Kitabı elimden bırakamadım. 350 küsur sayfayı bir günde bitirdim. Su gibi aktı sayfalar. Beni böylesine saran başka kitaplar da olmuştur ama onlar bana yeni şeyler öğreten, düşündüren kitaplardı. Oysa bu, çok iyi bildiğim şeylerden söz ediyordu. Peki, beni saran ve sarsan neydi? Sözünü ettiğim kitap Rıfat Bali’nin yayına hazırladığı, Gayrimüslim Mehmetçikler başlıklı hatıralar-tanıklıklar (Libra, Ekim 2011). Kitabın başında, Osmanlı ve Cumhuriyet döneminde azınlıkların askerlik maceraları yer alıyor. Devletin ve ‘ileri gelenlerimiz’in bu ‘olay’a –yani sıradan vatandaş sayılabilecek kimselerin ‘azınlık’ sayıldığında başına gelenlere– nasıl baktığını ilk bölümlerde öğreniyoruz.
Bana asıl çarpıcı gelen, azınlık askerlerinin anılarını içeren son bölümler oldu. Komik ve çoğu trajik olaylardı bunlar. Ayrımcılık üstüne bir doktora tezi bu kadar öğretici ve etkili olamazdı. Seksenden çok tanıklık, bize önyargıların, ırkçılığın, haksızlığın, ikiyüzlülüğün, milliyetçiliğin nasıl farklı biçimlerde uygulanabileceğini göstermekte. Devlete endeksli kişilerin nasıl düşündüğünü, neler yapmaya muktedir olduğunu da okuyoruz. Askerlik öykülerini okuduğumuz insanların birçoğunu yakından tanıyoruz: Patrik Bartholomeos’tan şarkıcı Fedon Kalyoncu’ya, Hrant Dink’ten Etyen Mahçupyan’a, iş adamı İshak Alaton’dan fotografçı Alberto Modiano’ya, onlarca yabancılaştırılmış sıradan ‘vatandaş’.
Kitabı bitirip kendimi yoklayınca, asıl etkileyici olanın anlatılanların kendileri değil, birilerinin bu öyküleri anlatmış olmaları olduğunu hissettim. Yani pek konuşmayanlar konuşmuştu. Azınlıklar konuşmayan, yazmayan, sessiz kalan, düşük bir profil sergileyen topluluklardır. Ezik, çekingen, kuşkuludurlar. İstisnalar azdır. Arada konuşanlar çıktığında, azınlık sayılmalarını tartışmalı kılan bazı özellikler taşıdıklarını görürsünüz. Bir kısmı ‘vatan’ı terk etmiş, başka bir ülkeye göç etmiştir; artık daha güvenli bir ortamda yazmakta ve konuşmaktadır. Aklımda, Atina’da veya Amerika’da yaşayan İstanbul Rumları veya Türkiye’de yaşayan Batı Trakyalı Müslümanlar var. ‘Diaspora’ diyelim bu tür azınlıklara. Sessizliklerinin faiziyle iadesini gözetircesine haykırırlar sık sık. Bazen de ülke içinde olan birileri seslerini yükseltir ama olayı yakından izlerseniz, bu insanların azınlık olarak değil, bir ‘anavatan’ın memuru gibi çalıştığını görürsünüz. Güvende hissederler kendilerini, çünkü sonunda emekliliği sınır ötesinde bir devlet sağlayacaktır. Bunlara da ‘sözde azınlık’ diyelim. Onlar başka bir çoğunluğun sözcüleridir. Ancak kendilerini bir tür çoğunluk hissedince konuşurlar. Sesi çıkan gerçek azınlık üyeleri, topluma entegre olabilmiş olanlardır ve onların sayısı çok azdır.
Gerçek anlamda azınlıkların meydana getirdiği edebiyat metinlerini, araştırmalarını, sanat yapıtlarını, değerli ‘obje’ler olarak görür ve ararım. Bu kitap, bu açıdan çok özel. Çünkü onlarca kimse, kendi özel komik/trajik askerlik anılarını anlatırken, sonunda ortaya ne çıkacağını bilmeden konuşmuş ve ortaya, azınlık-çoğunluk, azınlık-devlet ilişkileri konusunda bir başyapıt çıkmış. Bu öyküler, söz konusu ilişkilerin nasıl bir çeşitlilik sergileyebileceğini göstermeleri açısından da şaşırtıcı. Sanki aynı olan iki durum yok, herkesin farklı deneyimleri olmuş. Bu kitabın sergiledikleri yeniden ele alınarak ilginç ve yararlı çalışmalar yapılabilir.
Kitaptan benim çıkardıklarım, şunlar: (1) Azınlık üyeleri askerlik anılarını yazmak istememişlerdir. Eğer Rıfat Bali onlardan özel olarak istemeseydi, bu zengin tanıklıklar hiçbir zaman yazıya dökülmeyecek ve bilinemeyecekti. (2) Azınlığın çoğunlukla ilişkisinde, birbirinden çok farklı, en azından iki düzey söz konusu: Bir yanda yasalar, resmi veya gayriresmi devlet ve yönetim kararları ve uygulamalar, öte yanda insan ilişkileri. (3) Azınlıkların dertleri (ayrımcılık, ırkçı dışlamalar vb) hem devletten hem de çoğunluk üyelerinden kaynaklanabilir. (4) Azınlıktan yana kararlar ve uygulamaların da –yani umut verici işaretlerin de– iki kaynağı olabilir: Bazen devlet azınlıktan yana davranır, bazen toplum içindeki bazı çoğunluk üyeleri.
Söz konusu kitabın belki en yapıcı ve önemli katkısı, bu son tespitle ilgili. Gayrimüslim Mehmetçikler bazen bir subayın, bazen çoğunluktan birilerinin sevgisi, saygısı ve anlayışı ile nefes alabilmiş. Bunu onlarca hikâyeyi okurken görebiliyoruz. Ne devleti temsil eden kimseler, ne de sıradan vatandaşlar (ve tabii, ne de azınlık üyeleri) birbirinin aynıdır. Kitaptaki metinleri dikkatle okuyanlar (ve ille yalnız görmek istediklerini görüp, görüşlerine uymayanı görmezlikten gelerek inançlarını tazelemeye koyulmayanlar), toplumun ve insanların ‘iyi’/‘kötü’ kalıplarına sıkıştırılamayacağını göreceklerdir. Genel eğilimlerden söz edilebilir kuşkusuz, ama bu, farklılığı ve istisnaları görmezlik gelmeden yapılmalıdır.
Azınlıklarla ilgili bu tür çalışmalar, genellemeler ve kalıpyargılar (stereotip) oluşturmaya yatkındır. ‘Biz-onlar’ anlayışı önyargıları yeniden üretir. Bu çalışma, bir bütün olarak, bunun önüne geçiyor. Toplumun genel eğilimlerine işaret ederken, geleceğe dönük potansiyelini de gösteriyor. Sanırım azınlık üyeleri bu kitapta öykülerini bulup travma ve nostaljilerini tazeleyecekler, çoğunluk üyeleri de pek bilmedikleri ve kimilerinin hâlâ bilmek istemediği bir toplumsal gerçekliği öğreneceklerdir. ‘Gayrimüslim Mehmetçikler’ başlığının çelişkisi, çarpık ulus-devletin çelişkilerine paraleldir. Konunun gündeme gelmesi ise, tünelin sonunda bir ışığın görünmesinin işaretidir. Bu ışık herhalde gelen bir lokomotifin ışığı değildir.