Devlet Denetleme Kurulu’nca (DDK) hazırlanan Hrant Dink davası raporundaki üstü kapalı satırlar, acaba neler içeriyor? Savcılığa ve Başbakanlığa da gönderilen bu rapordaki satırları onlar açıp okuyabilecekler. Biz ise okuyamayacağız.
Garip değil mi? Zaten bugüne kadar söz konusu kurumların önüne benzer bilgiler ve araştırmalar gelmedi mi? Neyse umarız bu kez Cumhurbaşkanlığının emriyle hazırlanan bu rapor onları harekete geçirebilir. Biz bilmesek de, onlar yine de bir şeyler yapabilirler.
Rapor aslında “gerçeklerin anlaşılması”na doğru giden sürece katkı sağlayabilecek ipuçları içeriyor. Rapor, devlet görevlilerinin doğru dürüst sorgulanmadığı ve bu nedenle “ağır bir hizmet kusurunun oluşumuna sebebiyet verildiği”ni belirtiyor.
Davanın yeniden yargılanma konusu yapılmasından “kamu görevlileriyle ilgili yeni soruşturma ve davaların açılması gerekliliği”ne kadar uzanan bir dizi önemli saptamayı içinde barındırıyor.
Şu kısmın özellikle önemli olduğunu düşünüyorum: “Kamu görevlilerinin bazı ihmal ve diğer nitelikteki fiillerinin de doğrudan adli yargı yerlerince ana cinayet davası kapsamında soruşturulmasının ve yargılanmasının zorunlu olduğu değerlendirilmektedir.”
Eğer savcılar Ergenekon davasında ataklık ve cesaretlerenin az bir bölümünü bu davada da gösterselerdi, Trabzon Jandarma Komutanı, Trabzon Emniyet Müdürü, İstanbul Emniyet Müdürü gibi görevliler, ana cinayet davası içinde yargılanabilirdi.
Hrant'ın öldürülmesine giden süreç doğru dürüst sorgulansa zaten gerçeklere kolayca ulaşılabilirdi. O, önce gazetelerde hedef gösterildi. Sonra mahkemelerde ağır saldırılara uğradı. Söylemediği sözlerden mahkum edildi. Vilayette MİT görevlilerinin “Ayağını denk aldı” tehdidiyle karşılaştı. Bu “toplu linç”i uzun uzun anlatmaya gerek yok.
Bu kampanyalar yürülürken bir yandan da cinayet planlanmıştı. Cinayetin bir Ergenekon cinayeti olduğu, hazırlanışından belliydi. Ergenekon’un önde gelen sanıklarının birçoğu, zaten Hrant’ın “hedef gösterilme süreci”nin başrollerinde yer aldılar.
Darbeye hazırlanan güçler, dönemin siyasi iktidarını iyice etkisizleştirebilmek amacıyla, Danıştay cinayeti, Rahip Santoro cinayeti gibi cinayetlerin yanına Hrant Dink ve Malatya Zirve Katliamını da eklediler. “Misyonerlik tehlikesi” darbecilerin o dönemde iç kargaşalık çıkarmak amacıyla başvurdukları propaganda biçimlerinden birisi. Bunu aslında hükümet de biliyor, cümle alem de biliyor. Davanın savcısı da esas hakkındaki iddiasında bunu itiraf ediyor. Hrant Dink cinayetinin, “Ergenekon yapısı”nın temel sistematiğini en iyi özetleyen olaylardan biri olduğu açık. Ancak, bütün bunlara rağmen, Hrant Dink cinayeti davası’nda bir hedefe ulaşılamadı.
Hrant'ı Valiliğe çağırıp yarı tehditkar, yarı uyarıcı bir tonda konuşan vali yardımcısı ve MİT görevlileri, belli ki cinayet hazırlıklarından haberdardı. Onlara kimse şimdiye kadar bir soru bile sorma gereğini duymadı. Eğer gereken kişilere gereken sorular sorulsaydı, devlet kademelerindeki bu cinayete dair bilgi sahibi olan kişilerin haritası kolaylıkla ortaya çıkarılabilirdi. Ama o zaman, “Ergenekoncu olmamasına rağmen Hrant'ın öldürülmesine göz yuman kişiler” de yargıya hesap vermek durumunda kalacaktı. Onların üzerine gitmekten çekinen irade, Ergenekoncuların rolünün daha net bir şekilde ortaya çıkarılmasına yardımcı olabilecek adımları da doğal olarak atamadı.
Bu cinayetin asıl sorumlusunun Ergenekoncular olmasına rağmen, “devletin bürokratlarının” da çeşitli düzeylerde suç ortaklığı ve/veya görev ihmali söz konusu. Bundan kaynaklanan “korunma içgüdüsü”, siyasetin şu noktaya kadar yeterince aktif davranmasını engelleyici bir rol oynadı.
“Kasten ihmal”, devletin en tepesinin hazırlattığı bir raporla yeniden gündeme geliyor. Yeni soruşturmaların, yeni davaların açılmasının mümkün olduğunun, artık en yüksek devlet katlarında dile getiriliyor olması, ne olursa olsun bir ilerleme. Sıra siyasi iradede ve yargı kurumlarında...