Türk Yargısı, sanıklara siyasi davalarda en üstten, cinsel davalarda ise en alttan ceza hükmetme gibi son derece nahoş bir ‘gelenek’ sahibi (bkz. Agos yazım, 11.11.2011). Fakat son zamanlarda kendini aşma çabaları gösterir gibi oldu. Yargıtay 9. Ceza Dairesi (CD) ulusal bir hukuk rezaletini sonlandırdı: artık “Sayın Öcalan” ve “gerilla” demek suç olmayacak (T-24, 21.05.2012). Gaziantep Ağır Ceza da, “Adı lezbiyene çıkmış bir kadınla görüşüyordu. Uyardım, dinlemedi, ben de öldürdüm” diye savunma yapan erkeğe kanmadı. (A. Kaya, M. Bulut, Milliyet, 21.05.2012)
Fakat çabuk sevinmeyelim, çünkü Türk Yargısı iyimserliği engelleyici bir sicilin sahibi. 17.05.2012 tarihli Radikal’den okuduğumuza göre bir yabancı, Bakırköy Ağır Ceza’da ceza alıyor. Yargıtay 10. CD hükmü bozuyor. Dosya Yargıtay Ceza Genel Kurulu’na (YCGK) gittiğinde, orası, 10. CD hükmüne karşı çıkıyor, cezaya onama veriyor ve şu çok yanlış şeyleri söylüyor: “Ülkemiz vatandaşı olmasa bile, savunmasını yapabilecek derecede ve yeterlilikte Türkçe bilen şüpheli veya sanıklara tercüman görevlendirilmesi zorunluluğu yoktur.” Bu bir YCGK kararı olduğu için, mahkemeler ister istemez kendilerini bağlı hissedecekler. Tabii, mahkemenin bu hükmü verirken nasıl bir terazi kullanacağı, yabancı sanığın da ‘kusursuz mes’uliyet’ veya ‘mürur-ı zaman’ gibi terimleri bilip bilemeyeceği bilinmiyor.
Oysa savunma hakkı, tartışmasız en önemli hak. Kişinin kendini en iyi biçimde anadiliyle savunabileceği de fazlasıyla malum. Mesela ben Fransızcayı Saint Joseph’te, İngilizceyi de ABD’de öğrendim, övünmek gibi olmasın ikisini de epey iyi tekellüm ederim, ama ikisi de asla anadilim Türkçe düzeyinde değildir.
YCGK, YHGK’yı mı kıskandı?
Korkarım ki karar, KCK duruşmalarında Kürtçe savunma yapmakta ısrar eden Türkiyeli Kürtlere yönelik; hemen anlatacağım. Ama durun, buna ilaveten ben başka ve daha derinde bir sebep buldum galiba: YCGK, Yargıtay Hukuk Genel Kurulu’nun (YHGK) 08.05.1974 tarihli kararını kıskandı ve ona ‘tunç kafiye’ tutturmak istedi.
O ünlü karar şuydu: “Görülüyor ki, Türk olmayanların meydana getirdikleri tüzel kişiliklerin taşınmaz mal edinmeleri yasaklanmıştır.” Ve bu karar sonucunda, taşınmazlarından biri daha Türk Yargısı tarafından ‘1936 Beyannamesi’ uygulamasıyla gaspedilen Balıklı Rum Hastanesi Vakfı’nın karar düzeltme isteği reddedilmişti. Yalnız, burada ufacık bir ayrıntı bulunmaktaydı: Balıklı’nın yöneticileri T.C. vatandaşıydı. YHGK, “Türk kelimesi bir ırkı değil, bütün milletimizi temsil eder” milli palavrasını yırtıp atar biçimde, Türkiye vatandaşı gayrimüslimlerin Türk olmadıklarını “Türk Milleti Adına” açıklamıştı. Nitekim, Balıklı avukatlarının, “Yöneticilerimiz T.C. vatandaşıdır!” feryatları üzerine verdiği 11.12.1975 tarihli ‘düzeltme’ kararında, “Bu ifade bir yanılgı sonucudur” deyip, aynı kararını tekrar etti: “Bu nedenle o tümcenin düzeltme yoluyla ilamdan çıkarılmasına, bunun dışında, Vakfın düzeltme isteğinin reddine.”
Kıskanma meselesi tamamen latife, tabii. Ama her espride bir katı realite yatar: Bu kararıyla YCGK, “yabancı olsa bile” diyerek, KCK davası sanıklarına sıkı bir mesaj yolluyor: “Bakın, yabancılara bile Türkçeden başka dil konuşturmuyoruz, size hiç konuşturmayız!” diyor. Hani, meşhur berber fıkrası: “Tanıdık olmasan, su yokluğunda fırçaya değil, suratına tükürecektik...”
Kürtçe savunma niye haktır?
Bin defa yazdım; kurucu antlaşmamız Lozan’ın 39/5 maddesi aynen şöyle: “Devletin resmî dili bulunmasına rağmen, Türkçeden başka dil konuşan Türk uyruklarına, mahkemelerde kendi dillerini sözlü olarak kullanabilmeleri bakımından uygun düşen kolaylıklar sağlanacaktır.” “Türkçeden başka dil konuşan” derken tabii ki anadil, “kolaylıklar” derken de tabii ki tercüman. Fakat Türk Yargısı, Türkiyeli Kürtlere bu hakkı kullandırmıyor. Şu gerekçelerle:
1) “Bu madde sadece gayrimüslim T.C. vatandaşları içindir, Kürtlere uygulanmaz. Çünkü kesimin başında ‘Azınlıkların Korunması’ yazmaktadır.” Oysa, madde “gayrimüslimlere” demiyor; “Türk uyruklarına” diyor. Ayrıca, ‘insan hakları’ terimi belgelere ancak 1945’te girdi; Lozan imzalandığında sadece ‘azınlık hakları’ terimi vardı.
2) “KCK sanıkları Türkçe biliyor, Kürtçe savunma yapamazlar. Ceza Muhakemesi Kanunu (CMK) ve AİHS buna engeldir.” Bir kere, madde, “Türkçe bilmeyen” demiyor; “Türkçeden başka dil konuşan” diyor. Yani, Türkçe biliyor-bilmiyor ayrımı yapmıyor. İkincisi, tercüman getirtmek için “meramını anlatacak kadar Türkçe bilmeme”yi arayan CMK Md. 202 burada geçmez, çünkü Anayasa Md. 90/5 uluslararası antlaşmaları (Lozan) kanuna üstün tutmaktadır. Yine, tercüman getirtmek için “duruşma dilini anlamama”yı arayan AİHS Md. 6/e de geçmez, çünkü genel (ve üstelik asgari) kuraldır, burada özel kural getiren Lozan uygulanır.
Özet ve sonuç
Türk Yargısı, özellikle de yüksek yargı, mazide hep yaşadığı ve istikbalde kendine bile itiraf etmeyeceği bir bilinçaltıyla malul: 1) Ulusalcılık yapıyorum derken dincilik yapıyor, çünkü Müslüman olmayanı Türk saymıyor; 2) Kurucu antlaşmamız Lozan’ı bölücü sayıyor. “Derin bilinçaltı” dediğim bu işte. Türk-İslam Sentezi.
not: Vee, şu anda gelen haber: “Danıştay, TV’deki ‘gerilla’ kelimesine yasak getirdi.” Eh, demek ki boşuna dememişiz, derin bilinçaltı diye. Tevekkeli değil, Danıştay’ın yeni başkanı H. Karakullukçu geçenlerde artık yürütmeyi durdurma verilmeyeceğini söylüyor ve şöyle diyordu: “Başkanlık, dünyanın birçok ülkesinde uygulanan ve iyi neticeler alınan bir sistemdir. Daha demokratik olduğundan yanayız” (Hürriyet, 14.05.2012). Danıştay’ı artık çok yakından izleyiniz.