Başbakan Erdoğan, Arap sokağının en popüler insanı. Orta Doğu’ya modeliz. İyi de, Araplar ne diyor buna? Oxford’da tanıdığım Mısırlı Reem (Rim) Abou-El-Fadl, geçen ay Bilgi Üniversitesi’nce “Bir İmparatorluk Daha?” adıyla yayınlanan İngilizce kitaptaki önemli makalesinde anlatıyor:
AKP’den önceki geçmiş tatsızdı. Araplar bağımsızlıklarını Osmanlı’dan aldılar. Cumhuriyet buradan uzak durdu. Döndüğü zaman da İsrail’i tanıdı (1949), İngiltere ve ABD’yle o menfur Bağdat Paktı’nı kurdu (1955). Gerçi Araplar Türkiye’nin 60 ve 70’lerdeki olumlu açılımlarını unutmadılar; ama bunların Kıbrıs davası ve petrol için yapıldığını da. Özal’ın 80’lerdeki yaklaşmalarını ise, “Bölgede etkili olursa, Türkiye’nin Batı için kıymeti artar”ın ışığında gördüler. Zaten Türkiye, İsrail’le güvenlik anlaşması yapmakla meşguldü.
AKP gelince “Sert Güç” bitti. Erdoğan “Türk politikası geçmişten ders almalıdır” diyordu. Davutoğlu “Sıfır Sorun” ilan etmişti. Arap Açılımı ticaret, kültür ve eğitim ilişkisine, yani “Yumuşak Güç”e dayanacaktı. Türkiye bölge ülkeleriyle vizeyi kaldırmış, serbest ticaret anlaşmaları yapmış, Arapça TRT-7’yi başlatmıştı.
Mısır, Suriye, direniş örgütleri
“Bölgesel güç” olabilmenin en önemli koşulu, “o bölge tarafından lider kabul edilmek”tir. Bölgede 3 aktör vardı: 1) Devletler; 2) Direniş örgütleri; 3) Arap sivil toplumu. En önemli devlet Mısır idi; 98’de Suriye ile Türkiye’yi de uzlaştırmıştı. Oysa şimdi Erdoğan ondan replik çalıyor, Gazze girişimleriyle sıkıştırıyordu: Mengenenin bir ayağı Mısır’ın ABD ve İsrail’e yakınlığı, diğer ayağı Gazze sınırındaki Rafah kapısını açması için gelen baskılar idi. Özetle, Mübarek rejimi Türkiye’nin “bölgesel güç” statüsünü kabul etmedi.
Rim’in makalesi oraya kadar gelemiyor tabii ama, ben ekleyeyim, Müslüman Kardeşler’in seçtirdiği Muhammed Mursi şimdi Mısır’ı tekrar toparlamaya başladı. Gösterge: Bir yardımcısının kadın, ötekinin Kıpti olacağını ilan etti. ABD buna bayılacak. Yani AKP’nin ABD nezdinde temsil ettiği “ılımlı İslam”ın orijinali piyasaya çıkıyor.
Bölgenin ikinci önemli devleti, Suriye. Onunla geçmiş tatsızdı ve sertlikten ibaretti. AKP gelince ilişkiler çok ferahladı. Erdoğan ve Esad “ailecek” tatil yapıyorlardı. Zaten ortak sorunları vardı: Kürtler ve İsrail. Suriye AKP’yi çok sevdi. Fakat Arap Baharı başlayınca Erdoğan, lafını dinlemeyen Esad’a her türlü baskıya girişti, örtülü tehditlere başladı. Suriye silahlı muhalefetine kapılarını ardına dek açtı. Balayı kötü bitti. Sert Güç, Şekil-1’e geri döndü. Katmerlenerek.
Direniş örgütleri: AKP Hamas’ı terörist saymayı reddetti, lideri Halit Meşal’i Ankara’da ağırladı, ama Arap Baharı başladıktan sonra Hamas, Filistin konusunda yüzünü Ankara’ya değil, tekrar Kahire’ye döndü. Erdoğan, Hizbullah’ı Lübnan’da ziyaret etti, ama örgüt lideri Nasrullah kendi bildiğini yaptı. Bu direniş örgütlerinin Türkiye’ye yaklaşmalarının, Türkiye’nin Batı’dan uzaklaşmasına endeksli olduğu anlaşıldı.
Arap sivil toplumu
Bu en önemli alanda, 2011’e kadar, Türkiye’nin İsrail’e yüklenmesi ciddi bir takdir dalgası yarattı. İlk defa demokratik bir ülkenin bölgesel liderliğe soyunması Arap insanını çok etkilemişti. Yalnız, önemli nokta şuydu ki, Araplar bunu kendi devletlerinden beklemişlerdi ve bulamadıkları için boşluğu Türkiye doldurmuştu. Üstelik, kafa karıştırıcı sorular vardı: Türkiye’nin bölgeye gelişi Yeni Osmanlıcılık mıdır? AB nezdinde kıymetlenmek veya ABD’ye yaranmak için midir? İsrail’e yüklenmeler, iç tribünlere oynamak olabilir mi?
Arap sivil toplumu esas olarak üç parçadan oluşuyor: 1) Siyasal İslamcılar; 2) İslamcı politikayı reddedip ABD’ye yakın duranlar; 3) Arap milliyetçileri ve solcular. Üçünün de kafasında şu var: “Bize doğru açılırken Füze Kalkanı kuran Türkiye, Batı blokundan ne kadar özerkleşebilir?” Çünkü bu göreli özerklik olmadan Türkiye’nin “bölgesel güç” olamayacağı Araplara göre kesin. Herkesin ağzında: “Hem Ermenistan’ı hem Azerbaycan’ı memnun etmek durumu gibi, Arapları kazanıp da İsrail’i kaybetmemek zordur. Türkiye, ABD’den uzaklaşamadığı oranda, Arap sivil toplumuna da Arap liderliğine de veda eder”.
Yumuşak Güç’ün / liderliğin sonu …
AKP o yakınlıkları, devrilen otoriter rejimlerle kurmuştu; şimdi Arap halkları kendi rejimlerini inşa için kendi liderlerini aramaya başladı. Bu ortamda Erdoğan’ın Suriye’ye müdahalesi her şeyi altüst etti [“Küçük Amerika”]. Çünkü, Türkiye’nin son zamanlardaki önemi tamamen “Yumuşak Güç”e dayanıyordu: 1) İçeride istikrar ve demokrasiye. AB adayı Türkiye, İslam ile demokrasiyi bağdaştırabilmiş, hukuk devletini kurmuştu; 2) Dışarıda cezbedici bir ekonomiye ve kültüre. Türkiye’nin dörtte bir ticareti bölgeyle idi. “Nur” adıyla oynadığında, TV dizisi “Gümüş”ü 80 milyon Arap izlemişti.
“Yumuşak Güç” derken, bizim Rim Kız yazmamış tabii ama, bu haftanın aktüalitesinden birkaç not: Türk jetleri, kendi topraklarının 2,5 mil içinde uçan Suriye helikopterlerine karşı “kontrol amaçlı devriye uçuşu icra” ettiler. Ahmet Şık’a 7 yıl istendi. Erdoğan, NY’ta yayınlanan WSJ gazetesine “Nâmertsin” dedi. Prof. Büşra Ersanlı’ya 22,5 yıl istenen İstanbul KCK davasındaki Kürtlere, Lozan Md. 39/5’e rağmen, anadilde ifade yasaklandı. 2012’nin ilk çeyreğinde 281 kişinin işkence gördüğü açıklandı. Soykırımcı El Beşir’le askerî yardım anlaşması imzalandı. 1,5 yıl önce savcının takipsizlik verdiği çokdilli yol levhasından Sur Belediye Başkanı Abdullah Demirbaş’a bu sefer İçişleri soruşturma açtı. Yerim bitti.
İleride Arap kitapları yazacak: “İlk defa demokratik bir ülkenin bölgesel liderliğe soyunması Arap insanını çok etkilemişti” diyecek…