Zaytung muhabiri bildiriyor: “İki Türk F-16 jeti, kışı geçirmek üzere Kafkasya’dan Habeşistan’a gitmekte olan, Hacı Laklak yönetimindeki bir uçağı Adana havaalanına inişe zorladı. İnceleme sürüyor.” Korkarım, Zaytung adına yaptığım bu zevzekliğin bir versiyonunu bu gidişle yaşayabiliriz.
‘Küçük Amerika’ terimi, Celal Bayar tarafından 1957 seçimlerinde telaffuz edilmiş ve 1960 sonrasında solcu literatürün başlıca tepki konularından biri olmuştu. Tam Küçük Amerika olamasak bile, Büyük İsrail olmaya gidiyoruz. Suriye’ye silah taşıyor diye önce Rusya’dan kalkan Suriye uçağını, sonra da Ermenistan uçağını inişe zorladık. Birincisinden radar ekipmanı ve haberleşme malzemesi çıktı. ABD Dışişleri Bakanlığı Sözcüsü Nuland bile bunun yasal olduğunu söyledi (Taraf, 14.10.2012). İkincisinden de ayçiçeği yağı, pirinç, şeker.
Ermenistan’ınki önemli değil, çünkü zaten ilişkiler sıfırın altında. Suriye uçağı da önemli değil çünkü Rusya Dışişleri Bakanı Lavrov bunun Türk-Rus ilişkilerini etkilemeyeceğini söyledi (Radikal, 15.10.2012) ve böylece Sinop’taki ikinci nükleer santral ihalesini çantasına attı. Ama önemli şeyler var:
1) Suriye konusunda ne istedikse, ne dedikse tersi oldu. Esad düşecek dedik, iki yıldır düşüyor. Tampon Bölge dedik, önce ABD Genelkurmay Başkanı Dempsey, ardından ABD Dışişleri danışmanlarından Prof. Henri Barkey geldi, “ABD buna katiyen kalkışmaz, Türkiye’nin de tecrübesi ve gücü yetmez” dedi, bitirdi (E. Gen. A. Kuloğlu’ndan milli cevap: “Barkey halt etmiş. Türk ordusunun tecrübesi ondan sorulmuyor.”) NATO dedik, Rasmussen “Türkiye'yi korumak için tüm planlar hazır” deyip baklayı çıkardı: “Suriye'de doğru çıkış yolu siyasi çözümden geçiyor.” (Radikal, 09.10.2012)
2) Bu iş zora gidiyor. Bakılacak mülteci sayısı yüz bini aştı, arkası da sınıra yığılmış vaziyette. Yapılan ve yapılacak inanılmaz masrafı G. Uras’tan okuyun (Milliyet, 17.10.2012). Kurulan kampların Van depremindekilere göre bin kere daha konforlu olduğu dillerde. Bazı mültecilerin askerî eğitim aldığı ve Suriye’ye her gün gidip, çarpışıp, döndüğü söyleniyor. Suriye’ye (ve daha güneydeki Araplara) karayolu ihracatı durdu. Adamlar hava sahalarını da kapattılar. Bizim güneydoğu illeri homurdanıyor. PKK işi yine ayrı.
Zor kullanarak bu işi ne kadar götürürüz bilemem. Ama galiba şunu bilirim ki kendimizi Orta Doğu hegemonu ilan ettik, tezkereyi de çıkarttık, şimdi racon icabı karşı tarafı ‘çizmeden’ (argoda, hafifçe yaralamadan) kınına sokmak zor. Racon için uçak indirip duruyoruz gibi bir hava doğdu maalesef.
Kötü, iyi ve berbat
3) Daha öncesinde çok canciğer kuzu sarması olduğumuzdan değil ama, Cumhuriyet kurulunca Türkiye Orta Doğu’ya sürekli elektrik şoku verdi. Hele, bölgenin eşiği Suriye’ye. Bir hatırlayın: 1924 Halifeliğin kaldırılması ve laiklik; 1930 İran’da K. Ağrı işgali; 1939 Hatay’ı Suriye’den alma; 1949 İsrail’i tanıma; 1952 NATO; 1955 Bağdat Paktı; 1955 Bandung Konferansındaki tutum; 1955, 57 ve 58 Cezayir’in bağımsızlığına karşı çıkış; 1957 Suriye’yi tehdit; 1959 CENTO; 1974 Kıbrıs çıkartması ve sonra işgali; 1983’ten bugüne Irak’a askeri operasyonlar; 1998 Suriye’ye Öcalan tehdidi.
AKP bu olumsuzlukları büyük ölçüde bitirdi. Çünkü ‘Komşularla Sıfır Sorun’ ile ‘Yumuşak Güç’ devreye girmişti: Ekonomik ilişkiler, Türk okulları, karşılıklı vize anlaşmaları, öğrenci bursları, 2008’de bütçesi on katına çıkarılan TİKA yardımları, toplam sayıları 26’ya ulaşan Yunus Emre Türk Kültür Merkezleri. TV dizileriyle taşınan Türkiye popüler kültürü. Hepsinden de önemlisi, ‘ailecek tatil’ler. Şimdi, sadece İsrail’e karşı olmadığı artık anlaşılan ‘Sert Güç’, eski dönemleri aratır vaziyette; Suriye’ye lider tayin ediyoruz artık (Faruk El Şara).
4) Suriye ordusunun Türkiye’ye havan topu atması için mazoşist olması lazım. Bu silahın hedef tutturma olasılığının zayıflığı bir yana, ya bunları Hür Suriye Ordusu atıyorsa? Bu tür işler ancak çok sonra, ‘pabuçları giyerkene’ belli olur. 6-7 Eylül’ün bir Derin Devlet operasyonu olduğunu 1955’te mi öğrendikti?
5) Ama bu Suriye meselesinin esas belası, Avrupa’dan daha da uzaklaşmak. Son bir hafta içinde TBMM Anayasa Komisyonu başkanı olan profesör, AB İlerleme Raporu’nu TV kameraları önünde çöpe attı, ekonomi bakanımız da “AB dünyanın en riyakâr kuruluşudur” dedi. Bir de, “Batı artık dünyanın tek merkezi değildir” cümlesini söyleyen iki kişi olabilir: a) 1960-70’lerde bir solcu militan; b) Kendine aşırı bir özgüven sonucu Ortadoğu’nun liderliği için AB’yi unutan biri. Başbakan Erdoğan’ın birincisi olmadığı kesin.
Bu AKP’yi niye desteklediniz?
Almanya’daki oğlumuz Burak’ın Essen’de düzenlediği toplantıda konuşmamı bitirdim, yukarıdaki başlık sorulardan biri olarak geldi. Ezop’tan esinlendiği anlaşılan bir tarihsel fıkra anlatmak gerekti. Padişah dalkavuğunu çağırmış, bana dünyanın en güzel yemeğini söyle demiş, dalkavuk da patlıcan musakka demiş. Başka bir gün çağırmış, dünyanın en berbat yemeğini söyle demiş, dalkavuk yine patlıcan musakka demiş. Fırçayı yiyince, izah etmiş: “Padişahım, ben senin dalkavuğunum. Patlıcanın değil.”
Ben de demokrasi ve insan haklarının dalkavuğuyum kardeşim. AKP yine o günlere dönsün, yine destek olayım. Yahu, farkında mısınız, Aliyev’den başka tutunacak dalımız kalmadı ve Aliyev’in de ne dal olduğu malum.