Bir mahkemenin üç ay içinde yasaları hiçe sayışına, kendi kesin beraat hükmünden dönüşüne ve hayat, insana aşık bir sosyologu ‘katil’ ilan edişine tanık olduk. İncelikli heyet operasyonu sonrası mahkeme başkanı on beşinci yılda da beraat hükmünde direnirken, nedense geçen Şubat beraat veren bir heyet üyesi şimdi ‘müebbet’ deyip, o kararı okuyabildi. Karar diye zaten kimbilir kaç zaman önce yazılmış kırk altı sayfanın özetini.
Mahkeme dekoru önünde hukuk kisvesi altında bir cinayet işleniyor. ‘Oy çokluğu’ diyor kararından sanki o değil de şu gömleği almaya karar vermiş müşteri gibi dönebilen heyet üyesi. Müdahil avukatlardan biri ‘Şerhi kim koydu?’ diye soruyor. ‘Mahkeme Başkanı’ diyor üye, kimselerin yüzüne bakmadan. Önce yurtdışı heyetinden bir kadının çığlığı duyuluyor. Arkadan eşlik eden cümle bir süre yankılanıp duruyor: “Allah belanızı versin.”
Çıkışta meydanda her dilden Pınar’a reva görülene karşı isyan haykırılırken, görkemli Adalet Sarayı’nın ışıklı levhasına bakıyorum. Bazı harflerin ışığı bozulmuş anlaşılan. Şöyle görünüyor uzaktan: ‘Ada et sara’ O aradaki boşluğa düşen biz oluyoruz.
Derken sürüklendiğimiz sokaklar ve metro durağı. Koca bir ekran ve altyazılar. Hrant Dink’i alenen tehdit eden istihbarat görevlilerini yıllardır kollayan, soruşturmanın genişlemesini önleyen dönemin İstanbul valisi, sonranın milletvekili Muammer Güler tam da o gün İçişleri Bakanı olmuş. Bir kahkaha çıkıyor ağzımdan, gözümden yaşlar gelene kadar gülüyorum.
Ertesi sabah. Bir ara bayılır gibi olduğum haram bir uykudan uyanıyorum. Gözümün önünde dünkü heyet; patlamada hayatının kaybedenlerin isimlerini, ağırlaştırılmış müebbet hükmünü ifadesiz bir yüzle okuyan hakim, yanında öylece oturan mahkeme başkanı, mütebessim ifadeli savcı ve bir de yüzünde kocaman bir gülümsemeyle Muammer Güler.
Internete haberler düşüyor. Yeni yalanlarımızdan bir demet. Pınar’ın sözlerine bakıyorum. Her şey beynimde uğulduyor: “Kendi kendime tekrar ediyorum bazen, müebbet… Beni katil mi suçlu yaptılar… Güvenliğim için ne yapmam gerektiğine bakacağım, güven duygusu içinde düşünmeye, sorular sormaya, çalışmaya devam etmem için ne gerektiğine. Her şeyi yapacağım ama aynı zamanda ülkeme dönmek için mücadeleme devam edeceğim. İlk olarak bunu diyorum çünkü İstanbul'a aşığım. Tüm sevdiklerim orada…”
Asıl bizim onun dönebileceği bir ülkeyi var etmemiz gerektiğini hissediyorum öfkeyle. Öte türlü kendimizin karikatürü oluruz ancak. Adalet esirgenir, kötülük galebe çalarken zaman elimizden kayıp gide habire.
Sonra Muammer Güler’li haberlere bakıyorum. Hrant Dink cinayetiyle ilgili yöneltilen eleştirilerin hatırlatılması üzerine Güler görevin hemen başında bu tür polemiklerle kaybedecek vaktinin olmadığını söylemiş ve “Önümüzde çok önemli işler var. Yargı süreci neyse o yürüyecektir” demiş.
Zaten zamanı hep biz kaybedelim, ne olacak ki? Geçmişe değil geleceğe bakalım. Tam da TBMM Genel Kurulu’nda Kamu Başdenetçiliğine seçilen Yargıtay eski üyesi Mehmet Nihat Ömeroğlu’nun dediği gibi. Bir önceki taltif, bir diğer latife… Hrant Dink’e ‘Türklüğü tahkir ve tezyif’ten verilen cezanın altında imzası bulunan 18 Yargıtay hâkiminden biri olan Ömeroğlu da Dinkle ilgili kararı anımsatıldığında “Beni geçmişimle değil, gelecekte yapacaklarımla yargılayın” demişti. Ben işte bütün bu şahıslardan yana kullanılan tercihler eşliğinde ülkenin geleceğine bakıyorum.
Elbette o geleceğe bakarken Ömeroğlu’nun üzüntü hissettiği noktaya da dikiyorum gözümü: “Ben, ülkem adına bu insanın öldürülmesine bütün şerefimle çok üzüldüm… Çok şükür hırsızlık yapmamışım, ahlaksızlık yapmamışım, bir yolsuzluğa adım karışmamış. Ben, sadece devletim ve milletim için üzülüyorum. Bundan emin olabilirsiniz.”
O mahkûmiyet kararı sonrası Hrant Dink “Bu karar benim ölüm fermanım” diye haykırmıştı. İnsana değil devlete üzülenlerin diyarında, daha çok öleceğiz besbelli. Ama Pınar bana bizi Agos’ta birbirimizin kollarına iten Hrant Dink’in emaneti.Kutudaki umudum.
Pınarla yaşanacak zamanı bekliyorum.