YETVART DANZİKYAN

Yetvart Danzikyan

KARDEŞÇESİNE

AKP krizi fırsata mı çeviriyor? (2)

Hükümet ile Cemaat arasında MİT Krizi’nin patladığı ve Hükümet’in bu vesileyle üst düzey devlet memurlarının yargılanmasını Başbakan iznine bağladığı günlerde bu gazetede “AKP krizi fırsata mı çeviriyor?” başlıklı bir yazı yazmıştım. Şöyle demiştim:

“Bu kriz vesilesiyle üst düzey devlet memurlarının soruşturulması için Başbakan onayını şart koşan bir yasa getiriliyor. Hakan Fidan meselesi üzerine oluşturulan ve ‘kişiye özel bir düzenleme’ vasfı taşdığı apaçık ortada olan bu düzenlemenin mantıken epey tartışma çıkarması beklenir. Muhtemelen TBMM faslında muhalefet bu yasaya sertçe karşı çıkacaktır. Ancak AKP muhtemelen bu yasayı zorlanmadan kendi oylarıyla  çıkaracaktır. Böylece Erdoğan kendine yeni bir ‘otorite’ alanı daha ihdas etmiş olacaktır.” (Agos, 17 şubat 2012)

İşin doğrusu Hükümet’in Özel Yetkili Mahkemeler (ÖYM) hakkında gittiği tasarruf da bu politikanın bir devamıymış gibi duruyor. Bilindiği gibi toplumda ÖYM’lere karşı oluşan tepkileri süzen Hükümet “bu mahkemeler de artık çok oluyor” havasıyla bunların kaldırılacağını ya da bir düzenlemeye tabi tutulacağını söylemekte, Cemaat ise bu yola gidilerse Ergenekon, Balyoz gibi davalarda elde edilen tüm kazanımların buharlaşacağına dikkat çekerek bunun tehlikeli bir adım olacağını savumaktaydı. Perde önünde bunlar söyleniyordu ama perde arkasında Hükümet’in Cemaat’in devlette ve yargıda kazandığı etkinlikten artık iyice huzursuz olduğu ve Cemaat’e yakın hakim ve savcıları törpülemek için bu yola gideceği konuşulmakta, kamuoyunda genişçe bir cephe bu senaryoyu dikkate almaktaydı.

Sonuçta geçtiğimiz Pazar günü TBMM’de görüşülmekte olan 3. Yargı Paketi’ne ek bir önerge verildi ve düzenleme büyük bir gürültüyle TBMM’den geçti. Muhalefet içeriğin yanısıra böylesine önemli bir düzenleme için 5 dakikalık bir görüşme süresi tanınmasına da tepki göstermekteydi, haklı olarak. İçeriğe gelecek olursak. Şöyle diyor düzenleme:

“Terörle Mücadele Kanunu (TMK) kapsamına giren suçlar dolayısıyla açılan davalar, Adalet Bakanlığı'nın teklifi üzerine HSYK tarafından yargı çevresi birden çok ili kapsayacak şekilde belirlenecek illerde görevlendirilecek ağır ceza mahkemelerinde görülecek.”

Düzenlemenin en kritik kısmı bu. Hükümet kağıt üzerinde basitçe diyor ki “ÖYM’ler kalkıyor ama bu alanda boşluk oluşmasına izin vermeyeceğiz..” Ancak metne baktığımızda şu özellik bariz biçimde görülüyor. Diyelim, bir soruşturma başlayacak ya da başlatılacak. Adalet Bakanı HSYK’ya diyecek ki, “Bölgesel özel mahkeme kur.”  Durum bu. Ve bu manzaraya bakınca elindeki davalar bitene kadar görev yapacak olan ÖYM’ler mi daha çok İstiklal Mahkemeleri’ne benziyor; yoksa bu yeni düzenlemeyle getirelecek olan özel görevli Bölgesel Mahkemeler mi, doğrusu kararsızım. 

Düzenlemede dikkat çekici bir ayrıntı daha var. Deniyor ki,

“Devlet İstihbarat Hizmetleri ve MİT Kanunu'nun 26. maddesindeki ''MİT mensuplarının veya belirli bir görevi ifa etmek üzere kamu görevlileri arasından Başbakan tarafından görevlendirilenlerin; görevlerini yerine getirirken, görevin niteliğinden doğan veya görevin ifası sırasında işledikleri iddia olunan suçlardan dolayı ya da 5271 sayılı Kanunun 250. maddesinin birinci fıkrasına göre kurulan ağır ceza mahkemelerinin görev alanına giren suçları işledikleri iddiasıyla haklarında soruşturma yapılması, Başbakanın iznine bağlıdır'' hükmü saklı olacak.”

Dolayısıyla Başbakan’ın bu tür davalar hakkındaki “tek karar verici olma” pozisyonu da güçlenerek sürüyor. Keza metinde “Hükümet’e karşı suç” “Anayasa’yı ihlal” “Devletin birliğini ve ülke bütünlüğünü bozmak” gibi içeriği hayli muğlak, siyasi vasfı apaçık olan suç türlerinin güçlenerek korunduğuna ve yenilerinin ihdas edildiğine de dikkat çekelim.

Siyasi otoriteye haddinden fazla güç devşiren bir düzenlemedir bu. Kaldı ki ÖYM’lerin de ellerindeki davalar bitene kadar görevde kalacağını hesaplarsak “olağanüstü” mahkemelerin ikili düzeyde faaliyet göstereceği de ortaya çıkıyor. Yani hukuki olarak devasa bir problemle karşı karşıyayız.

Ancak Hükümet’in burada krizi fırsata çevirme becerisini de teslim etmek lazım. Kamuoyundaki Cemaat’e yönelik tepkileri iyi değerlendiren Hükümet, bu işlerde sanki hiç kendi dahli yokmuş gibi, mahkemeleri siyasi otoritenin ve demokratik düzenin aleyhine çalışan, -sadece- Cemaat emrindeki kurumlarmış gibi sunmayı iyi becerdi. Bu mahkemelerin ve savcıların son yıllardaki anti-demokratik baskıcı hamlelerinden yılan ve Cemaat’in ülkede kazandığı etkinlikten ürken kamuoyu da yargıda yapılacak  hamleleri artık merakla beklemeye başlamış, olumlu bir beklenti içine girmişti. Elbette ki olup bitenlerden Cemaat’in yargıda ve Emniyet’te epey güç kazandığını görüyoruz ancak bu, AKP’in marifetiyle teşvikiyle oldu, bunu unutmamak lazım. Mevcut tabloda AKP Cemaat ile yaşadığı krizden faydalanarak devlet işleyişindeki pürüzlerde günahların Cemaat’e, sevapların kendisine yazıldığı bir denklemi kurmuş görünüyor. Cemaat ise bu denklem içinde artık iyice kurumsallaşmış, aynı bir zamanların TSK’sı gibi bu tip meselelerde “ne diyecek acaba? ne yapacak acaba?” diye bakılan bir merci olma vasfını kazanmış görünüyor. Bakalım bu denklem nereye kadar sürecek. Bu arada elbette ki bu “ileri adımlar”dan, devletin ne yaptığına bile bakmadan içeri tıktığı muhaliflerin/tutukluların yararlanması hayli zor görünüyor. KCK,  KESK, öğrenci operasyonları ve davalarında olup bitenler mesela, bu konuda hayli öğreticidir.