BDP milletvekillerinin Karadeniz gezisi Sinop’taki linç girişimiyle başladı, Samsun’daki linç girişimiyle sona erdi. Sinop’ta izlediğimiz görüntüler ve gün boyu kentten gelen bilgiler, polisin linç meraklısı güruha gayet anlayışlı davrandığını, kuşatmanın saatlerce sürmesine izin verdiğini gösteriyor. Göstericilerin bina bahçesine alınması, en kritik saatlerde polis şefinin “Rica ediyoruz, yardımcı olun” diye yalvarması, bu nezaket karşısında güruhun daha da ateşlenmesi, bir Türkiye rutinine de işaret ediyor: Faşizan - linç meraklısı grupların yerel/resmi otoritelerden daima anlayış görmesi. Gördüğümüz şu: Madımak benzeri bir saldırıya ramak kaldı. Peki, bu vakadan ne gibi sonuçlar çıkarabiliriz?
Öncelikle, bu vaka ile gördük ki, Sinop’ta ve bölgede günlerdir süren bir ‘linç’ hazırlığı vardır. Bu hazırlıklar açık açık, herkesin gözü önünde yapılmıştır. Dolayısıyla Emniyet güçleri muhtemelen o gün ne olacağını gayet iyi biliyordu. Yani ‘resmi’ özelliği de olan bir gözdağı operasyonuyla karşı karşıyayız. Kent merkezine civar illerden minibüslerle gösterici getirildiği yönündeki iddialar da, yerel düzeyde ‘operasyonel’ bir girişim yaşandığını düşündürtüyor. Özetle, taşrada resmi görünümlü operasyonel milliyetçiliğin gücünü koruduğu, devletin tepelerindeki hava her ne olursa olsun –Trabzon’da, Malatya’da yaşadığımız– mikro ölçekte milliyetçi/reaksiyoner genç güruhlarla ‘resmi’ makamlar arasında, bir ‘halden anlama’ havasının her daim geçerli olduğu görülüyor. Bu durum, en azından İçişleri Bakanlığı’nı da bu tablonun ‘bileşeni’ yapıyor.
Karadeniz bölgesindeki, bilhassa Trabzon’daki milliyetçi/reaksiyoner damar epeydir bilinmekte. Ve bu milliyetçi damarın da iyi teşhis edilmesi gerektiği ortada. Zira bu damar, Türk siyasetindeki, bilhassa 1980 sonrasındaki geleneksel milliyetçi/ülkücü akımdan farklılıklar gösteriyor. 80 öncesi ve sonrasında geleneksel milliyetçi/ülkücü akım, gençleri de içermekle birlikte, bilhassa sokak gösterileri ve mitinglerinde ağırlıklı olarak üniversiteli, orta yaş veya orta yaşa yakın erkek profile dayanıyordu. Hatta taşra gösterilerinde ağırlıklı taban, dükkânını bırakıp gösteriye katılan esnaftı. 2000’ler sonrasında ise bu profilin artık değişmeye başladığını görüyoruz. Trabzon, Malatya ve Hrant Dink cinayetlerinde de gördüğümüz gibi, bu profil 17-20 yaş aralığına dayanmış durumda. Bu çok genç kesim, hesapsızca davranmaya ve ‘abileri’nce yönlendirilmeye hayli müsait; milliyetçiliğin-faşizmin doğasına uygun olarak çoğu zaman refleksleriyle hareket ediyor. Sinop’ta –ve Samsun’da– gördüğümüz manzara da buydu, aşağı yukarı. Kolayca örgütlenebilen, faşistçe dahi olsa siyasi bir perspektif ve hesaptan yoksun, ilk hedef olarak doğrudan ‘linç’e giden bir ‘damar’ olduğu artık ayan beyan ortada. Bu çerçevede, mesela taşradaki sağ - orta yaş kesimin artık kapitalist sistem içine çekildiğini, milliyetçi nefsini de Başbakan Erdoğan’ın nutuklarıyla körelttiğini, bilmem, söyleyebilir miyiz? Genç kesim ise muhtemelen bu tablonun tam tersini, yani taşrada, sistemin tamamen dışında, umutsuz, eğitimsiz ve kör milliyetçi bir profili temsil ediyor. Bu, artık üzerinde ciddiyetle durulması gereken bir mesele.
Tam da buradan, AKP’nin Sinop tablosundaki rolüne geçebiliriz. İlk reaksiyonlar, bu linç girişimini kınar nitelikteydi. Başbakan Erdoğan da bu tablodan muhalefeti sorumlu tutmakla birlikte en azından ‘bölgesel hassasiyetler’ gibi klasik sağ bir refleksle davranmadı. Fakat bu sütunlarda aylardır yazıp duruyorum. Son bir ayki müzakere dilini dışarıda bırakacak olursak, AKP’nin bu süreçte seçtiği dil, sert, milliyetçi ve dışlayıcı oldu daima. İki ay öncesine kadar Öcalan’ı asmaya, BDP’lileri Meclis’ten atmaya çalışan, bütün nutuklarını bu konuya ayıran, şedit bir dil kullanan bir başbakandan söz ediyoruz. BDP Meclis’e girdiğinden beri onları muhatap almayan, isimlerini dahi zikretmeye tenezzül etmeyen, onlardan her seferinde –ve hâlâ – “terör örgütünün uzantıları” diye bahseden bir başbakan... Dolayısıyla, Erdoğan ve AKP bu tablodan kendini sıyırmaya çalışmasa iyi olur.
Son söz de müzakere sürecine ilişkin olsun. Sinop vakasının ertesi günü tüm gazetelerde Başbakan Yardımcısı Beşir Atalay’ın açıklamaları vardı. Atalay sürece ilişkin olumlu mesajlar verirken, hatta “Karadeniz bile olumlu” derken, aynı gün aynı gazetelerde yer alan bir ankete göre halkın %69,5’i terör sorununu AKP’nin çözeceğine inanmaktaydı. Haberin AKP tarafından basına servis edildiği ortadaydı, zira araştırma AKP MKYK toplantısında ele alınmıştı.
Özetle, AKP bu müzakere sürecinde PR yani halkla ilişkiler ayağına büyük önem ve ağırlık veriyor. Açık seçik ortada. Ancak bu ‘müzakere’ sürecinin sadece PR ile yürümeyeceği de ortada. Sinop ve Samsun bunun en basit göstergesi. Kolay bir iş değil bu. Yıllara yayılan bir çatışma sürecinden bahsediyoruz. AKP her işi böyle yapmanın verdiği rahatlıkla, “Medya kontrolüm altında, PR işini iyi iyorum, kamuoyunu yönlendiriyorum” diyerek, bu süreci kolayca yürüteceğini düşünebilir. Ancak arada ‘derin Anadolu’ ile baş başa verip “Biz bu Kürt meselesinde şurada şurada hata yaptık” diye dertleşmelerinde ve meseleyle yüzleşmelerinde fayda var.