BASKIN ORAN

Baskın Oran

İÇLİ DIŞLI

K.E.’yi asmayıp besleyelim

 

 

Anarşiden günde 10-15 kişi ölüyordu. Sağ-sol biçimindeki kardeş kavgasını önlemek gerekiyordu. Müdahale ettik.” Gündelik ölü sayısı doğru. Ama size birkaç olay anlatayım, yorumsuz, kendiniz karar verin:

1) Gazeteci A. Kahraman’ın “Neden 1 yıl önce darbe yapmadınız?” sorusuna Ordu Komutanı Org. Bedrettin Demirel: “Olayların en müsait zamanını beklemek gerekiyordu ki milletin tasvibine uğrasın (...) Kamuoyu artık çare kalmadı demeli (...) Maksat başka kurtuluş yolunun kalmadığını vatandaş idrak etsin.” (Milliyet, 15.09.1988)

2) Başbakan Ecevit: “Bazı illerde (…) sıkıyönetim istedim. Genelkurmay Başkanı Evren, ‘Elimizdeki kuvvetler daha çok ilde sıkıyönetime elvermez’ gerekçesiyle benim bu isteklerime karşı çıktı (...) 12 Eylül 1980 sabahı tüm illerde sıkıyönetim ilan etti.” (Milliyet, 29.11.1990)

3) Solcu bir örgütün 29 Eylül 1980’de adam öldürmede kullandığı belirlenen Unique marka 8477356 seri no.lu tabanca, 27 Ağustos 1980’de MHP’liler tarafından bir kahve taramasında kullanılmış ve 6 Ekim 1980’de MHP Eyüp ilçe binasında ele geçirilmişti. (U. Mumcu, Cumhuriyet, 15.11.1990)

4) Sağcı lider Hamit Fendoğlu’nun (Hamido) ölümüne yol açan bombalı paketin aynısı, bir gün önce Kahramanmaraş’a bağlı Pazarcık’ın CHP eski ilçe başkanına gönderilmiş ve alınmaması üzerine postanedeki memurun elinde patlamıştı. (Ç. Yetkin, Türkiye’de Askerî Darbeler ve Amerika, Ümit Y., 1995, s. 758)

Huzurlarınızda K.E. ve T.Ş.

Kenan Evren ve Tahsin Şahinkaya. Hayattaki cunta liderleri. 4 Nisan’da duruşmaları Ankara’da başlayacak. 12 Eylül’ü fiilen yaşamamışlara onları tanıtmak istiyorum. Sayılardan başlayalım: Gözaltına alınanlar: 650.000 kişi. Sıkıyönetim mahkemelerinde yargılananlar: 230.000 kişi. Fişlenenler: 1.683.000 kişi (Yapı Kredi Bankası, Cumhuriyetin 75. Yılı, 1998, s. 812). İdam edilenler: 50 kişi. Gözaltında ölümler: 229 kişi. İşkence sayısı belli değil ama bu konuda bir mahkeme kararı okumak isteyebilirsiniz:

Bir an için işkence yapıldığı kabul edilse bile, işkence, sanıktan doğru cevap almak için yapılmaktadır. Eğer doğru olmayan, uydurma cevaplar verilirse, işkencenin gayesi doğru cevap almak olduğuna göre, işkence daha da artırılacaktır (…) bu önermenin mantıklı sonucu, işkenceye maruz kalanın doğru cevap vermesidir. Öyleyse, ifadelerin işkence altında alındığı sabit bile görülse, bu, ifadenin gerçekdışı olduğunu, itibar edilemeyeceğini ortaya koymaz” (Erzincan 3. Ordu 2 No’lu Sıkıyönetim Mahkemesi, 24.01.1984 tarih, Esas no. 982/160, Karar no. 984/5). Askerî Yargıtay da onamış. Engizisyon’dan tek eksiği, “ruhları arındırma” gerekçesinin atlanmış olması. PKK boşuna doğmadı bu ülkede.  

1402: Suçu yoksa işten at!

Cunta’nın felsefesini en iyi yansıtan 2 uygulama vardı,. Birincisi: 1402 s. kanun değiştirildi ve Sıkıyönetim’in, istediği sivil memuru “bir daha kamuda çalıştırılmamak üzere” görevden atabileceği hükmü getirildi. Beşibiyerde’nin (her yere birlikte giden 5 cuntacının kamuoyundaki adı buydu) 4 Şubat 1983 genelgesindeki gerekçe şuydu: “Bir kısım öğretim üyelerinin geçmişte suç delili bırakmadan çeşitli olaylara karıştıkları, bu şahıslarla ilgili bir suç unsuru bulunamadığından adli takibat yapılamadığı…” Tekerlekli iskemlede yaşayan Prof. Tanilli’yi, emekli olduğu halde, bu maddeyle attılar.

İkinci tipik uygulama olan 2932 s. kanun, “Kürtçe” demeden Kürtçeyi yasaklama becerisini gösteriyordu: “Türk devleti tarafından tanınmış bulunan devletlerin birinci resmî dilleri dışındaki herhangi bir dille düşüncelerin açıklanması, yayılması ve yayınlanması yasaktır.” Kürdistan kurulursa nasıl olsa Türk devleti tanımayacaktı ama, o tarihte Irak’ın 2. yabancı dilinin Kürtçe olduğunu da ihmal etmemişlerdi. Bütün bu incelikler, cuntanın emrindeki profesörlerin aklıydı, tabii.    

Ayet okuyarak laiklik dersi

Cunta, “toplumsal tutkal” olması için “Türk-İslam Sentezi”ni resmî ideoloji ilan etti. O sırada ABD Carter yönetiminin SSCB’yi kuşatmak için ilan ettiği “Yeşil Kuşak”la da tam uyumlu hale geldi. İlk ve orta öğretimde din dersleri zorunlu kılındı. Diyanet bütçesi Dışişleri’nin 1,5 katına çıktı. Yurt dışındaki Diyanet görevlilerinin maaşlarını S. Arabistan’ın Rabıta-tül İslam örgütü ödemeye başladı (bunu U. Mumcu ortaya çıkaracaktır). Kürt sorununu önlemek için, doğuda savaş uçakları otoriteye itaati emreden Kur’an ayetleri attılar.

Aynı şeyi, K.E. yurt gezilerinde yaptı. Mesela 24 Ağustos 1983’te Van’da kadınların başını örtmemesi gerektiğini Nur ve Ahzap surelerinden ayetler okuyarak anlattı. 27 Aralık 1985’te K. Maraş’ta milli birlik ve beraberlik’i Nahl, Rad, Maide ve Bakara surelerinden ayetler okuyarak savundu. 4 Temmuz 1986’da Erzurum’da dinde zorlama olmaması gerektiğini Gaşiye, Bakara, Sad, Nahl, Maide, Rad ve Enam surelerinden ayetlerle gösterdi (ayrıntılar için, benim Kenan Evren’in Yazılmamış Anıları, İletişim Yay., 2006, s. 183, 231, 243).

Asmayıp besleyeceğiz…

Çoğu insan, yaşlanınca, eski günahlarının hata olduğunu kabul eder. 89 yaşındayken, K.E. aynen şöyle dedi: “İdam kararını onayladım. Onaylarken elim hiç titremedi ve hiç vicdan azabı da duymadım” (Radikal, 03.03.2006). Yaşını büyüttürerek 17 yaşında idam ettirdiği Erdal Eren’den söz ediyordu. 3 Ekim 1984’de şöyle demişti: “Şimdi ben bunu yakaladıktan sonra mahkemeye vereceğim ve ondan sonra da idam etmeyeceğim, ömür boyu ona bakacağım!” Biz idama karşı olanlar, K.E. ile T.Ş.’yi asmayıp, ömür boyu bakmak istiyoruz.