“Bu da soru mu yani?” demeyin. Çünkü baskının esas kötülüğü, insanı sadece kendini düşünmeye iteklemesindedir. Başkalarını da düşünmesini engellemesindedir. Geçenlerde, bir grup İslamcı bunu aştı ve bir duyuruyu imzaya açtı. “[H. Dink davasında] Adaletin yerini bulmasını bekleyen bizler, bu tablo karşısında derin bir hayal kırıklığı içindeyiz. ‘Hak’ söz konusu olduğunda, Müslümanlar meselenin tabii ve zaruri tarafıdırlar.”
Duyuru’nun takdimcisi, Mazlum Der’in eski genel başkanlarından Ömer Faruk Gergerlioğlu. Şöyle yazdı: “Yıllarca başörtüsü konusunda önemli bir gayret sarf ettik. Ancak, insan hakları demek, ötekinin haklarını aramaktır en başta. Sadece size müdahalede bulunana tepki verme, ilkel bir reflekstir.” (Milat, 10.03.2012)
Yine, dıştan baskının kalkması sayesindedir ki, Erbakan’ın içişleri bakanı Oğuzhan Asiltürk, Erbakan’ın mirasının ne olduğu sorusunu daha 11 Eylül’de bir parti toplantısında ortaya attı. İslamcı yazar Ahmet Taşgetiren, 18 Mart tarihli Bugün’de “Erbakan’ın servetini tartışalım” diye yazdı. (T24, 18.03.2012)
Birbirimizi 90 yıldır keşfedemedik
Biz laikler, biz solcular, İslamcılar içindeki bu insanlık damarı ile kurmamız gereken diyaloğu yıllar yılı keşfedemedik. İki tarafın da zamana ihtiyacı vardı: Taraflardan birinin (“inşallah”, “vallahi” vs. demeyi bile gericilik sayan) İttihatçı zihniyeti aşabilmesi için; öbürünün de, kendi gettosundan çıkıp bu asil damarı geliştirebilmesi için. Bu kapatılma/kapanma yüzündendir ki İslamcılar bu ‘insan’ damarını bugüne kadar ortaya böylesine net biçimde koyamadılar. Prof. Erol Katırcıoğlu, 1 Mart tarihli Taraf’ta, Hocalı mitingi rezaletini hatırlatarak, tahlil ediyor:
“Ben giderek ikna oluyorum ki ‘mağdur’ bir kimliğin üzerindeki baskı azaldıkça, kimliğin ‘homojen’ duruşu bozulmakta, ‘kol kırılır yen içinde kalır’ anlayışıyla baskılanmış duygu ve düşünceler de ortalığa çıkmakta. Bugün olan, AKP iktidarının, ‘İslami kimliğin’ üzerindeki askerî vesayeti azaltmasıyla (...) kimliğin kendi içinde farklılaşması dediğimiz süreçten başka bir şey değil. Doğal olarak da bu kimliğin içindeki ‘milliyetçilik’, ‘Osmanlıcılık’ ve hatta ‘devletçilik’ gibi bastırılmış duygu ve düşünceler ortaya çıkmakta.” Ve şunu ekliyor: “Ama unutmamak gerekir ki ‘İslami’ kimlik olarak tanımlanan kimlik içinde yalnızca bunlar yok. Pekâlâ, gerçekten hak ve adalet kavramlarına içten inanan, barıştan ve demokrasiden yana insanların olduğu da bir gerçek.”
Niye fevkalade önemli?
Duyuru olayının önemi, bu insanların kendilerini Hrant için ortaya atmaları değil sadece. Daha en azından dört devedişi gibi sebep saymak gerek:
1) Duyurucular, sadece kendi dışlarıyla değil, esas kendi içleriyle mücadele ediyor. Ezilen grupları, birbirine düşman ve birbirinden beter iki ayrı baskı odağı ezer: Bir: Devlete hükmeden ve insan’ı “Ulus-devletimizi yıkmak istiyorlar!” marşını söyleyerek ezmeye çalışan zihniyet; iki: gruba hükmeden ve insan’ı “Bizi bitirmek istiyorlar!” marşını söyleyerek ezmeye çalışan zihniyet, ki son zamanlarda buna “mahalle baskısı” da diyorlar.
Bir’i fazla izaha gerek yok sanırım. Daha düne kadar, başını örten kızlar üniversitede okuyamadı; bu kız çocuklarını tutup ‘ikna odaları’na tıkan kadınlar şu anda CHP milletvekili. İki’ye gelince, sadece iki okuyucu yorumu aktaracağım. Biri, 09.03.2012 tarihli İslamcı İktibas dergisindeki Gergerlioğlu yazısının altından (düzeltilerek) alınmıştır: “Peygamberin metodunun neresinde tağuti [putperest] sistemden hak hukuk adalet istendiği görülmüştür? Müslüman, parçacı yaklaşımlarla uğraşmaz; yapmış oldukları şey, havanda su dövmekten başka birşey değil. Onlara şirin gözükmeyi düşünüyorlarsa, bilsinler ki siz onların yaşam biçimini kabul etmediğiniz sürece onlar asla sizden razı olmazlar.” İzahat lazım mı?
İkincisi ise: “Şeytan ABD’den ve münafık BOP’çulardan merhamet ve adalet bekleyen[ler] çok beklesinler! (…) Kim 10 yıl önceki Saddam ve Irak karşıtı o iğrenç yalan kampanyalarını hatırlıyor? Nasıl olsa herkes yalanlarının karşılığını yeşil dolarlarla almış ve sadist saplantılarını tatmin etmişti!” Türk Solu adlı ‘ulusalcı’ ve ‘antiemperyalist’ ırkçı dergiden değil, İslamcı Milat gazetesinin 10 Mart sayısından alınmıştır.
Etkisi ülke çapında olabilir
2) Duyuru, biz laik ve solcuların ulaşamayacağı ‘sessiz çoğunluk’u adaletsizliğe karşı seferber edebilir. Gergerlioğlu’nun söyledikleri yabana atılacak türden değil: “Bu acıyı [sadece Ermeniler, sosyalistler] ağırlıklı olarak sahiplense, bu mesele çözülmez. Toplumun ana gövdesini oluşturan dindar, muhafazakâr camia bu konuda doğru bir duruş ve dikkat çeken bir aktivite sergilemelidir.” (Milat, 10.03.2012)
3) İslamcı duyuru olayı, TC’nin Kürt politikasını uyarmakta. Çünkü Katırcıoğlu’nun tahlilini, esas, Kürtler için düşünün. Nevroz’da 1 milyon 80 bin liralık tahribat yapmışlar! Canları sıkıldığı için mi? Resmi tatil talep edilmediği sürece, bayramın hangi tarihte kutlanacağı devlete nerede sorulmuş yahu? Kürtlerin, KCK Sözleşmesi’nde tam bir 1930’lar Kemalizm’i sergiledikleri doğru. Ama, gettodan çıkmalarına izin vermediğimiz için olmasın sakın? Ayrıca, kim öğretti acaba?
4) İslamcı duyuru olayı, TC’nin Ermeni politikasını uyarmakta. Diaspora ‘soykırım’ kelimesine tam anlamıyla ‘kafayı takmış’ vaziyette. Sakın, 1915’i inkâra bu kadar kavi ve rezil biçimde devam edişimizden olmasın?
Muhafazakâr İslam, tabii ki bugünden yarına çıkamayacak gettosundan. Ama bu cihetteki iç dinamiğin harekete geçtiği sinyalini veren bu insanlara Türkiye’nin borcu büyük; farkındayız inşallah.