Handan Çağlayan, Diyarbakır’da yaşanan dil değişimini, 2013’te yaptığı bir alan araştırmasıyla anlamaya çalışmıştı. Bu çalışma, Diyarbakır Siyasal ve Sosyal Araştırmalar Enstitüsü (DİSA) tarafından ‘Aynı Evde Ayrı Diller’ adıyla kitaplaştırdı. Handan Çağlayan’la Diyarbakır’ın dillerini konuştuk.
UYGAR GÜLTEKİN
uygargultekin@agos.com.tr
Diyarbakır, yüzyıllar boyunca farklı dillerin ve dinlerin bir arada yaşayabildiği önemli merkezlerden biri. Türklerin, Kürtlerin, Ermenilerin, Süryanilerin, Rumların, Yahudilerin, Arapların izlerine rastlarınız kentte. Ancak diğer pek çok kentte olduğu gibi, Diyarbakır da tekleştirme politikasından nasibini en ağır şekilde aldı. Tarih boyunca şehirde konuşulan ama zamanla kaybolan Kürtçe dışındaki dillerin de yeniden kazandırılması ve çok dilli bir hayat kurmak için çabalar da son yıllarda artmış durumda. Handan Çağlayan, Diyarbakır’da yaşanan dil değişimini, 2013’te yaptığı bir alan araştırmasıyla anlamaya çalışmıştı. Bu çalışma, Diyarbakır Siyasal ve Sosyal Araştırmalar Enstitüsü (DİSA) tarafından ‘Aynı Evde Ayrı Diller’ adıyla kitaplaştırdı. Handan Çağlayan’la Diyarbakır’ın dillerini konuştuk.
-
Diyarbakır, dil çeşitliliğinin en yoğun olduğu illerden biri. Günümüzde bu çeşitlilik, nasıl bir harita ortaya çıkıyor? Şehirde, Rumca, İbranice gibi dillerin izlerine rastladınız mı? Özel olarak da Ermenicenin Diyarbakır’daki varlığını sormak isterim.
En çok konuşulan diller, doğal olarak Türkçe ve Kürtçe... Kürtçenin Kurmanci ve Zazaki lehçeleri konuşuluyor genellikle. Kentin yoksul mekânlarından birinde, Arapça şarkı söyleyen çocuklarla karşılaşmıştık. Bunlar, Suriye’deki savaştan kaçan ve son derece zor koşullarda yaşam mücadelesi veren mültecilerin çocuklarıydı. Rumcanın ya da İbranicenin izlerini sürmek için belki daha uzun süreli çalışmalar gerekiyor, ama Ermenicenin izlerini yaptığımız çalışmada görebilirsiniz. Aslında bu izler hem vardı, hem yoktu demek daha doğru olabilir. Ne demek istediğimi açmaya çalışayım. Araştırma için gittiğimiz köylerden birinin dört ismi vardı. Kitapta, “tarihi isimlerinde saklı, çok isimli bir köy” başlığı altında anlatılıyor bu köy. Türkçe ismi Tuzla’ydı. Bu isim, köyün yakınlarındaki tuz yataklarından geliyordu. Muhtemelen Kurmanci lehçesindeki isimden uyarlanmıştı. Çünkü Kurmanci lehçesindeki ismi de tuzdan türetilen ‘Xweylin’ idi. Köyde hem Kurmanci, hem de Zazaki lehçesini kullananlar yaşıyordu ve köyün Zazakideki ismi de Ari idi. Bunun anlamı da değirmendi. Köyde çevrenin yemyeşil olmasını sağlayan zengin su kaynakları var ve daha önce bu su kaynakları üzerinde çok sayıda değirmenin olduğu söyleniyor. Köyün, köylülerin hafızasındaki diğer isimleri ise Armin ve Gunde Fille idi. Armin, tahmin edeceğiniz gibi Ermeni anlamında kullanılmış. Gunde Fille de aynı şekilde köyün daha önceden bir Ermeni köyü olduğunu gösteriyor. Görüştüğümüz köylüler, köyün hikayesini anlattılar. Yakın zamana değin köydeki bazı ağaçlar, onu eken Ermeni çiftçinin adıyla anılıyormuş. Falan kişinin cevizi gibi. Köy 1994’te yakıldığında o ağaçlar da gitmiş. Köyün daha önceden bir Ermeni köyü olduğunu anlamak için uzun hikâyelere de gerek yoktu aslında. Köyün yaslandığı yamaçtaki eski kilisenin kalıntıları, olduğu gibi duruyordu. Öte yandan Armin ya da Gunde Fille, köyün eski bir Ermeni köyü olduğunu söylese de, bu iki isim, yine de dışarıdan verilen isimlerdi. Çok araştırmama rağmen, ne yazık ki köyün ilk sakinleri olan Ermenilerin köylerine hangi ismi verdiklerini öğrenemedim. Bu nedenle “izler hem vardı, hem yoktu” ifadesini kullandım.
-
Kürtçe dışındaki dillerin, özellikle Ermenicenin kentten silinmesi sürecinde belirgin dönemler var mı? Özellikle 1915’ten sonraki süreç için.
Kitapta, bu bağlamda “Çarşiya Şewiti”den söz ettim. Kürtçe olan bu nitelemenin anlamı “yanık” ya da “yanmış çarşı” demek. Bu eski çarşı halen duruyor. Eskiden, başta Ermeniler olmak üzere, Müslüman olmayan esnafa ait dükkânlar varmış çarşıda. 1894, 1915 ve 1940 yıllarında geçirdiği yangınlardan dolayı bu ismi almış. 1915’teki yangında da çarşıdaki Müslüman olmayan esnaf zarar görmüş, fakat Şeyhmus Diken’in aktardığına göre, özellikle 1894’teki yangında Ermeni esnaflara ait bine yakın dükkân yakılmış. Çarşı halen bu isimle anılıyor; çarşı, Ermenilerin kentten silinmesinin bir simgesi olarak düşünülebilir. Aslında, 1940’lı, 50’li yıllara değin Ermenilerin kentin günlük yaşamının bir parçası olduğunu düşündüren pek çok anlatı da var. Ermenilerden mahalle komşuları ya da işyeri komşuları olarak bahsedenler oldu görüştüğümüz kişiler arasında. Ama artık yoklar, ya da çok azlar. Geride ise son derece mahzun anıların kaldığı söylenebilir.
-
Genç kuşaklar, nenelerinin Ermenice konuştuğunu, kentte yıllarca Kürtçe dışında dillerin de konuşulduğunun farkındalar mı? Dil hafızası siliniyor mu?
Genç kuşakların kentin ve kendi ailelerinin tarihi ve dilsel çeşitliliği konusunda oldukça duyarlı olduğunu gözlemledim. Annelerinin, nenelerinin hikâyelerini bulup çıkarmaya çalışıyorlar. Ailede Ermeni bir anne, yenge, nene varsa, mutlaka belirtiliyor. Fakat Ermeniceye dair bir hafızadan söz etmek, ne yazık ki zor. Çünkü gençlerin bütün bu ilgisine karşın anneler, neneler eğer halen anımsıyorlarsa, bırakın Ermenice bir iki kelime zikretmeyi, bunu dile getirmekten dahi kaçınıyorlar. Bu da çok anlaşılır bir durum, değil mi? Yıllarca saklanmak zorunda kalınan bir şeyin anımsanması, dile getirilmesi o kadar da kolay olmasa gerek. Tabii Ermenice, bugün Diyarbakır’da önceki yıllara göre daha görünür bir dil. Sur Belediyesi gibi bazı belediyeler, yayınlarını çokdilli yapıyor ve bu dillerden biri de Ermenice. Kent merkezinde mimari açıdan çok etkileyici kiliseler var. Son yıllarda onarılarak ziyaretçilere açılan bu yapılarda, Ermenice yayınlar bulmak da mümkün.
-
Diyarbakır, Kürtçenin en çok tahrip edilmeye çalışıldığı illerden biri. Kürtçe açısından nasıl bir tablo ortaya çıkıyor? Kürtçenin geleceği açısından neler söylenebilir.
Araştırma, kuşaktan kuşağa nasıl bir dil değişimi yaşandığına dairdi ve ortaya çıkan şey asimilasyonun üçüncü kuşakta tamamlandığı oldu. Kaba bir genellemeyle, birinci kuşaklar daha çok Kürtçe tekdilli. İkinci kuşaklar çift dil konuşuyor. Anne babalarıyla anadillerinde, yani Kürtçe, çocuklarıyla da Türkçe konuşuyorlar. Çocuklar da Türkçe tekdilli. Yani gündelik hayatta, torunlar neneleriyle ya da dedeleriyle aynı dili konuşmuyorlar, diyebiliriz. Öte yandan, özellikle Kürt siyasal hareketinin dil konusunda yarattığı duyarlılığın etkisiyle, tersine bir süreçten de söz etmek mümkün. Kentin kültürel ve siyasal yaşamında, Kürtçe yaygın olarak kullanılıyor. Yayın faaliyetleri çok zengin. Gençler Kürtçe öğrenmek için kurslara gidiyorlar. Ancak verili koşullarda, kurslarla öğrenilecek olsa bile Kürtçenin gündelik hayatta işlevsel bir dil olarak yeni kuşaklara aktarılması güç görünüyor. Kürtçenin eğitim dışında tutulmasının en önemli engel olduğu söylenebilir.