ROBER KOPTAŞ

Rober Koptaş

HAYAT OLDUĞU GİBİ

Cumhurbaşkanı’nın irade beyanı ve beklenti

Etyen Mahçupyan’ın, yayımlandığı zaman bu köşede eleştirdiğim ‘Hrant’ın Arkadaşları’ başlıklı yazısının sözü pek edilmeyen bir faydası, Müslüman çevreler içinde, Hrant Dink cinayetiyle ilgili vicdani rahatsızlık taşıyan kesimi ‘Adalet Talebimiz Var’ kampanyasını örgütlemek konusunda hareketlendirmek oldu. Beş yıllık dava sürecinin fiyasko niteliğinde bir kararla sonlanmasının ardından, o yazının da verdiği itici güçle “Biz bu davanın tabii tarafıyız. Yeniden, hukuka uygun, kapsamlı ve sahici bir yargılama için çalışacağız” başlıklı bir metni imzaya açan bir grup Müslüman, “İslami hassasiyet sahibi tüm kişi ve kuruluşları kendi davalarına sahip çıkmaya, sorumluluklarının gereğini yerine getirmeye ve heba edilen beş yılın ardından, kapsamlı ve sahici bir yargılamanın gerçekleştirilmesi için her kesimden vicdan sahibi insanlarla beraber daha aktif bir şekilde çalışmaya davet ediyoruz” demişti.

Metnin çağrıcıları arasında, Hidayet Şefkatli Tuksal’dan Ahmet Faruk Bostan’a, Cemal Uşşak’tan Cihan Aktaş’a İslami kesimin farklı cenahlarından çok sayıda mütefekkir vardı. ‘Adalet Talebimiz Var’ kampanyası, geniş Müslüman cenah içerisinde 1.700 gibi görece düşük bir imza sayısına ulaşsa da, yine de etki yarattı ve çağrıcılar arasından dört kişilik bir heyet, 6 Ağustos günü Cumhurbaşkanı Abdullah Gül’le görüşerek vicdanlarını rahatsız eden gerçekleri devletin bir numarasıyla paylaştılar.

2011’in Ocak ayında, gazetecilerle yaptığı bir görüşmenin ardından Devlet Denetleme Kurulu’nu konuyu incelemesi için görevlendiren Cumhurbaşkanı Gül, 2012 Şubat’ında raporun tamamlanmasının ardından konuyla ilgili olarak yaptığı bu ilk görüşmede, Hrant Dink cinayetinin, raporun da ortaya koyduğu gibi, devlet görevlilerinin gözü önünde işlenmesinden duyduğu üzüntüyü ifade etti. Devletin kendini koruma refleksinin çok güçlü olduğuna ve raporun bu noktaya özel bir vurgu yaptığına dikkat çeken Gül, bu konuda değişimin kolay olmadığını dile getirdi.

Heyettekilerin taleplerini dinleyen Cumhurbaşkanı, bir soru üzerine, DDK raporunun icra gücü olmasa da, Cumhurbaşkanlığı makamından çıkan bir raporun asla rafta kalmayacağını ve gereğinin yapılması için tüm yetkili kurumlarla gerekli temasların yürütüleceğini söyleyerek, sürecin takipçisi olacağını ifade etti ve böylece, cinayetin ardındaki güçlerin ortaya çıkması yönünde iradesini ortaya koymuş oldu.

Devletin zirvesinden gelen bu irade beyanının ne kadar önemli olduğu ortada. Bu beyanın, Cumhurbaşkanı’nın içinden geldiği İslami kesim içerisinden bir heyetin karşısında yapılmış olması, onu daha da sahici kılıyor. Sayın Gül, AİHM’in Türkiye’yi Hrant Dink cinayetinde mahkûm eden kararına benzer şekilde, Dink’in can güvenliğinin devlet tarafından korunmadığını, cinayetten sonra da bazı görevlilerin korunduğunu ortaya çıkaran raporun gereğinin yapılacağını ve bu sürecin takipçisi olacağını söyleyerek, siyasi ama aynı zamanda vicdani bir yükümlülüğü üstlenmiş oluyor.

Bu yükümlülüğün yerine getirilmesini gözetmek ise, Hrant Dink cinayeti davasında adaletin tecelli etmesini isteyen ve bunun, Türkiye’de devletin cinayet işleme geleneğinde bir son halka olmasını sağlayacağına inananlara düşüyor.

Raporun gereği

19 Ocak 2007 tarihinden beri sıklıkla, cinayetin ardındaki güçlerin açığa çıkması için siyasi iradenin eksik olduğunu ve bunun, gerçeğin üzerini örtenlere cesaret verdiğini dile getirmiştik. Cumhurbaşkanı’nın açıklamaları, tam da bu eksikliği gidermeye yönelik bir simgesel değer taşıyor.

Bu açıklamanın salt bir irade beyanı olarak kalmaması için, DDK raporunun gereklerinin neler olduğunu anımsamakta yarar var. Cinayet öncesi ve sonrasında yürütülen idari tasarruf ve işlemlerin hukuka uygunluğu ile doğruluk ve yeterliliğinin araştırılması ve incelenmesi amacıyla oluşturulan DDK raporunda öne çıkan bazı tespitleri hatırlayalım:

• İdari güvence sistemi, merkezi devlet sistemini benimseyen ülkelerde, idare hukukunun gelişimine paralel olarak yönetimi ve onun olan memuru koruma kaygısıyla ortaya çıkmıştır.

• Bu itibarla,

- Hrant Dink’in öldürülmesi ile ilgili olarak oluşan esas fiil kapsamında, kamu görevlilerinin ihmal ve hatalarının da adli yargı organlarınca öncelikle Türk Ceza Kanunu’nun 37, 38, 39 ve 83. maddeleri uyarınca soruşturulması,

- Kamu görevlilerinin cinayetten önce ve sonra ortaya çıkan görevi kötüye kullanma ve ihmal gibi görülen bazı fiillerinin esas niteliğinin, mutlaka ana suç kapsamında adli soruşturma ve bilhassa yargılama safhasında belirginleştirilmesi,

- Aynı şekilde, başlatılan idari soruşturma süreçlerine rağmen herhangi bir sınırlama olmaksızın görevi kötüye kullanma ve ihmal gibi görülen fiillere ilişkin delillerin Savcılıkça toplanması gerekirdi. Böyle yapılmaması nedeniyle, bir bakıma adli yargı yerinde görülmüş olan ana davada ilgili mahkemenin delillere ve gerçeğe ulaşma kapasitesi sınırlandırılmıştır.

• Sonuç olarak

- Hrant Dink’e yönelik bir tehlikenin varlığının Emniyet ve Jandarma personelince öğrenilmiş olduğu, Hrant Dink’in korunmasına yönelik istihbarat birimlerinin gerekli çalışmaları yapmadığı ve işbirliğine gitmediği, idari makamların Hrant Dink’e yönelik oluşan riskleri bilebilecek durumda olmalarına rağmen, her kademedeki sorumluların zincirleme eylemleri sonucunda tehlikeyi önlemek için gereken tedbirlerin alınmadığı,

• Dolayısıyla, gerek Anayasa’nın 17. maddesinde, gerek iç hukukumuzun bir parçası durumunda olan Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi’nin 2. maddesinde ifadesini bulan yaşam hakkının korunması hususundaki pozitif yükümlüğün yerine getirilmediği ve böylece ağır bir kamu hizmet kusurunun oluşumuna sebebiyet verildiği,

• Bu sebeple, Hrant Dink’in öldürülmesi ile ilgili olarak oluşan esas fiil kapsamında yaşama hakkının korunmasına dair Devletin pozitif yükümlülüğünü yerine getirmediği sonucunu doğuran kamu görevlilerinin ihmal ve kusurlu davranışlarının, adli yargı organlarınca soruşturulmasının uygun olacağı düşünülmektedir.

DDK’nın bu tespitleri, sürekli dillendirdiğimiz, ancak yargılama süresinde hiç dikkate alınmayan, devlet kurumlarının ve görevlilerinin bu cinayette oynadığı rol konusunda hiç de yabana atılmayacak netlikte bir tablo ortaya koyuyor.

Cumhurbaşkanı Gül’ün açıklamalarından sonra, bir kez daha, ilgili kurumların bu tespitlerin gereğini yapmasını bekliyoruz. Adalet yerini bulana kadar da beklemeye devam edeceğiz. Umuyoruz ki, artık bu bekleyiş bir son bulur.

Agos, 10 Ağustos 2012