Elime bir mektup ulaştı. 1998’de 7 kişinin ölümüne ve 110 kişinin yaralanmasına yol açan Mısır Çarşısı patlaması davasından Pınar Selek üç kere ‘beraat’ almıştı, mahkeme heyeti değişince de ‘müebbet’. Elimdeki mektup şaibeli şeylerden bahsediyor. Ben sadece özetleyeceğim. Diyor ki, bu patlamada inceleme yapmış biriyle tanıştım, şunları söyledi:
“İnceledik, orada kesinlikle en ufak bir bomba emaresi yoktu. Tüp patlamasıydı ama bunu millete açıklamadılar. Üstünü kapattılar. Çünkü o büfenin sahibi G. Antepliydi ve o dönem tarım bakanı olan kişiyle hemşeriydiler ve yakın irtibatlıydılar. Tüp olduğunun anlaşılması halinde büfe trilyonlarca ceza ödemek zorunda kalacaktı. Bu bakanın araya girmesiyle böyle bir yolda ilerledi dava.” Bunları mektup sahibine anlatan kişi ilave etmiş: “Ben o kadını hiç sevmem, ama mevzunun doğrusu bu.”
Üçgen ilişki
Böylesi siyasi bir davada, böylesi aykırı bir bilgiye kuşkuyla yaklaşmak lazım. Akademisyen olarak benim işim zaten kuşkuculuktan (septisizm) ibaret. Dönemin gazetelerini ve interneti inceledim. Bulgularım, bu mektuptakilerin ötesine geçiyor:
1) Büfenin sahipleri G. Antepli. Barak Ovası mıntıkasındaki Oğuzeli’nden merkeze uzun yıllar önce gelmişler.
2) Dönemin Tarım ve Köyişleri Bakanı G. Antepli. Yani büfe sahipleriyle ‘hemşeri’. Oğuzeli ilçesinde geniş araziler almış, bunları ipotek ederek de kredi. Patlamadan hemen sonra İçişleri Bakanı Murat Başesgioğlu’yla birlikte hastaneye gitmiş. Anteplilerin anlattığına göre, amca çocuklarından biri, büfe sahibi ailenin çocuklarından biriyle evli. Yani Bakan, büfe sahipleriyle ayrıca ‘akraba’.
3) Mektubun bahsetmediği: Patlama tarihinde İstanbul’un çok üst düzey bir emniyet müdürü de G. Antep Oğuzeli’nden. Yani, büfe sahipleriyle ‘hemşeri’.
İlk ifadeler
Büfe sahiplerinin ifadesi: “Tüplerimiz incelendi ve hepsi sağlam çıktı. Biz diyoruz ki buraya bomba konuldu. Bazı gazeteler bizi katil ilan etti, ama erken konuşuyorlar. Henüz kesinleşen bir şey yok. Bizim bir iddiamız var. Patlamadan 10 dakika kadar önce çocuklar bir paket bulmuş. Üstte bisküvi varmış. Sahibi gelir diye büfenin altına koymuşlar... Bizim iddiamız buraya bomba konuldu.' (Milliyet, 12.07.1998)
İçişleri Bakanı Murat Başesgioğlu’nun söyledikleri: 'Uzmanlar, elbise parçalarını laboratuvarlarda inceledi. Şu ana kadar onların şifahen verdikleri bilgiye göre herhangi bir bomba konusunda bulgu yok... Üzerinde yoğunlaşılan şey, gaz kaçağından dolayı yoğunlaşan gazın patlaması neticesi bu infilak meydana geldiği yolundadır” (Milliyet, 12.07.1998).
11.07.1998 tarihli Hürriyet’in yazdığına göre, Başesgioğlu, “patlamanın bombalama, sabotaj veya kundaklama olduğuna dair hiçbir bilgiye rastlanmadığını belirterek” şunları söylemiş: “Yoğunlaşan ihtimal, gaz kaçağı konusudur… Dün ve bugün yapılan incelemelerde bu işin bombalama olduğu yönünde bir bulgu yok.”
Tüp izni yok, ceza var
Hürriyet’teki haberden devam edersek: “İstanbul Büyükşehir Belediyesi İtfaiye Daire Başkanı Sabri Yalım, Mısır Çarşısı'nda meydana gelen patlamanın nedeninin henüz belirlenemediğini söyledi. 1989'da gıda ruhsatı aldığı belirtilen büfenin Eminönü Belediyesi yetkilileri tarafından 7 Nisan 1997'de yapılan denetiminde sağlık koşullarına uygun olmadığı saptanarak 1 milyar 140 milyon lira ceza kesildiği ve tüp bulunmadığı bildirildi. 16 Ekim 1997'deki denetimde de LPG tüpü bulunan büfenin sahibinin yangın tüpü alması, LPG tüpünü kaldırması için uyarıldığı ve 1 milyar 140 milyon lira ceza kesildiği açıklandı.”
Savcının görevi
Tarım ve Hayvancılık Bakanı artık hayatta değil. Ben ne Emniyet Müdürü’yle, ne de büfeciyle konuştum. Üçü arasındaki telefon konuşmaları araştırıldı mı, tespit edildi mi, bunu da bilemiyorum.
Bütün bunları, söz konusu Bakan - Emniyet Müdürü - büfeci üçgenindeki hemşerilik ve akrabalık ilişkileri sonucunda olayın değiştirilerek Pınar Selek’in üzerine yıkıldığını iddia etmek için de yazmıyorum. Sadece, Kürt sorununu araştırmaktan tutuklu olduğu bir sırada böyle bir suçla suçlandığını öğrenen ve üç beraatten sonra müebbet verilen bir genç kadının davasında, çok kafa karıştırıcı bir mektupta yazılanları ve ayrıca yaptığım araştırmaları özetliyorum.
Ben bu kadarını açıklayabiliyorum. Kamuoyuna mal olmuş, bu kadar önemli bir davada en ufak kuşkunun bile giderilmesi ve maddi gerçeğin ortaya çıkarılması, Cumhuriyet Savcısı’nın (ve mahkemelerin) görevidir.