Geçen hafta yeni anayasa çalışmalarında süreç devam etmesine rağmen 4+4+4 yasasının yapılış ve TBMM’den geçiriliş şeklini, AKP dışında kalan çevreler için biraz umut kırıcı olduğunu söylemiş ve birkaç noktadan kabaca bahsedip, devamını bu haftaya bırakmıştım. Devam edelim.
Yapılış şeklindeki ‘zorlayıcılık’ malum; o konuya artık girmiyorum. Girebileceğim kısmı ise 4+4+4’ün kendisi ile Kur’an ve Hz. Muhammed’in hayatı derslerinin seçmeli de olsa müfredata girmesi. Dini bir konu olduğundan bunu tartışmak hayli zor olsa da, gözden kaçıramayacağımız bir durum var. O da şu: Bu konunun laik, Alevi ve gayrimüslim çevrelerin zihninde bir soru işareti doğurduğu açık. Beri yandan, sivil iradenin böyle bir talebi varsa ve bu talep %50’nin biraz üzerinde oy almış bir iktidar partisi tarafından uygulanmak isteniyorsa, ne yapılabilir? Özellikle de, hem “Milli irade bunu istiyor” argümanı arkasında rastlanabilen ‘çoğunluk baskısı’na meydan vermeden, hem de kerameti kendinden menkul bir pozisyondan konuşup toplum iradesine ket vurmaya çalışmadan.
Geçen haftaki yazıda da, konuda izlenebilecek yola değinmiştim. Türkiye bunu kendi kendine bulmuş zaten, uzaklara gitmeye gerek yok. İmam hatip liseleri, daha doğrusu ikili eğitim sistemi, bu konuda uygun bir çözüm olabilir. Yani 28 Şubat’çıların yaptığının tersine, imam hatip liseleri düz liselerle denk bir konuma getirilip, bunlara ilköğretim sınıfları da eklenebilir. Düz liseler ise, böylesine dini bir yüklemeye tabi olmadan, kız çocukları büyümeden, daha erken yaşta açık liseye geçebilsinler diye okul dönemleri eğilip bükülmeden, hatta mevcut durumda zorunlu olarak okutulan din ve ahlak bilgisi dersi hayli revize edilip, tüm dinleri içerecek biçimde yenilenerek yoluna devam edebilir. Bu formülde muhtemelen birçok pürüz keşfedilecektir. İşte, tevhid-i tedrisat ilkesi bozulacak mı, imam hatip liselerinde küçücük kızlar ve erkekler ayrı sınıflarda mı okuyacak, kızlar başörtüsü mü takacak, gibi... Bunlar, çözülebilecek ve ağırlıklı olarak muhataplarını ilgilendirecek konulardır. Ve mevcut durumda filli işleyiş zaten buna yakın bir durumda cereyan etmek üzere.
Burada benim üzerinde durduğum konu, çocuklara bu kadar yüklenilmemesi ve 28 Şubat’ın rövanşı da dahil olmak üzere, toplumun böyle büyük meselelerinin ilk ve orta okullardaki dersler marifetiyle çözülmeye çalışılmaması. Bu toplumda Aleviler var, Kürtler var, gayrimüslimler var; bir de çoğunluk olan Sünniler var. Elimizde, çoğunluk dışında kalan ve bugüne kadar yeraltına itilen grupların talepleri var. Ve evet, kamusal hayattan bugüne kadar itilen Sünnilerin de talepleri var. Peki, ne yapacağız? Bu toprakların çoğulluğunu yine esgeçip, çoğunluğun taleplerini yeni ve değişmez bir ‘resmi görüş’ haline getirip çocuklara mı dayatacağız? Koca Türkiye’nin devasa meselelerini, din derslerine göstermelik bir şekilde Aleviliği de katarak (ki ne dozda/şekilde katılacağı ayrı bir tartışma konusu olacaktır), Hıristiyanlığı da katarak (ki yine ne şekilde ve ne dozda katılacağı ayrı bir tartışma konusu olacaktır) Sünni/dindarlar için ekstra çoğaltılmış dersler koyarak ve Kürtleri hiç katmayarak çözmemiz mümkün mü? Bu meseleler ortaokulda çözülür mü dersiniz?
Tekrar ikili sistem formülüne gelelim. Bu, “Eğitim tekliğini bozuyor” gibi itirazlara rağmen, sadece Sünnilerin değil, Alevilerin ve Kürtlerin de problemlerini büyük ölçüde çözebilecek bir formül olabilir. Yani imam hatip okulları ‘sistemi’ni çoğaltıp Aleviler ve Kürtlerin de kendi liselerini kurabilecekleri ve bunların hepsinin Milli Eğitim Bakanlığı’nca –bir şekilde– denetleneceği, çoklu bir sistemden bahsediyorum. Elbette, düz liselerin varlığını sürdürmesi, ve eğitim kalitesinin A’dan Z’ye değiştirilmesi, iyileştirilmesi şartıyla. Böylece hem Türkiye’yi oluşturan toplumsal grupların talepleri en azından eğitim ve anadili düzeyinde karşılık bulmuş olacak, hem de düz liselerin iyileştirilerek korunmasıyla insanlara ‘seçme hakkı/özgürlüğü’ verilmiş olacaktır. Doğrudur, devletçi çevrelerin önem verdiği ‘tevhid-i tedrisat’ sistemi görünürde dağılmış olacaktır ama hem toplumun yapısına daha uygun bir formül bulunacak, hem de zaten etnik ve mezhepsel meselelerde hızlanan ‘zihinlerdeki kopuş’u durdurmak için önemli bir adım atılmış olacaktır. Aslında lafı bu kadar uzatmaya da gerek yok; azınlık okulları için uygulanan tedrisat ve idari formülün, birkaç revizyonla, Sünniler de dahil olmak üzere tüm Türkiye’ye yayılmasını öneriyorum.
Bunun yeni anayasa ile ne ilgisi var? Var, çünkü 4+4+4’teki AKP tavrı, ‘çoğunluğun’ talepleri için gerekirse dağlar bile delinirken, başlıca özellikleri –yapıları gereği– tek bir partide birleşememek olan devasa azınlığın taleplerine kulakların kapandığını gösteriyor. Yeni anayasada da bu tavrın geçerli olmasından korkarım. Zira (abartarak söylüyorum) yeni anayasa çalışmalarında şöyle bir anlayış da var: Türkiye’de her kim yaşıyorsa bunların hepsini anayasaya yazalım, mesele çözülsün. Çocuklara ne yapıyorsak anayasaya da aynısını yapmak üzereyiz sanki. Oysa anayasa böyle ‘Türkiye’nin çoğulluğundan kaynaklanan tüm sorunları çözecek’, kutsal bir metin olmamalı, olamaz da zaten. Anayasa, aynı düz liseler gibi, bu konularda genel –demokratik ve çoğulcu– ilkeleri belirleyen ama olabildiğince nötr bir metin olabilir. Kalan kısmı ise, toplumun kendi içinde bulacağı çözümlerle hayat bulabilir.