ROBER KOPTAŞ

Rober Koptaş

HAYAT OLDUĞU GİBİ

Azaltıla azaltıla

 

İki hafta, Osmanlı döneminde kurulan ‘Ermeni milleti’ idari yapılanmasının Cumhuriyet döneminde nasıl yıkıldığını anımsadıktan sonra; geçen hafta, Patrikliğin zamanla nasıl tek temsilci –ama kuşatılmış, baskılanmış, kolu kanadı kırılmış bir temsilci– haline getirildiğini tartıştık. Bu hafta da, ruhani alan dışında kalan siviller cephesinde manzaranın nasıl olduğuna, dalga dalga gelip vuran selin ardında ne bıraktığına bakalım. Böylelikle, Türkiye Ermenilerinin mevcut sorunlarına da bir giriş yapmış oluruz.

Bundan 100 yıl önce yaklaşık 2 milyon nüfusa sahip bir halktan 50 bin kişilik bir cemaate doğru azaltılmış bir topluluğun yaşadığı travma ve kaygıların, Cumhuriyet döneminin hiç de kolay olmayan siyasi ortamında içe kapalılık doğurması doğaldı. Bu içe kapalılık ve sessizlik ise toplumun genel değer yargılarının daralması, sığlaşması, vizyonun büyük ölçüde kapanmasına yol açtı. Ermeniler için öncelikli olan sessiz sakin, dikkat çekmeden yaşamak, ekmek parası kazanmak, mümkünse kurumlarını ve dilini, kültürünü yaşatmak oldu. Üretmek ve yaşamak yerine korumak ve saklanmayı koyan böyle bir hayatta kalma stratejisi, yüksek idealler doğurmayacaktı şüphesiz. Dedikodusu ve çekememezliği bol, kapı ardı iş çevirmenin kural halini aldığı, kimsenin kimseye hesap vermediği, al gülüm ver gülüm  yürüyen bir hayat daimi nitelik kazandı, zamanla o daralmış toplumsal ortamımızı yozlaştırdı; daha da zamanla bir bataklığa dönüştürdü.

Bilemiyorum, belki geçmiş zamanlarda, kapalılığın getirdiği bu tür sorunlardan kurtulmak için, ataerkil yöntemler, gelenekler, nesilden nesile aktarılan kimi ahlaki hasletler yeterli oluyor, sorunlara birer çözüm bulmak mümkün olabiliyordu. Ancak Türkiye’nin hızla dönüştüğü, dünyaya açıldığı, çokseslileştiği ve katı olan her şeyin buharlaştığı bir zaman diliminde, üstelik siyasi ortam da bazı siyasi ve kültürel hakları elde etmek için uygunken, Ermenilerin bu pejmürde, pespaye hali giderek daha zor taşınır hale geliyor, daha çok insanı rahatsız ediyor.

Ermeni toplumunun kilise dışında kalan sivil alanı, vakıflar, okullar, dernekler, basın, korolar, amatör tiyatro toplulukları ve gençlik gruplarından oluşuyor. Yapısal sorunlar, geçmiş acı deneyimler, siyasi baskı ve korkular, insan kaynağının yetersizliği gibi ağır sorunlar, organizasyonluk, plan ve programsızlık, dayanışma ve denetim eksikliği gibi, günlük hayatı zorlaştıran, geleceği karartan sonuçlar doğuruyor.

Bütün bu kurumlar merkezi ve meşru bir yönetim mekanizmasına ihtiyaç duyuyorlar. Kimi planlama için, kimi muhatap olarak, kimi bir tür güvence niyetine... Mevcut durumda bu boşluğu Patriklik dolduruyor, ama zaten kendi tüzel kişiliği, hukuki statüsü, yönetmeliği ve yeterli kadrosu olmayan Patrikliğin böyle bir işlev görmesi mümkün değil. Kaldı ki, ruhani kurumun hayatın her alanını şekillendirmeye çalışmasının olumlu sonuçlar doğurması da pek mümkün değil. Yakın geçmişte bu boşluğu doldurmak amacıyla kurulan VADİP’te, temelindeki bazı önemli yanlışlar ve bu yanlışları düzeltecek bir irade gösterememesi nedeniyle beklentileri karşılamaktan çok uzak.

Bu olumsuz manzara, bugün karşı karşıya olduğumuz sorunların da müsebbibi. Çözüm ise, yeniden yapılanmaktan, bunun yollarını tartışmaktan, ulaşılabilecek en doğru çözümleri bulmaya çalışmaktan geçiyor. Şikâyetler yüksek sesle dile getirilmeye başlandı, ama çözüm yollarını henüz derinlemesine konuşmaya başlamadık.

Haftaya: Eğitim meselemiz

Yasta buluşmak

Ulusların mutluluklarını, sevinçlerini paylaştığı günler vardır; Ermenilerin ulusal günü ise yasla birlikte anılır. Ermenice takvimlerde, o gün, geri kalan 364 günden farklı olarak siyah çerçeve içine alınmıştır.

İlk kez 1919’da, İstanbul’da, kendileri de ölümün ateşten yüzünü görmüş aydınların girişimiyle yas ve anma günü olarak idrak edilen gün, Türkiye’den gayri, dünyanın dört bir yanında, Ermenilerin olduğu her yerde insanları bir araya getirdi yıllar yılı.

Türkiyeli Ermeniler için ise bu acının değil yasını tutmak, bunu akıldan geçirmek bile günahların en büyüğüydü. Sessiz sedasız yaşamaya çalışan Ermeniler, o günü alelade bir gün olarak yaşamak zorundaydı. Hatta diğer günlerden daha alelade yaşamak zorundaydı. Daha sessiz, daha görünmez olarak.

2005’te bu tabu, İnsan Hakları Derneği’nin çabasıyla düzenlenen anma etkinliğiyle yıkıldı. Bastırılmış olan, bambaşka bir boyutta geri dönüyordu.

Soykırım Ermenilerin yaşadığı en büyük trajediyse eğer, yaşananları yüz yıl sonra hâlâ ve hâlâ bütün dünyaya anlatmaya, yeniden ve yeniden onay almaya çalışmak, yüz yıl sonra hâlâ başkalarından tasdik görme zorunluluğu hissetmek de, büyük bir dram.

Ermeniler on yıllardır neler yaşadıklarını, anne babalarının nasıl katledildiğini, yerlerinden yurtlarından nasıl sökülüp atıldığını anlatıyorlar dünyaya. Tarihsel olarak bütün dünyanın bildiğini, cümle âlemin kabul ettiğini, yine ve yeniden, zamana ve mekana göre değişen şekillerde, farklı dillerde, farklı söylemlerle tekrarlıyorlar.

Bu acıların görmezden gelinmesi, yok sayılması, küçümsenmesi, sayıya vurulması, politikaya âlet edilmesi, tarihten silinmeye çalışılması, inkar edilmesi karşısındaki duygusal patlama, ifadesini, kaybedilen yurdun, kaybedilen canların ardından yakılan ağıtlarla buluyor; yok edenin, yok sayanın, hor görenin yüzüne, öfke dolu sloganlarla çarpıyor. İnkar, işte böylece, Ermenileri çığlıklara ve sloganlara indirgeyerek, insanlığa karşı işlenmiş suça ortak oluyor.

24 Nisan 1915'te, İstanbul'da zaptiyelerin ellerindeki listelere göre tutukladığı iki yüzden fazla Ermeni aydının pek çoğu, hayatları boyunca ellerinde kalemle fikir mücadelesi vermişlerdi. Bir halkın kültür hayatını şekillendiren seçkin tabakanın ortadan kaldırılmasının acısı ve etkisi çok büyük oldu ve bu durum sonraki bütün kuşakları etkisi altına alacak bir çoraklaşmaya yol açtı.

Ermeniler, bu büyük yaratıcılar grubuna duydukları saygının sonucu olarak 24 Nisanı milat kabul ettiler. Onları anmak, bütün masum kayıpları anmak anlamına geliyor.

Ermeniler ve Ermeni olmayanlar yan yana gelip onların anısını hep birlikte anabilmek, yan yana durabilmek, yasta buluşabilmek çok değerli. Böyle böyle, sevinçte de buluşacağımız günler gelecek.