Köşe yazarları bazen böyle yaparlar. Başı sonu belli bir yazı yazamayacaklarını anladıkları zaman “sorular” kisvesi altında, dağınık, bir yere varmayan yazılar yazarlar. Ben de öyle yapacağım bu hafta, affınıza sığınarak. Başlıyorum.
• Şike yasası olarak bilinen mesele, siyasi tabloya ilişkin tuhaf detaylar içeren ilginç bir hal aldı. Burada aklıma yatmayan mevzular var, ama önce duruma bakalım. Şike yasası olarak bilinen yasa meşhur operasyon yapılmadan çıkarılmıştı, kulüpler de bu yasaya destek vermişti. Yasa çıktıktan sonra meşhur operasyon yapıldı. Fenerbahçe camiası’nın tüm lobi ve taraftar gücünü kullanarak operasyona yüklenmesi ve Türkiye Futbol Federasyonu’nun beceriksizlikleri ile buna çanak tutması sonucu operasyon hakkında şüphe bulutları çoğalınca AKP’nin önderliğinde tüm partiler (BDP hariç) yasayı değiştirmeye kalktılar. Gerçekten de yasa şikeye 5 yıldan 12 yıla kadar hapis cezası öngörüyordu ki, bu gerçekten de fazlaydı. Şike, nihayetinde, yapan takımı küme düşürmek, puanını silmek, yöneticiyi de haklarından mahrum etmekle bile cezalandırılabilir. Sonuçta AKP liderliğinde partiler yasayı yeniden düzenlediler ve cezayı 1 ila 3 yıl arası hapis diye tanımladılar. Zamanlamanın uygunsuzluğu ve hafifçe sırıtan eyyamcılık dışında bir sorun yok gibi görünüyordu. Beri yandan Yıldırım’ın şikenin yanısıra asıl olarak çete yöneticiliği gibi bir suçlamamayla yargılanacağı az çok ortadaydı. Yani yasa değişse bile Yıldırım’ın bırakılacağı su götürür bir öngörüydü. Tam bu esnada AKP milletvekili Şamil Tayyar, Cumhurbaşkanı Gül’e mektup yazarak “yasa değişikliği etik değil, onaylamayın” dedi. Gül de yasanın içine sinmediğini söyledi ve müteakiben yasayı TBMM’ye iade etti. Bu süreçte gördük ki Gülen cematine yakın gazeteler ve yazarlar değişikliğin veto edilmesi için yoğun kampanya yürüttüler. Argümanları “kişiye özel düzenleme yapılmasın” idi. Fakat bu çapta bir muhalefet akıllara “Aziz Yıldırım’ın lehine bir düzenlemeye neden böylesine alerji gösteriliyor?” sorusunu getiriyor ister istemez. Çünkü Yıldırım’ın yasa değişse bile çıkması zor gözüküyordu, operasyon zamanı basına yansıyanları şöyle bir tarayınca Yıldırım’ın çetecilikle suçlanacağı tahmin edilebilirdi. Nitekim iddianame açıklandığında böyle olduğu da görüldü. Peki, Gülen cemaati bunu neden böylesine mesele etmişti? Yargılama başlayınca çete suçlarının da düşeceğini mi öngördüler? Bu, hem şike operasyonunun hem de genel olarak başsavcılıkça yürütülen tüm siyasi operasyonların cilasını mı kazıyacaktı? Yok öyle değilse AKP içinde çatlak varmış görüntüsü yaratma pahasına bu çapta bir muhalefet yürütmenin esprisi neydi?
• Olay bununla kalmayıp daha da ilginçleşti ve AKP Grup başkan vekili Nurettin Canikli yasayı aynen Köşk’e göndereceklerini söyledi.. Belli ki Başbakan da böyle düşünmekteydi. Yasa genel kurul’da Pazar günü görüşülecek, dolayısıyla köprünün altından çok sular akabilir. Yine de Erdoğan ve AKP yasanın aynen çıkmasında ısrarlı. Şunu mu anlayalım: Şike yasası AKP, daha doğrusu iktidar bloku içinde derin bir görüş ayrılığına mı işaret ediyor? Yani iktidar blokundaki Gülenciler ve AKP’liler bir kamplaşma içindeler mi? Peki ayrışa ayrışa bu meseleyi mi buldular? Yoksa mesele aslında eski ve daha köklü ama bu yasa, bir oyun ve güç denemesi alanı olarak mı seçildi?
• Diyelim ki öyle. Gül bu ayrışmada ne yana düşmüş oluyor? Eğer Erdoğan, yasayı aynen Çankaya’ya gönderme konusunda ısrarlı ise Gül ile köprüleri atmış olmuyor mu? Bu denkleme bir de Bülent Arınç’ı ekleyelim. Gül yasayı iade ettiğinde Arınç, Gül’den yana tavır almıştı. Bu durumda Arınç siyasi istikbalini Gül’e mi bağlamış oluyor? “Ben Erdoğan’a biat etmedim” sözlerini de bu çerçevede mi okuyalım?
• Peki biz bütün bu olup bitenleri acaba yeni cumhurbaşkanlığı seçimi ışığında mı okumalıyız? 2007’de yapılan anayasa değişikliği gereğince yeni cumhurbaşkanı halkın oyuyla seçilecek. Erdoğan bir dahaki milletvekili seçimlerinde aday olmayacağını epey önce söylemişti. (Bunu bir partili en fazla üç kez vekilliğe aday olabilir şeklindeki parti tüzüğüne bağlamıştı. Yani buna Arınç gibi isimler de giriyor) Buradan Erdoğan’ın yeni cumhurbaşkanlığı seçimlerinde aday olacağını çıkarmak zor değil. Peki, Gül ne olacak? Başbakan olacak değil herhalde. Boşta mı kalacak? Bunu biliyor, diye varsayabilir miyiz?
• Bu denkleme bir de mevcut cumhurbaşkanının görev süresi tartışmasını eklemek lazım. Gül 7 yıllığına meclis tarafından seçildi 2007’de. Sonra anayasa değişikliği yapıldı ve yeni cumhurbaşkanı halk tarafından 5 yıllığına seçilir dendi. Gül 7 yıl mı 5 yıl mı görev yapacak? Bu tartışma henüz sonlanmış değil. CHP’li bir milletvekili bu amaçla YSK’ya soru sordu ama –henüz- yanıt alamadı mesela. Mantıken, Gül seçildiğinde 7 yıl maddesi geçerli olduğuna göre 2014’e kadar görevde olması lazım. Ama bunu hangi kurum söyleyecek? Ve istenirse bu “mantıklar” esnetilebiliyor, hepimiz biliyoruz. Özetle Cumhurbaşkanlığı seçimi ne zaman, bilen var mı? Yok. Hepimiz YSK’dan yanıt bekliyoruz. Cumhurbaşkanlığı seçiminin ne zaman yapılacağını bilmeyen bir ülkeye ne denir?
• Bütün bunlar Başbakan Erdoğan’ın bağırsak ameliyatı geçirip evinde dinlendiği bir dönemde oluyor, ilave olarak. Peki, Erdoğan’ın sağlık durumu nedir? Neden hiçbir şey bilmiyoruz? Başbakan’ın sağlık durumu hakkında doğru dürüst bir açıklama yapılmayan ve bunu kimsenin merak etmediği daha doğrusu etse bile yüksek sesle dile getiremediği rejimlere ne denir?
• Diyelim ki biz hep yanılıyoruz, böyle alt metin okumalarına gerek yok, Erdoğan’ın siyaset yapmasına engel bir durum yok ve şike yasası’nda da herkes tamamen olayın kendisiyle ilgili kaygılarla hareket ediyor. Gül ile Erdoğan arasında da soğukluk moğukluk yok. Yani Erdoğan 2014’te veya (5 yıl sayarlarsa 2012’de) başkanlığa adaylığını koyacak. Bariz Putin-Medvedev modeli. Bu matah bir şey mi yani?
• Bu durumda ya seneye ya da 2014’te (ki o yıl bir de yerel seçimlerle var) cumhurbaşkanlığı seçimleri var. Peki, bu toz duman içinde AKP yeni bir Anayasa yapar mı ve sizce bu nasıl bir Anayasa olur?
• Geçen yıl yapılan 12 Eylül Anayasa değişikliği öncesinde bunun ileriye doğru atılmış önemli bir adım olduğu görüşü güçlü bir biçimde vazedildi. Bu gerekçeyle evet oyu istendi. Ancak o vakitler “HSYK ve Anayasa Mahkemesi gibi kurumların tepelerinde devletçi vesayet sonlanabilir, ancak, “rejim”in sevmediği tek tek bireyler ya da gruplar bahsinde nasıl bir yargısal iyileşme olacak? Bu konuda umutlu olmak için hiç sebep yok..” demiştik. İki simge davadan bahsedebilirim mesela. Son derece şüpheli bir görgü tanıklığı yüzünden poşu taktığı için terörist olmakla suçlanan Cihan Kırmızıgül’ün durumu ve Hopa’da Metin Lokumcu’nun polisin sert müdahalesi sırasında hayatını kaybetmesini protesto için Ankara’da gösteri yapan öğrencilerin terör örgütü üyesi oldukları gerekçesiyle tutuklanmaları. Bu iki örnek AKP’nin 12 Eylül referandumu öncesinde verdiği sözü pek tutmadığını, kendine yönelik tehlikeleri bertaraf ettiğini ama muhalif akımlar/bireyler düzeyinde yargının daha bile kötüye gittiğini gösteriyor. Bu çerçevede sormak gerekiyor. Yapılsa bile bizi nasıl bir Anayasa ve nasıl bir uygulama bekliyor?