28 Şubat ‘süreci’ni hepimiz biliyoruz herhalde. TSK öncülüğünde, ‘devlet’in, Refah Partisi - DYP koalisyon hükümetini devirmeye karar vermesi, medya ve o zamanki merkez sağ - merkez sol blokun da buna destek vermesiyle adı geçen hükümet tarihe karışmıştı. Karar vericinin TSK, koordine edicinin dönemin cumhurbaşkanı Süleyman Demirel ve devletçi merkez sağ kanat, halkla ilişkilerin o zamanki merkez medya, onay vericinin ise merkez sol kanat olduğu bir operasyondu bu. Tüm bu süreçte hedefteki RP milletvekilerinin ya da RP üyelerinin itibarsızlaştırılması için ayrıca bir çaba gösterildiğini hatırlıyoruz, biliyoruz. Bunların hepsine 28 Şubat ‘süreci’ deniyor. Bütün bu operasyonlara da 28 Şubat yöntemi diyebiliriz herhalde.
O vakitler ülkedeki gerçek iktidar TSK’da olduğundan ve resmi/cari görüş de orada oluşturulduğundan, medya ve siyaset esnafı kendini oraya göre hizalardı. Dolayısıyla medya, ve DYP’yi boşaltıp DTP’ye geçen devletçi merkez sağ kanat, muhtemelen yanlış bir şey yaptığını düşünmüyordu. Ülkeyi şeriata götüren bir hükümet vardı ne de olsa. Bu tip faaliyetler vatanı, cumhuriyeti savunmakla eş anlamlıydı. Medya da tüm o rezil baskınları saat saat yayınlarken, TSK’dan gelen talimatları uygularken yanlış bir şey yaptığını düşünmüyordu muhtemelen. Memleketi şeriatçıların elinden kurtarıyorlardı nihayetinde, yapılan işin önüne arkasına bakmak lüzumsuzdu, böyle zamanlarda böyle şeylere bakılmazdı. Ve bazen kurunun yanında yaş da yanardı.
Yıllar geçti. AKP iktidara geldi. Ama AKP iktidarından önce de aslında yavaş yavaş o dönemde nasıl hatalar yapıldığının bilançosu yapılmaya başlandı. AKP iktidarı ile birlikte ise bu bilanço hızlandı. O zamanki –ve şimdiki– hükümet yanlısı basın her fırsatta yeni ayrıntılar ortaya çıkarıyor, postmodern darbeye bir şekilde karışanlar ise havaya bakıp ıslık çalıyorlardı. AKP’nin iktidara tam olarak yerleşmesiyle de hesaplaşma başladı. Muhasebe hızlandı. Kimi samimi olarak o dönemde hata yaptığını itiraf etti, kimi buna bir gerekçe bulmaya çalıştı, kimi ise hâlâ yapılanın doğru olduğu kanaatindeydi. Her neyse. Kesin olan şuydu ki AKP ve onun etrafında kümelenen AKP yanlısı basın her fırsatta 28 Şubat’ı lanetlemekte, hatta hesaplaşmanın henüz bitmediğini ilan etmekteydi. Dönemin kudretli isimleri hapiste. Döneme isteyerek ya da şuursuzca destek verenler hakkındaki “Bir gün siz de sorgulanacaksınız” uyarısı da hâlâ yürürlükte.
Özetle, böyle bir sürecin en sert muhalifi AKP ve çevresidir diyebiliriz herhalde. Dolayısıyla, böyle yöntemlere artık hiç olmazsa onların başvurmamasını beklemek hakkımız olsa gerek. Ancak manzara hiç de öyle değil. Son dönemde BDP milletvekillerinin üzerindeki baskıyı ve belden aşağı vuruşları görünce insanın aklına 28 Şubat ‘süreci’ geliyor doğrusu. Olayların gelişimini biliyorsunuz. Bir grup BDP milletvekili PKK’nın yol kesme eylemine denk gelince arabalardan inip militanlarla karşılaşmış, milletvekilleri ve militanlar birbirlerine sarılmışlardı. Böyle bir kareyi devletin kullanacağı ortadaydı. Ancak AKP ve AKP basını bu gelişmeyi neredeyse bir linç kampanyasına dönüştürmüş durumda, gelinen nokta itibariyle.
BDP milletvekillerinin davranışının Türkiye’de reaksiyon yaratması normaldir, bu beklenen bir şeydi, ancak iktidarın koştura koştura dokunulmazlıkları kaldırmaya çalışması, doğrusu, olayın kendisinden büyük sonuçlar yaratacak bir girişim olacaktır. Böyle bir anlık vaka için dokuz milletvekilinin dokunulmazlıklarının kaldırılması, söz konusu milletvekillerinin aynı 90’lardaki gibi sorguya alınması, ve muhtemelen tüm BDP milletvekillerinin buna reaksiyon olarak TBMM’yi terk etmesi, kabul etmek lazım ki, Kürt sorununun çözümüne hiç ama hiç yardımcı olmaz. Ancak AKP cephesinde yangına körükle gitme havası azalmış değil ve Başbakan Erdoğan bu konuda kararlı oldukları mesajını vermekte. Hatta hukuki anlamda bir skandala da imza atarak bu konuda yargıya talimat verdiklerini ilan ediverdi. Eh, tıpatıp olmasa da sürecin 28 Şubat’a benzediğini söylemeliyiz. Nihayetinde halkın oylarıya seçilmiş bir grup milletvekilinden bahsediyoruz. Eylemleri tartışmalı olabilir ancak öyle düşünecek olursak RP’lilerin eylemleri de o vakitler tartışmalıydı. Ancak 28 Şubat’a karşı çıkanlar bu tartışmalı eylem ve sözlere orantısız bir karşılık verildiğinden yakındılar daima. PKK ile RP’yi elbette bir tutamayız ama burada zaten PKK’dan değil, BDP’den bahsediyoruz ve bir tutamağımız varsa, olacaksa, o da halkın oylarıyla seçilmiş milletvekillerine yönelik olarak oluşturulan linç havasıdır. Ve bir de şu açıdan bir benzerlik var: Kabul ettiğimiz gerçeklik algısı. ‘Merkez’, o vakitler, toplumu bir şeriat tehlikesine inandırmış, böyle bir gerçeklik yaratmıştı; şimdi de BDP’lilerin TBMM’den çıkartılıp yargılanması gerektiğine inandırıyor, daha doğrusu inandırmaya çalışıyor.
Ve böyle süreçlerin mütemmim cüzü, medya. Medya da hiç aşağı kalmıyor bu çabalardan. Bilhassa AKP’ye yakın medyanın BDP’lilerle ilgili itibarsızlaştırma çabaları hız kazanmış durumda. Tek başına böyle olsa belki burada anmaya değer görmezdik ama meselemiz şu ki, bu yayınlara iktidar da destek veriyor. Haftaiçi Takvim gazetesinin BDP listesinden seçilen Ertuğrul Kürkçü’nün özel hayatı ile ilgili yayınları, tepki uyandırmak bir yana, AKP’den de destek gördü. TRT’de (evet, TRT’de) bir programa katılan Başbakan Yardımcısı Bülent Arınç mesela, burada detayını vermeye bile utanacağım, o yüzden de vermeyeceğim o haberin üzerine yorum yaptı ve haberin içeriğini destekler mahiyette konuştu. O konuşmanın detaylarını da burada paylaşmaya utanırım şahsen. Sadece AKP medyasına ve AKP’ye şunu sormak isterim: Bu yaptıklarınız size de bir yerden tanıdık gelmiyor mu?