Darbeci askerler tarafından 1402’lik edilerek, hiçbir gerekçe gösterilmeden mesleğinden ve memuriyetten atılan yüzlerce meslektaşım ve binlerce memurun çileleri adına, K.E. davasına müdahillik dilekçesi verdim, mahkemeden haber bekliyorum.
Ama o günahın sahipleri sadece askerler değildi. Aynı zamanda, apoletsiz askerlerdi. Yani bazı ‘sivil’lerdi. Örnek olarak, üç tanesinden bahsedeyim.
2 telgraflı dekan
6 Kasım 1982 sabahı Mülkiye’deki görevime geldim, odacılar bir sarı zarf uzattılar. YÖK düzeninden önce iki kez dekan adayı olmuş ama oy alamamış, YÖK kurulur kurulmaz Doğramacı’nın önerisi ve K.E.’nin imzasıyla dekan atanmış Prof. Dr. Necdet Serin, YÖK tarafından görevden alındığımı tebliğ ediyordu.
İdare mahkemesine başvurdum. 22 Temmuz 1983 sabahıydı, gittiğim köyün PTT acenteliğini yapan bakkaldan seslendiler, dükkân zaten kiraladığım odanın karşısındaydı, bir telgraf gelmiş. Özetle: “İdari davayı kazandığınız için görevinize dönünüz - Dekan Prof. Dr. Necdet Serin.” Çok sevindim. Ama iki dakika sonra bakkal tekrar seslendi. İkinci bir telgraf gelmiş; özetle: “1402 s. kanun uyarınca görevden alındığınızdan... Dekan Prof. Dr. Necdet Serin.” Birinci telgraf önceki gece 21.50’de, ikincisi ise 22.00’de çekilmişti. Çok açıktı ki, Dekan Serin, kendisine tazminat davası açmayayım diye, kazandığım davanın telgrafını 10 dakika önce çektirip, 1402’yi öyle tebliğ etmişti.
Ama asıl merak ettiğim şu oldu: 1402’yle atılışımın amacı, tabii ki, kazandığım idari davanın uygulanmasını imkânsız hale getirmekti. Yalnız, askerler o kadar işin arasında bir sübyan asistanı ve idari dava kazandığını nereden bilecek? Sakın, dekanlığın ardından Ankara Üniversitesi rektörlüğüne yükseltilecek olan sayın dekanım, bu iptal kararını uygulamaktan kaçınmak için, Sıkıyönetim’i 1402’yle işlem yapmaya tahrik veya teşvik etmiş ve göreve dönme tebligatını, 1402 kararını alana kadar kanuna rağmen tam 64 gün bekletmiş olmasın?
Bir başka apoletsiz
Onunla birlikte atılmıştık. Ona da 1402’lik olma tebligatını bir odacı getirdi. “Saat beş buçuk. Mesai bitti. Ben bunu tebellüğ etmiyorum” dedi. O gece evine aynı yazı, bir yüzbaşıyla yollandı. (Haldun Özen, Entelektüelin Dramı, İmge Y., 2002, s. 173)
Bu profesör, 2001’de YÖK üyesi yapıldı. Daha ilginci, 2007’de E. Jandarma Genel Komutanı Org. Şener Eruygur’un başkanlığında Atatürkçü Düşünce Derneği’nin düzenlediği Cumhuriyet Mitingleri’nin kent kent dolaşan ulusalcı profesör kadrosunun üç demirbaşından biri oldu. (Diğer ikisi, şu anda CHP milletvekili olan kadın profesörler. Mülkiye’den olanı mitinglerde, “Türkiye’nin güvencesi Kemalist Ordu’yu bağrımıza basıyoruz” ve “Kemalist Ordu konuşacak!” dedi. İstanbul’dan olanı, “'Ne mutlu Kürt’üm ya da ne mutlu Ermeni’yim' demek insan hakları ve demokrasi diye yutturuluyor. Bir Türk vatandaşı olarak, bir ulusalcı olarak TSK'ya şükranlarımı sunuyorum” diye konuştu. (Hatırlayın; bunlar ‘sivil’).
Benimle atılan profesör ise “Bizim ordumuz, emperyalizmi rahatsız eden yanıyla öne çıkmaktadır” dedikten sonra, 14 Nisan’da Tandoğan ve sonra İzmir’de, antiemperyalizm adı altında din ayrımcılığına girişti: “Hıristiyan misyonerliği başını alıp gitmektedir. İstanbul’u, başında Ortodoks patriğinin bulunduğu bir dukalığa dönüştürmek isteyenlerin iştahları iyiden iyiye kabarmıştır. Elimize bedava İncil tutuşturuyorlar.” Bu profesör, o meydanlarda, Hrant’ın cenazesinde “Hepimiz Ermeni’yiz” diyenleri de kınamayı ihmal etmedi. (Bilgi için: Prof. Dr. Türkan Saylan, içinde “Küçücük çocukları katil yapan ırkçılığa karşıyız. Asla olmayacak darbelere karşıyız” geçen bir konuşma hazırladığı için, İzmir mitinginde konuşturulmamıştır; E. Temelkuran, Milliyet, 15.05.2007.)
Demirel sivil miydi?
Ben, basit bir asistanken atıldığım için müdahil oluyorum, ama o kişi, başbakanlıktan iki kere kovulduğu halde olmuyor. Özrünü sormayın, kabahatinden büyük: “Bu bir ihtilal mahkemesidir; yani 1980’de yapılmış olan ihtilalin, karşı mahkemesidir. Böyle bir şey ilk defa görülmektedir.” Müdahil olmama gerekçesini, halkın kendisini 91’de başbakan, 93’te de cumhurbaşkanı seçmiş olmasıyla açıklıyor: “Yani Demirel hesabını gördü ihtilalle; hem kendisi hem de halkı namına hesabını gördü” (M. Yetkin, Radikal, 05.04.2012). Devam ediyor: “2010 referandumu, 1982’yi ortadan kaldırmaz” diyor. Sayın Demirel, K.E.’nin avukatından bile daha K.E.’ci.
Nasıl iş bu? Stockholm Sendromu mu bu? Ne gezer, keşke öyle olsa. Bu, resmen, meşhur Demirel kurnazlığı: Darbeler soruşturulmaya başlayınca, işin 28 Şubat’a ve kendisine uzanacağını anladı. Nitekim, F. Bila’ya şöyle diyor: “Bugünlerde Türkiye’ye en çok lazım olan şey birlik ve beraberliktir. Türkiye’yi bölmenin, kutuplara ayırmanın manası yoktur.” (Milliyet 05.04.2012)
Şimdi ben düşünüp kıkır kıkır gülüyorum. Çünkü bunları duyan Apoletli Generaller, E. Org. Tuncer Kılınç’ın Yeni Akit’e Erbakan hakkında söylediklerini bu Apoletsiz General için tekrarlayacaklar. “Demirel millici bir liderdi. Onu doğru anlayamadık!” diye dizlerini dövecekler...