Türkiye’de gayrimüslimlerin bir hükümetle en muhabbetli göründüğü bir dönemde söylemek abes görünebilir, ama bu ilişkiyi düzeltmek konusunda epey yol kat etmiş olsa da, AK Parti hâlâ eski paradigmanın içinden konuşuyor. Paradigma değişikliği için gerekli adımları atmıyor, kendisini buna mecbur hissetmiyor. İşin fenası, gayrimüslim topluluk temsilcilerinin de buna dair net bir talebi yok. Yani geleceğe adım atmak, AK Parti’nin inisiyatifine bırakılmış durumda.
“Ne demek istiyor bu adam?” diye sorduğunuzu duyar gibi oluyorum. Açıklamaya çalışayım. Açıklayabilmek için, isterseniz, eski paradigmanın ne olduğunu, AK Parti’nin ne yapmaya çalıştığını ve henüz eşiğine bile varılmadığına inandığım yeni paradigmanın ne olabileceğini anlatmayı deneyeyim.
Gayrimüslimler konusunda devletin geleneksel tavrı, onların hayatını mümkün olduğunca zorlaştırmak, aldıkları her nefesi izlemek ve mümkünse o nefesin rahat alınmamasını sağlamaktı. Bunun için akla gelebilecek her baskıya başvurulur, insanlar sindirilir, korkutulurdu. Bunlar yapılırken de, her zaman için, bütün vatandaşların eşit olduğu, gayrimüslimlerin bu ülkenin ayrılmaz parçaları gibi davrandığı, onlar sadık ve makbul vatandaşlar gibi davrandığı sürece de, sorunlarının çözülebileceği mesajı verilirdi.
Bu düzende dertlere derman, cemaat ve devlet temsilcileri arasındaki görüşmelerde, kapalı kapılar ardında aranırdı. Gayrimüslimlerin her zaman çok nazik, sabırlı, anlayışlı olması gerekir; buna rağmen, en ufak sorun bile çözülmediğinde, yutkunup ses çıkarmadan yola devam etmeleri beklenirdi. Devletin tehdit algısı gereği, sorunlar zaten bilinçli olarak çözülmezdi. Ama unutmayalım ki, en sert zamanlarda dahi devlet yetkilileri genel olarak olumlu mesaj vermeye çalışır, birlik ve beraberlikten söz ederdi.
Gayrimüslimlere karşı büyük suçların işlendiği, haksızlıkların yapıldığı bu geçmiş üzerine AK Parti elbette ki bazı önemli adımlar attı. Her şeyden önce, çözüm için gerçekten istekli olduğu mesajını sürekli olarak verdi. Eşit vatandaşlık vurgusu, herkesi tektipleştiren değil, farklılıkları kabule dayalı bir ton kazandı. Bu söylem değişikliği bazı eylemlerle de kendini gösterdi. Geçmişin kötü izlerini silecek bazı telafi adımları atıldı.
Bunların hiçbirine itirazım yok, çünkü iyi veya kötü, yapılanlar ortada. Ancak, paradigma değişmedi derken, tam da bu “geçmişin kötü izlerini silmek” çabasından söz ediyorum. Çünkü, “Geçmişte yapılan kötü işlerin bir kısmının düzeltilmesi” perspektifi, köklü bir değişimi işaret etmiyor. Üstelik, geçmiş, mağduriyetler açısından o kadar zengin bir ülke ki, bin bir sorun arasından birkaçının üzerine gidilip çözüm üretilmesi bile büyük bir başarı olarak sunulabiliyor. Bu adımlar, çoğunlukla AB’nin veya ABD’nin talepleri doğrultusunda atıldığı halde…
Bunları bana, Egemen Bağış’ın Avrupa Birliği Diyalog Toplantıları kapsamında inanç gruplarıyla yaptığı toplantı düşündürdü. Çünkü kanımca, başlığı itibarıyla yeni paradigmayı ima etse de, içeriği ve üslubu itibarıyla eski paradigmanın bir tekrarıydı bu toplantı. Olan biten, bir bakanın, gayrimüslimlere haklarını vermekte ne kadar bonkör olduklarını ballandıra ballandıra anlatmasının ardından, cemaat temsilcilerinin, çoğu zaman ezilip büzülerek, “Efendim, iyi niyetinizden ve yapmak istediklerinizden hiçbir şüphemiz yok. Ama şu sorunumuzu da dikkate alsanız müteşekkir oluruz” demesinden ibaretti. Bu sorunlar da yine, geçmiş haksızlıkların giderilmesiyle ilgiliydi ve esasında bir lütuf değil, hak meselesiydi. Buna karşın Bakan’ın cevabı ise, sorunları not ettikleri, sabırlı olmak gerektiği, yavaş yavaş bu sorunların halline gayret ettikleri oldu. Bu sabır telkinine karşı, hükümete her zaman sıcak mesajlar vermeye gayret eden Bedros Şirinoğlu dahi, “sürat” talep etti. Ama Bakan bu sefer de üst perdeden “Fazla sürat savrulma getirir, iyi değildir” diyerek kapıyı kapattı.
Neticede, sadece geçmişte yapılan hataların bir kısmını, üstelik zamana yayarak ve iç-dış konjonktür elverirse düzeltmeye dayalı bir bakış açısı için “yeni” denilemez. Sorunlar derin ve çok. Siyasi iktidarın, gayrimüslimlerin din ve örgütlenme özgürlüğünü tanıması, karşılaştıkları tüm sorunları çözmek için bütünlüklü bir irade ortaya koyması ve bütün bunları da hak mantığı çerçevesinde yapması gerekiyor. Eğer gerçekten demokratik, eşitlikçi ve çoğulcu bir yaklaşım inşa edilmek isteniyorsa, AİHM’de yürütülen dava sonucunda Türkiye’nin mahkûm olduğu Büyükada’daki Rum Yetimhanesi’nin iadesinin bile iradi bir icraat gibi propaganda malzemesi yapılması kabul edilemez.
Anti-demokratik uygulamaların bir kısmının giderilmesiyle yetiniliyor, sorunlar temelden çözülmüyorsa, üstelik her adım, oy kaygısı, milliyetçi kesimin tepkisi gibi risk hesaplarıyla atılıyorsa, yeni paradigmadan söz edilemez. Manzara buysa, AK Parti sadece, “olumlu davranan” bir eski usul yönetici olmayı tercih ediyor demektir. Bu da, siyasi dengelere göre tutumun her an değişebileceğini ima eder. Kürt Sorunu’nda paradigma değişikliği anlamına gelen açılım siyasetinde ısrar edilmemesinin bugün bizleri nereye getirdiği ortadayken, gayrimüslimler konusunda da bir tür “doğal sınır”ın var olduğunu tahmin etmek zor değil. Oysa asıl iş, tam da cumhuriyet rejiminin o dar doğal sınırlarını aşmakla başarılacak.
Yeni Tıbrevank
Ortaokulu ve liseyi Surp Haç Tıbrevank’ta okudum, ama sonra kendimi bu okula bağlı hissetmedim. Orada geçen yıllar, arkadaşlarım, hatıralar elbette ki çok değerli ve sevgiyle anılmaya layık, ama okulun, bize katabileceği bazı değerleri vermek için çaba göstermemiş olduğunu fark etmenin yarattığı hayal kırıklığı, beni 6 yıl boyunca yuvam olan kurumdan soğuttu. O okulda hayata pek hazırlanmadığımızı, farklı yeteneklerimizi ortaya çıkarmayı amaçlayan bir eğitimden geçmediğimizi anlamak, umut kırıcıydı.
Anadolu’da 1915 bakiyesi kılıç artığı Ermenilerin toplanması, kaybolmaması için kurulan Tıbrevank, bu yüce amacının çok uzağına düşmüştü yıllardır. Okul güçsüzleşiyor, kapanacağı söyleniyordu. Bugünse, genç bir ekip, Tıbrevank’ın üzerindeki bu ölü toprağını atmaya talip oldu. Kurumu köklü bir değişimden geçirip, yeni bir eğitim-öğretim programı ve projelerle, Tıbrevank’ın misyonunu yeniden tanımlayarak, onu geleceğe taşımak istiyor, bunun için harıl harıl çalışıyorlar.
Geçen Pazar düzenlenen sevgi sofrasında da, fikirlerini Ermeni toplumuyla paylaştılar, heyecanlarını herkese gösterdiler. İşleri çok zor, ama sırf taşın altına ellerini soktukları, vizyon sahibi oldukları, bir sinerji yaratmayı başardıkları için övgüyü hak ediyorlar. Yolları açık… Onları desteklemek de, hepimizin görevi olsun.