Sevan Nişanyan, Hocalı mitingiyle ortaya çıkan 'gerektiğinde şiddet' kullanılmaya hazır süreci ve Türkiye'nin Ortadoğu'daki savaş olasılıklarına göre nerde durduğunu değerlendirdi. DDK raporunun 'Ayıp olmasın diye' hazırlandığını öne süren Nişanyan, 'Hrant Dink cinayeti Türkiye Cumhuriyeti Devleti’nin bu güne kadar yaptığı en büyük hatadır' dedi.
Sevan Nişanyan, Hocalı mitingi, Hrant Dink davası ve hükümetin Kürt politikasına dair değerlendirmelerde bulundu. 2007'den beri “Ermeni konusunda gerektiğinde şiddet kullanabilecek bir hareketin oluşturulmaya başlandığı”düşüncesinde olan Nişanyan, hükümetin geleneksel politikalara geri dönmesini “aymazlık” olarak niteledi.
Sevan Nişanyan Hocalı mitingini hükümetin organize ettiğinin açık olduğunu dile getirdi. Hrant Dink davasında “bilinmeyen bir nedenle” hiç yol alınamadığını belirtirken, hükümetin mevcut Kürt politikası ve Ermenistan'la ilişkileri iyileştiremeyerek geleneksel politikalara geri dönmekte olduğunu vurguladı.Ortadoğu'da bir savaş ihtimalinin de yüksek olduğuna dikkat çeken Nişanyan esas odak noktasının İran olduğu görüşünde.
Demokrathaber'den Eylem Yılmaz'a verdiği röportajda Nişanyan, “Bu hükümetin Türkiye’deki medeniyet mücadelesi açısından tehlikeli bir yola girdiğini düşünüyorum” dedi. Röportajın tamamı:
Hocalı mitingini nasıl değerlendiriyorsunuz?
Hükümet tarafından organize edilmiş bir miting olduğu açıkça ortada. İçişleri bakanının oraya katılması ve orada yaptığı ırkçı konuşma bir politikanın ifadesidir, kaza ile olmuş bir şey değildir. Ateşe oynuyorlar, çok tehlikeli bir iş yapıyorlar. Bu hükümetin Türkiye’deki medeniyet mücadelesi açısından tehlikeli bir yola girdiğini düşünüyorum ve bundan endişe duyuyorum.
Neden AKP böyle bir politik tutum takınma ihtiyacı duymuştur?
Ermenistan ile ilişkilerin düzeltilememesi, bu konuda atılmış adımların herhangi bir başarıya ulaştıramamış olmalarından sonra Türkiye Cumhuriyetinin geleneksel politikasına geri dönmenin daha kolay olacağına karar verdiler diye düşünüyorum. Bunun aymazlıktan başka bir açıklaması yok.
Hocalı mitinginin uzun zamandır planlandığı ve bunun bir süreç olduğu yönündeki ifadelere katılıyor musunuz? Bu süreç sizce ne zaman başladı?
Katılıyorum. 2007-2008 yıllarından itibaren Ermeni konusunda gerektiğinde şiddet kullanabilecek bir hareketin oluşturulmaya başlandığına dair çeşitli veriler var. Muhtemelen artık bu hareket için yetiştirilenlerin ortaya çıkması gerektiğini düşündüler ve sokaklara döktüler.
Bu süreç dâhilinde Hrant Dink davasının kapatılması ve sizin kesinleştirilen cezanızı nasıl değerlendiriyorsunuz?
Benim yerel mahkemede aldığım cezamın bu süreçle ilgili olduğuna inanmıyorum. Hrant Dink davasında bilemediğimiz bir nedenle kesinlikle en ufak bir ilerleme dahi sağlanmadı, istemediler bunu ve davayı kapattılar. Dink davası aradan yıllar da, yüzyıl da geçse Türk Hükümetini, bu işin içinde olan eli kanlı çevreleri rahatsız etmeye devam edecek. Bu konuyu kapatabileceklerini sanıyorlarsa çok yanılıyorlar. Nasıl 100 senedir soykırım hikâyesini kapatamadılarsa ve kapatamayacaklarsa, Hrant Dink davasını da kapatamayacaklar. Hrant Dink cinayeti Türkiye Cumhuriyeti Devleti’nin bu güne kadar yaptığı en büyük hatadır.
Hrant Dink cinayeti ile ilgili açıklanan DDK raporunu nasıl değerlendiriyorsunuz?
Ayıp olmasın diye, daha fazla rezil olmamak adına bir iki bir şey söylemek ihtiyacı duymuşlar. Abdullah Gül Başbakanlığa geçmeyi düşünürse bütün oyları kaybetmesin diye yapılmış bir hamledir sanırım. Kandırmacadır.
Hrant Dink cinayetinin arkasında bariz bir şekilde asker vardır. Orgeneral rütbesinde tasarlanmış ve işlenmiş bir cinayettir. Buna karşılık belli ki emniyet cephesi de baştan sona bu cinayeti biliyordu ve izledi. Neden engellemediler? Büyük ihtimalle cinayeti işleyenlerin sonrasında zor durumda kalacaklarını hesapladılar. Burada emniyetin düşünemediği şuydu: Askerin de “siz de görevi ihmal suçu işlediniz, elinizde bilgi olduğu halde görevinizi yapmadınız” şeklinde karşı atağa geçmesi. Asker tarafı bunu bir koz olarak kullandı. İhmal kelimesi burada bir koddur. Birileri bir yerde ihmalden söz ediyorsa bil ki arkasında büyük olasılıkla asker var. Birileri Ergenekon’dan söz ediyorsa bilinmelidir ki orada da polis var. İkisi de aynı, birini diğerinden evla saymak için ben bir sebep göremiyorum.
Türkiye’nin bir savaşa doğru gittiği söyleniyor. Suriye üzerinde yoğun görüş birliği var. Siz ne düşünüyorsunuz? Türkiye bir iç savaşa mı sürükleniyor, dış savaşa mı?
Önümüzdeki dönemde Ortadoğu’da bir savaş çıkma ihtimali çok güçlü görünüyor. Bu gerçekleşir veya gerçekleşmez bilmiyorum ama böyle bir ihtimal var. İran ile bir sıcak çatışma çıkacak mı, çıkmayacak mı? Türkiye bu çatışmada nasıl bir rol oynayacak bunu bilemiyorum. Fakat bir sıcak çatışma ihtimali olduğu da gündemde. Suriye bu işin ancak kıvılcımı olabilir. Çünkü Suriye değildir esas konu, esas konu İran’dır.
Neden İran?
Çünkü Amerika olsun, İsrail olsun başka uluslararası aktörler olsun, Ortadoğu’daki güç dengelerinin yeniden yapılanmasında esas itibari ile İran’ı önemsiyorlar. İran’a karşı bir hareket beklentisindeler veya en azından böyle bir izlenim veriyorlar. Türkiye’nin Suriye’ye girmesi ancak İran savaşının bir hamlesi olabilir. Bir piyon hamlesi olarak değerlendirilebilir yoksa bunun dışında Suriye’ye müdahalenin çok fazla bir anlamı yok.
Türkiye iç savaşa mı sürükleniyor?
Türkiye’nin bir iç savaşa doğru sürüklendiğine dair bir görüntü yok. Fakat şöyle bir gerçek var ki, Türkiye’nin uzun vadede hatta orta vadede Fırat’ın doğusunu elinde tutması bu aşamada mucizeye bağlı görünüyor. Olağanüstü bir basiret ve şans bir araya gelirse belki başarılır. Ama Türk Hükümetinin bugüne kadar basiretli bir politika izleyemediği açık. Şu aşamada Türkiye’nin doğu sınırlarını önümüzdeki 10 veya 20 sene içinde koruyabileceğine ben çok fazla ihtimal veremiyorum.
Neden?
Genelde dünyada bir ulusun, diğer bir ulusu kendi rızası hilafına egemenliği altında tutabildiği devir bitmiştir. Dünyada artık böyle şey kalmadı. 1960’lı yıllarda başladı bu süreç ve 1980’lerde 90’larda devam etti. Sovyetler Birliği başaramadı, Yugoslavya başaramadı, başka ülkeler de başaramadı. Türkiye’nin 15 milyon Kürt’ü rızası olmadan egemenliği altında tutabilmesi için en ufak bir sebep göremiyorum. Türkiye eğer kendi devletinin anayasasının vatandaşlık tanımlarını değiştirebilecek cesareti gösterseydi bu sorunu belki halledebilirdi. Fakat son bir, iki senenin olayları çerçevesinde artık böyle bir ihtimalin kalmadığı bence açıktır.