BASKIN ORAN

Baskın Oran

İÇLİ DIŞLI

AKP: Şekil-1’e dönüş

Tümü tamamen kendinden kaynaklanmasa da, AKP iktidarı iç politikada ve dış politikada büyük ölçüde kendi öncesindeki Şekil-1’e döndü. Sonuç şu anda böyle.

Kürt meselesi

Kıbrıs’ta zırnık değişiklik yok; tespit edip geçelim. Kürt meselesinde Şekil-1, devlet politikasının dört temel direği idi: Şiddet, Gizlilik, İnkâr, Sınırdışı Operasyon Tatmini. İktidarın çabalarını, Kürt Açılımı ve Habur girişimlerini vs. inkâr edemeyiz ama, sonuca bakalım:

Şiddet berdevam: Erdoğan, önce temel kültürel reformları yapmak ve ancak ondan sonra göğsünü gere gere asayiş istemek ilkesini tamamen devre dışı bırakarak, “PKK silah bırakmadan operasyonlar durmaz” diye tekrarlıyor. Ayşe Berktay ve Büşra Ersanlı bile konferans vermekten KCK tutuklusu. Gizlilik berdevam: Uludere rezilliğinin üzerinden altı ay geçti; öğrendiğimiz tek gerçek, eski adının Roboski olduğu. İnkâr berdevam: “Kürt sorunu yok, terör sorunu var.Tatmin berdevam: Asla hiçbir sonuç alınamayacağını bile bile, sırf “Türk kamuoyu”nu eylemek için yine gidip Kandil’de dağı-taşı ufalıyoruz. PKK’nın şahinlerinin ekmeğine reçel sürüyoruz.

Ermeni meselesi ve insan hakları

Şekil-1, “Biz onları öldürmedik, onlar bizi öldürdü” idi. Sonra Gül ve Davutoğlu, sonuç alabilecek devrimci tek çözümü, 2009 Protokolleri’ni başlattı. Sonra, biraz Gül-Erdoğan sürtüşmesinden, biraz Azerbaycan’ın şantajından, biraz Türk-İslam Sentezcileri korkusundan, protokoller sümen altı edildi, Şekil-1’e dönüldü, Diaspora’nın şahinleri abat edildi, iki ülke de harap.

Şu andaki ‘çözüm’, 2015 yaklaşıyor diye yurtdışında büyük faaliyet: Azerbaycan’la kol kola bir ‘Türk Diasporası’ inşa etmek ve “Biz öldürmedik. Onlar bizi öldürdü”ye bununla dönüş. 1915 rezaleti konusundaki son parlak buluşumuz da bununla kafiyeli: Türk Tarih Kurumu’ndan Prof. Dr. Kemal Çiçek iki yıl uğraşıp keşfediyor: İttihat ve Terakki’nin elebaşları, Ermeni halkının paralarını, suç ortakları Almanların Reichsbank’ına kendi adlarına yatırmışlar, savaştan sonra da bunlara İngiliz ve Fransızlar el koymuş. Türkçesi, biz kendi Ermenilerimizi gaspetmişiz, daha iri predator (yırtıcı) olan Avrupalılar da bizi. Milliyetçi profesör bunları utancından saklayacağına, ilan ediyor. Öteki tarih proflarımız da koro halinde bu keşfi övüyor (Bugün, 22-23 Haziran).

Billahi kâbus. Biz de milletçe bu kâbus resmini önümüze almış, oh, Ermenilere borcumuz kalmamış, zaten ‘Bizde Kimsenin Parası Kalmaz’ diye kendi kendimizi tatmin ediyoruz. Başbakan’ın sözünü ettiği nekrofillikle ilgili olabilir mi?

İnsan Hakları Kurumu yeniden kuruluyor, tek söz sahibi: Devlet. Devlet Sırları Kanunu çıkmakta, tek söz sahibi: Başbakan. Mor Gabriel’in topraklarına el konuyor, koyan: T.C. Hazine. Aslında, AKP Vakıflar Genel Müdürlüğü’nü çok değiştirdi; 1960’ların sonundan itibaren devletimizin gaspettiği gayrimenkuller sahiplerine artık büyük ölçüde iade ediliyor. Ama, herhalde ileride iade edilecek toprak biriksin elimizde diye, bir yandan da gaspa devam.

Suriye’de bir ‘Küçük Amerika’

Şekil-1, Suriye’yle azami gerginlik idi. Davutoğlu’nun çok saygıdeğer Sıfır Sorun’u bunu da halletmişti; en iyi dostumuz olmuştu bu komşu. Ama, Allah aşkına, iki yıl önce de Suriye tam bir diktatörlük değil miydi; ne değişti? Biz niye bu komşumuzu bu kadar gagalamaya başladık? Demokrat olmadığı için mi? Yahu, parasız eğitim için pankart açan çocukları ve yürüyüşe katılan sağır-dilsizleri slogan atmaktan şu kadar yıl hapse çarptıran ülke değil mi burası? Bize mi düştü Suriye’ye demokrasi mürebbiyeliği? Biz şimdi, C. Bayar’ın 1960’tan önce bahsettiği ‘Küçük Amerika’ mı oluyoruz Ortadoğu bölgesinde?

Her zamanki gibi yabancı basından öğrendik: Parasını Suudilerin ödediği silahları bizim MİT Antakya’daki mülteci kampına teslim ediyor, oradan da Hür Suriye Ordusu’na. Yahu, hiç mi gelmedi aklınıza şu deve dişi gibi sorular:

1) Tamam, bir ülkedeki insan hakları sorunu ‘ulusal yetki’ye girmez. Yani, AGİT’in 1991 Cenevre toplantısından bu yana, bunlar artık ‘uluslararası toplumun meşru ilgi alanı’dır. Ama bu hak ihlalleri, bir başka ülkenin dış politikasının oyuncağı da olamaz.

2) “Suriye bizim iç meselemizdir” lafının anlamı şimdi çıkıyor da, ya başkaları Türkiye’yi kendi ‘iç mesele’si sayarsa bir gün? Gözümüzde Kürt sorunu gibi bir mertek varken, elâlemin gözündeki elife nasıl laf söyleriz? Şimdi, tamamen aynı gerekçeyle bir ‘Hür Kürdistan Ordusu’na silahlar gönderilirse ne diyeceğiz? Buna bir de, Türkiye’de İslamcılığın yükselmesinin Avrupa ve Rusya’yı alarma geçireceğini ekleyin.

3) Biz Suriye’yle can-ciğer-kuzu-sarması iken ‘eksen kayması’ lafını çıkaran Batı, savaş çığlıkları yükselince itidale davet ediyor. Şimdi bunu ya ‘balığa yol vermek’ (misinayı gevşetmek) biçimindeki balıkçılık tabiriyle yorumlayacağız, yahut da itidalsiz olduğumuzu itiraf edeceğiz. Tercihiniz?

Şam ve Beyrut’ta en büyük meydanların adı ‘Meydan-ı Şüheda’dır. Bunun bizim İttihatçıların idam sehpalarından kaynaklandığını hiç düşünmeden ‘bölgesel güç’ olma iddiasında bulunduk. O da yetmedi, ‘küresel güç’ dedik. Şimdi Suriye olayını içte tribünlere oynamak için, dışta da “Bize bu bölgede bulaşılmaz!” kabadayılığı için kullanmaya başladık. Başbakan “Türkiye’nin gazabı şiddetli ve kahredicidir” dediği anda (Milliyet, 27.06.2012) elveda ‘bölgesel güç’ rüyası, çünkü tüm Araplar haklı olarak bunu ‘Küçük Amerika’ anlayacaktır.