ROBER KOPTAŞ

Rober Koptaş

HAYAT OLDUĞU GİBİ

Kiminin kahramanı, kiminin katili

Sekiz yıl önce, Budapeşte’de, kendisi gibi genç bir subay olan Gurgen Markaryan’ı otel odasında uykudayken tam 65 balta darbesiyle öldüren Ramil Seferov’un Macaristan tarafından ülkesine iade edilmesi ve Azerbaycan Cumhurbaşkanı İlham Aliyev tarafından affedilmesi, ender rastlanacak türden bir uluslararası operasyonun eseri. Azerbaycan ile Macaristan arasındaki gizli bir antlaşmaya dayandığı açık olan, üçüncü tarafların ne ölçüde dahil olduğunu bilmediğimiz bu anlaşma, uluslararası ilişkilerin kirli yüzünü bir kez daha hatırlattı bizlere. 

Elbette ki bilmez değildik devletlerin, iş çıkarlarına geldi mi hiçbir etik değere metelik vermeyeceğini. Şüphesiz, her birimiz bu minvalde omurgasızlıklara defalarca tanık olmuşuzdur. Dolayısıyla, bir devlet bir devlete bre devlet gel beraber devletistanda bir devlet dükkânı açalım dedi mi, şaşırmayız hiç.

Amma velakin, böylesi eli kanlı bir katilin, böyle göstere göstere, adeta bağıra bağıra serbest bırakılması, üstüne üstlük milli kahramanlıkla taltif edilmesi, en azından evrensel demokrasinin standartları açısından çok da rastlanır bir durum değil. Hangi ülke vatandaşı olduğuna bakılmaksızın, biraz olsun izan sahibi olan hiç kimsenin, bu olaydan dolayı insanlık adına utanç duymaması da mümkün değil.

Ulus-devletler, milliyetçilikler, kahramanlara ihtiyaç duyar, hatta kahramanlar olmadan var olamazlar. Kahramanın kimliği ise o toplumun ruhu hakkında bize çok şey söyler. Kahramanlar kimi zaman cesaret, kimi zaman fedakârlık timsalidir. Bazen savaş alanında, bazen barış zamanında sorumluluk ve risk alan insanlar, kalabalıklara doğruyu, bağlılığı, yurt sevgisini anlatır.

Peki ya Seferov gibiler ne anlatır? Bir geceyarısı, bir otel odasında uyumakta olan bir insanı bir baltayla ve tam 65 darbeyle öldüren bir asker, Azerbaycanlı okul çocuğuna ne söyler? Onun kahramanlığını dinleyerek büyüyen bir çocuk, ne tür gelecek hayalleri kurar? Bu soruların yanıtlarının pek çok Azerbaycanlıyı da kaygılandırdığına şüphe yok. Zaten Azerbaycan’a dair asıl sorun, ülkedeki otoriter rejimin, farklı düşünen herkesin sesini kesmesinde.

Katillerden kahraman yaratmak hususunda, yaşadığımız ülke de pek acemi sayılmaz. Katliamcılığı tescilli Topal Osman’ın heykeli süslemiyor mu bugün Giresun'un merkezini? Boğazlıyan’da yaptıklarından ötürü Osmanlı mahkemesi tarafından mahkûm edilen kaymakamın itibarı bizzat Atatürk tarafından iade edilip, çocuklarına maaş bağlanmadı mı? Abdi İpekçi’yi katleden, Papa’ya suikast düzenleyen katilin, cezaevinden çıktığında “Malatya’da doğdu, Papa’yı da vurdu, helal olsun sana, Mehmet Ali Ağca” şarkısı eşliğinde karşılanması kulaklarımızda. Ogun Samast’la kahramanlık pozu vermek için yarışmadı mı polisle jandarma? Yedi öğrenci genci boğarak öldüren militanın, afla salıverildikten sonra memleketi Elazığ’da konvoyla, davul zurnayla karşılanması daha dündü.

Peki acaba, bugün Seferov’un kahramanlaştırılmasına isyan eden, olan bitene sert tepki gösteren Ermenilerin katilleri yüceltme konusundaki sicilleri nasıldır? Gönül rahatlığıyla “Ermeniler bu konuda temizdir” diyebilir miyiz? Cevap vermeden önce, size Soğomon Tehliryan’ı hatırlatırım. Talat Paşa, Ermeni soykırımının 1 numaralı faili de olsa, sokakta yürüyen bir adamın üzerine kurşun yağdırmak kahramanca bir hareket midir? Tehliryan’ın, kaçmadığı, suçunu inkâr etmediği halde, Ermenilerin katledilmesindeki sorumluluklarının üzerini örtmek kaygısıyla hareket eden Alman makamları tarafından cezasız bırakılması, onu kahraman yapmaya yeter mi?

Bugün hâlâ, dünyanın herhangi bir köşesinde şu ya da bu partiye mensup Ermeni gençler “Talat Paşa’nın cebine leblebi (yani kurşun) doldurduk” diyen şarkıyla eğleniyorsa; beş yaşındaki çocukların, anadillerini unutmasınlar, Ermeni akranlarıyla bir araya gelsinler, kültürlerinden kopmasınlar diye gönderildikleri cumartesi okulunun duvarlarını Tehliryan’ın veya bedenleri çift sıra fişeklikle çevrili fedailerin resimleri süslüyorsa, “Başkaları barbardır ama Ermeniler barışçı bir halktır” diye övünmek ne kadar sahicidir?

Başkasını bilmem ama bizler, Anadolu’da, Ortadoğu’da, Kafkasya’da yan yana yaşayan tüm halklar, milliyetçiliğin ve dini bağnazlığın damarlarımıza zerk ettiği şiddet bağımlılığından kurtulamadıkça, şu ya da bu ideoloji veya Ermenilik, Türklük, Kürtlük, Azerilik, Müslümanlık, Hıristiyanlık, Musevilik adına işlenen cinayetleri çocuklarımıza kahramanlık diye belletmeyi sürdürdükçe, daha çok kan dökülecek.

Ne de olsa, birinin kahramanı öbürünün katilidir.

 

–––––––––––––––––––––––––––––––––––––––––––––––––

Çocuk gözüyle

Halep’te, hayatın halen iyi kötü devam ettiği merkezdeki caddelerden biri. Başörtülü genç bir kadın; elinde küçük bir oğlan çocuğu, birlikte hızlı adımlarla yürüyorlar. Kadın dükkân vitrinlerine bakıyor. Alışveriş için sokaktalar, belli.

Gökyüzündeki bir helikopterin sesi yavaş yavaş yaklaşıyor. Çocuk başını yukarı kaldırmış, helikopterin yönünü tayin etmeye çalışıyor.

Ses gittikçe artıyor ve nihayet, bulundukları yerin tam üzerine geldiğinde, çocuğun ödü kopuyor; telaşla annesinin elini bırakıp bir dükkânın içine koşuyor. Kadın sakin ama kararlı adımlarla ardı sıra gidiyor. Elinden tutup onu dükkândan dışarı çıkarıyor ve eğilip bir şeyler söylüyor, tane tane konuşarak. Çocuk dinliyor, dinlerken başını sallıyor ve sonra yine el ele tutuşup yola devam ediyorlar.

Bir dakika içinde, gözümün önünde oluyor bu.

Yanımdakilere, kadının çocuğa ne dediğini soruyorum. Anlatıyorlar:

“Bunlar muhaliflerin elindeki mahallelerde oturuyorlar. Buraya öteberi almaya gelmişler. Çocuk tepede helikopteri gördüğünde aşağı ateş açılmasına alışmış. Gene aynısı olacak sanıp dükkândan içeri kaçtı. Kadın da ona bu mahallede helikopterlerin ateş açmayacağını, korkmasına gerek olmadığını anlattı.”

Halep’te gördüklerimden, hiç aklımdan çıkmayacak bir manzara.

Savaşın bir küçük çocuğa ettiği... Yarınların nelere gebe olduğunun işareti.

Agos, 6 Eylül 2012