ‘ömür boyu’ sürdüğünün kaydedildiği rapora, suça bulaşan ve disiplinsizlik yapanların turuncu listeye alındığı notu da düşülmüş. (Taraf, 6 Mart 2013)
Bir diğer mektupta ise Seferberlik Tetkik Kurulu’nun Hatay’daki yurttaşları ‘Kurtarılacak Önemli Kişiler’, ‘Kuvvetli ve Nüfuzlu Şahıslar’ ile ‘Şüpheli ve Zararlı Şahıslar’ başlıkları altında tasnif ettiği ve fişlediği görülüyor. İlk grupta eski milletvekilleri, belediye başkanları, sanayiciler, çiftçiler ve tüccarlar var. İsimlerin karşısında “Bölgede saygın bir şahsiyettir. Mukavemete bölge dışından daha faydalı olur” deniyor.
İkinci grupta kimi milletvekilleri ve aileleri, MHP’liler, DYP’liler, belediye başkanları, emniyet müdürleri, kimi bürokratlar, akademisyenler, okul müdürleri, esnaf ve iş adamları var. Bazı isimlerin karşısında “Sağlam, güvenilir, devletine ve milletine bağlı milliyetçidir. Çevresini müspet yönde etkiler” deniyor. Bazıları için de “Aktif ve pasif mukavemet yaparak Gnh. (Gayri Nizami Harp) harekâtını olumlu yönde etkileyebilirler. Türk’tür.” ifadesi yer alıyor.
Üçüncü listede ise yörenin Alevi ve Hıristiyan önderleri ve ruhani liderleri, ÖDP’liler, kapatılan HADEP’in üyeleri, İHD’liler, belediye başkanları, akademisyenler, gazeteciler, işadamları ve çiftçilerden oluşan 123 kişinin adı var. Bu kişiler için “Alevi sol her türlü yasadışı işle irtibatı vardır”, “Suriye sempatizanı”, “Kürt asıllı bölücü”, “Aşırı sol” ifadeleri geçiyor. (Radikal, 6 Mart 2013)
MİT’e gelen ihbar mektuplarından oluşan raporun en önemli kısımları bunlar. Dink, Santoro ve Malatya katliamları burada da karşımıza çıktı. Keza, mektuplarda AKP hükümetini zor durumda bırakmak için girişilecek eylemler de var. Bunların bir kısmına ihtiyatla yaklaşmak gerekebilir, ancak “Bu eylemlerde ileriyi göremeyen heyecanlı milliyetçi gençler kullanılabilir” şeklindeki ifadeler, yabana atılmamalı. Son dönemlerdeki reaksiyoner gösteriler bu profile fazlasıyla uyuyor. Keza, aynı mektuptaki, Siyah Kuvvetler’e korsan ülkü ocakları kurdurulması ve gençlerin bu şekilde yönlendirilmesi de bir kenara not edilmeli. Bunlar 2007-2008 döneminden mektuplar ama bilhassa Hatay’la ilgili bölümlerin ciddiye alınması gerektiğini anlayabiliyoruz. Hem gelen mektuplarda, hem de fişlemelerde gördüğümüz bilgiler hayli detaylı. Bilhassa Aleviler ve Hıristiyanlar hakkında özel bir çalışma yapıldığı açık. Dolayısıyla Hatay’daki bu fişleme ve örgütlenme faaliyetinin ne olduğunu, hâlâ sürüp sürmediğini öğrenmek hakkımız. En önemlisi, Hatay’ın yanı sıra hangi kentlerde bu tip faaliyetler gerçekleştirilmiştir, bu faaliyetler hâlâ sürmekte midir ve bu listeler şu an kimlerdedir? Bu soruların muhatabı, elbette siyasi otorite.
Gelelim ikinci gelişmeye. Geçen hafta gözümüzü çevirdiğimiz başka bir yerde de benzer bir tabloyla karşılaştık. Başbakan Yardımcısı Bülent Arınç’a suikast iddiasıyla başlayan soruşturmada girilen ‘Kozmik Oda’dan çuvallar dolusu evrak ve 38 klasör belge çıktığı yazıldı. Radikal’in haberine göre belgeleri inceleyen Cumhuriyet Savcısı Mustafa Bilgili, dava açmaya hazırlanıyor ve bu dava Arınç’a suikast iddiasıyla sınırlı olmayacak. 6-7 Eylül olaylarından 1 Mayıs’a, Çorum, Sivas olaylarından faili meçhuller ve Hrant Dink cinayetine kadar pek çok vakayı da kapsayacak. Zira aramalarda ‘azınlıklar’a ilişkin belge ve bilgilere rastlanmış.
Devlet içinde süren müthiş bir hesaplaşma var. Ve bitmedi, sürüyor. Bunu biliyoruz. Dolayısıyla, elimize geçen, duyduğumuz, gördüğümüz belgelere ihtiyatla yaklaşsak bile, ortaya çıkanlar devletin esasen kendi toplumuna karşı örgütlendiğini, Hıristiyanlar, Aleviler, Kürtler, solcular için apayrı bir örgütlenmeye gittiğini bir kez daha apaçık gösteriyor. Devletin, dışarıya ‘medeniyetler beşiği’ olarak sunduğu Hatay’da bile, perde gerisinde ne tür faaliyetler yürüttüğünü gördük. Bu, aslında tüm Türkiye için geçerli. Hangi dosyayı açsak, altından kontrgerilla, azınlıklar dosyaları/operasyonları ve devletin o bitmeyen paranoyası çıkıyor. Ve devletin bu refleksiyle hâlâ yüzleşebilmiş değiliz.