YETVART DANZİKYAN

Yetvart Danzikyan

KARDEŞÇESİNE

AKP ve CHP’nin yeni Kürt siyasetinden ne anlamalıyız?

CHP’nin, ‘terör sorunu’ kod adı altında, Kürt Sorunu’nun çözümü için diyalog kurmak amacıyla AKP’yi, daha doğrusu Başbakan Erdoğan’ı ziyaret etmesi ve bu görüşmenin –en azından şimdilik– hüsranla sonuçlanmaması, son derece ihtiyatlı bir iyimserlik yaratmış görünüyor. Ziyaretin hemen sonrasında, Erdoğan’ın, Kürtçenin okullarda seçmeli ders olacağını ilan etmesiyle, görünürde, iklim biraz yumuşamış durumda. Bu iyimser, umutlu havayı elbette paylaşmak isterim. Yine de, aklıma takılan bazı sorulara hâlâ yanıt aradığımı itiraf etmeliyim. Sonuçta, bizim işimiz de soru sormak.

Başbakan Erdoğan, bilhassa son bir yıldır her fırsatta “Kürt Sorunu diye bir sorun kalmamıştır” demekte. Mesela 27 Mayıs’ta aynen şöyle demişti: “PKK Sorunu başka, Kürt sorunu başka olay. Artık Kürt Sorunu bitmiştir, Kürt vatandaşlarımızın sorunları vardır.” Konuya bakışını bu sözlerle ilan eden bir siyasi otoritenin atacağı adımları ‘Kürt Sorunu’nun çözümü’ için atılmış adımlar olarak mı kabul etmeliyiz, yoksa Sünni/Türk egemen otoritenin artık soruna sadece başka biçimde bakmaya başladığının göstergesi olarak mı?

“Kürt vatandaşların sorunları”ndan kasıt, anlaşıldığı kadarıyla, bazı bireysel haklarla ilgili sorunlar, ve bu hakların bazılarının verilmesi gündemde. Kürtçe seçmeli ders, bunların başında geliyor. Anladığımız kadarıyla Kürtçe birçok seçmeli desten biri olarak ikinci 4’ten itibaren okutulacak ve yeterli sayıda öğrenci sağlanırsa, ‘Yaşayan Dil ve Lehçeler’ başlığı altında ders açılacak. Önemli bir adım bu, küçümsemek doğru olmaz, ancak ‘anadili’ gibi çok hayati bir mesele, ve egemen etnik gruptan/devletten hak talep eden, geniş bir coğrafyaya yayılmış, ülkedeki ikinci büyük etnik gruptan bahsediyorsak, eğitim konusunda hayli yetersiz bir adımla karşı karşıya olduğumuz ortada değil mi? Bu denklemde atılacak doğru adım, azınlık okullarındaki uygulamanın benzeri, hatta –niçin olmasın?– tıpatıp aynısı olmalıdır. Anaokulundan itibaren tüm sınıflarda (ağırlık anadilinde olmak üzere) anadilinin ve Türkçenin birlikte okutulması ve bu sistemin isteyenler için lise sona kadar sürmesinden bahsediyorum. Sadece ülkedeki en büyük ikinci etnik grup değil, Çerkesler ve Lazlar da dahil olmak üzere, ülkedeki her azınlık / etnik grup bu haktan faydalanabilmeli, devletin eğitimdeki sıkı ve aşırı kapsayıcı kontrolü serbest bırakılıp bu tür okullar, bu kapsamdaki azınlıkların kurduğu vakıflara devredilmelidir. Bu önerimi bu sütunlarda daha önce defalarca ve etraflıca dile getirdiğim için, bu parantezi burada kapatıp sorularımıza geri dönelim derim.

Sadece bireysel hakların teslim edilmesi (daha doğrusu bu örnekte görüldüğü gibi “bahşedilmesi”yle) Kürt Sorunu’nun çözülmesi mümkün müdür? Bu derece siyasallaşmış ve bedel ödemiş bir kadro, kuşak ve seçmen varken, bu ne kadar mümkündür? Siyasal Kürt hareketinin seçtiği milletvekilleri, belediye başkanları, il genel meclisi üyeleri ve parti çalışanlarından binlerce kişi cezaevindeyken, bu tip bireysel hak adımları ne derece tatmin edici olacaktır? Bu soruyla bağlantılı olarak şunu sormak gerekiyor: AKP’nin kafasında zaten bir çözüm, daha doğrusu uygulama modeli var, bu belli. “Nedir?” derseniz, BDP’yi iyice marjinalleştirmek, meşru siyasal alanın dışına itmek ve az önce bahsettiğim adımlarla yavaş yavaş BDP’nin zeminini zayıflatmak. CHP’nin tam da böyle bir zamanda ortaya çıkması, olsa olsa AKP’nin elini güçlendirir ama CHP’nin işine yarar mı, emin değilim. Zira AKP bu süreçte MHP ve BDP’yi yalnızlaştırıp siyasi alanın dışına iterek (gerek adli/polisiye operasyonlarla, gerek kürsüde dile getirdiği argümanlar/mugalatalarla) içeriği çok dolu olmasa da hayli ses getirecek adımlar atma peşinde. PKK hakkında da bir çalışma içinde olduğu da Beşir Atalay’ın geçen haftaki sözlerinden ve Talabani’nin adımlarından anlaşılıyor. Özetle, AKP’nin kafasında zaten uygulamaya konmuş bir plan var.

Peki, CHP’nin kafasında ne var? Elimizde çok fazla veri yok. ‘Akil Adamlar Komisyonu’, ‘Toplumsal Mutabakat Komisyonu’ gibi öneriler var. Bu komisyonlar toplanıp çözüm üretecek. Adres olarak TBMM gösteriliyor, bu noktada ısrar edilmesi öneriliyor. Elbette kâğıt üzerinde son derece iyimser, olumlu öneriler bunlar. MHP’nin kapıları kapaması da şu aşamada kimsenin canını sıkmıyor. Tersine, genel olarak “Daha kolay bir çözüm bulunabilir” görüşü öne çıkıyor. Fakat burada CHP açısından şöyle bir açmazla karşı karşıya kalınabilir: Yukarıda AKP’nin zaten –beğenilsin beğenilmesin– bir eylem planı bulunduğuna dikkat çektik. Bu durumda CHP’nin işlevi,

a) BDP’yi ve siyasal Kürt hareketini köşeye sıkıştıran bu eylem planını meşrulaştırmak mı olacak? Zira AKP bir yandan kendi planını uygularken, bir yandan da “İşte ana muhalefet benimle birlikte, MHP ve BDP istediği kadar sürecin dışında kalsın” diyerek bu plana bir toplumsal mutabakat zemini kazandıracağının ipuçlarını veriyor. Dolayısıyla, CHP’nin beklenmedik bir şekilde sahneye çıkmasıyla AKP’nin eli iyice rahatladı ve bu senaryoda ‘çözüm’ denen, aslına bakılırsa, ülkedeki iki egemen ideolojinin (Kemalizm ve muhafazakârlık), Kürt Sorunu’nu, işin içne Kürtleri katmadan halletmeye çalışması anlamına gelebilir.

b) Yoksa CHP, AKP’nin ‘bireysel hak bahşedip siyasal Kürt hareketini geriletme’ye dayalı politikalarını daha geniş bir perspektiften eleştirmeye ve daha derinlemesine bir çözüm için teşvik etmeye dayalı bir hareket hattı mı geliştirilecek? Öyle ya, siyasal Kürt hareketinin meşru temsilcileri bu derece baskı altına alınmışken CHP hiç ses çıkarmayacak mıdır? Bu cephede olup bitenler Kürt Sorunu’nun parçası değil midir? BDP ile bugüne kadar hiç temas kurulmamış olmasının makul bir gerekçesi var mıdır?

Bu soruların cevapları bence CHP’nin geleceği açısından da kritik önem taşıyor.