Temmuz ayında Dipnot Yayınları’ndan dünyadaki ırkçılık literatürünün en önemli isimlerinden Güney Afrikalı devrimci Steve Biko’nun yazılarından oluşan ‘Siyah Bilinci’ kitabı yayınlandı. Bu kitabı derleyen ve önsözünü yazan Ankara Üniversitesi Siyasal Bilgiler Fakültesi’nde görevli Barış Ünlü’yle Biko’yu, Biko’nun ırkçılık literatüründeki önemini, ABD’deki ırkçılık karşıtı eylemleri ve Türkiye’deki ırkçılığı konuştuk.
EMRE CAN DAĞLIOĞLU
Temmuz ayında Dipnot Yayınları’ndan dünyadaki ırkçılık literatürünün en önemli isimlerinden Güney Afrikalı devrimci Steve Biko’nun yazılarından oluşan ‘Siyah Bilinci’ kitabı yayınlandı. Bu kitabı derleyen ve önsözünü yazan Ankara Üniversitesi Siyasal Bilgiler Fakültesi’nde görevli Barış Ünlü’yle Biko’yu, Biko’nun ırkçılık literatüründeki önemini, ABD’deki ırkçılık karşıtı eylemleri ve Türkiye’deki ırkçılığı konuştuk.
“Düşünün ABD’de, Obama’nın rakibi mitingde şöyle dese: “Biliyorsunuz Obama siyah. Olabilir, saygı duyuyorum. Ama ben de beyazım” veya “Affedersiniz bana siyah dediler” dese. O kişinin politik hayatı, en azından anaakım politik hayatı biter.”
- Steve Biko kimdir?
Biko, Güney Afrika’da ırkçı apartheid rejimine karşı yürütülen siyah direnişinin Nelson Mandela’dan sonraki en etkili ismi. 1960’ların sonlarında ve 1970’lerde Mandela ve diğer Afrika Ulusal Kongresi liderlerinin cezaevinde veya sürgünde olduğu, yani ülke içindeki muhalefetin bütünüyle bastırıldığı yıllarda ortaya çıktı ve yeni ve genç bir kuşağa ilham vererek siyah radikalizmini tekrar canlandırdı. Örneğin, 1976’daki ünlü Soweto ayaklanmalarının arkasında Biko’nun öncülük ettiği Siyah Bilinci hareketi ve düşüncesi vardır. Apartheid devleti, Biko’yu işte bu nedenle 31 yaşında gencecikken işkencede öldürdü. Ancak öldürülmesi etkisinin sonu anlamına gelmedi. Tam tersine, o yeni ve genç kuşağın muhalefeti daha da radikalleşti ve kitleselleşti. Apartheid’ın sonunu getiren bir anlamda bu ‘Siyah Bilinci’ kuşağıdır. Bu yeni muhalefetin önünü bir türlü alamayan devlet, en sonunda eski ANC muhalefetinin liderlerini serbest bırakmak zorunda kaldı. Bu radikal ve korkusuz gençleri ancak Mandela kontrol edebilirdi ve öyle de oldu.
- Biko’nun yazdıklarının ‘siyahlık’ ve ‘ırkçılık’ literatürü için önemi nedir?
Biko’nun yazdıkları ve söyledikleri, 1960’ların ortalarında ABD’de ortaya çıkmış, ancak hızla nüfusun çoğunluğunu veya önemli bir bölümünü siyahların oluşturduğu birçok Afrika ve Karayip ülkesine de yayılmış Black Power (Siyah Gücü) hareketinin bir parçasıdır. Bu küresel hareket, eski kuşak siyah muhalefetini sisteme karşı yumuşak başlı ve uzlaşmacı buluyordu. Ayrıca beyazları ve beyazlık hallerini yıkıcı bir eleştiriye tutmasıyla da yeniydi. Bu hareketin acil hedefi, siyahların siyahlıklarıyla gurur duymalarını, kendi sorunları hakkında beyazların değil, kendilerinin söz sahibi olmasını sağlamaktı. ‘Siyah güzeldir’ sloganı, siyah kadınların saçlarını Afro stili yapmaları, deri rengi açıcı kremleri kullanmanın artık bir utanç vesilesi olması, bu küresel hareketin katkılarıdır.
- Biko, bu anlamda dünyayı etkilemiş bir isim midir?
Evet, fakat Biko bu anlamda biricik değil. Malcolm X ABD için neyse, Biko Güney Afrika için odur. Demek istediğim, Biko’nun düşüncesinin diyelim bir Fanon’unki gibi bir orijinalliği yok. Ama yine de çok etkili oldu. Etkisi, beyazlık ve siyahlık hallerinin yıkıcı eleştirisinde aranmalı. Bu anlamda literatüre katkı dolaylı yollardan gerçekleşti. Biko’nun sözleriyle kendi siyahlıklarının ve beyazlıklarının farkına varan çok sayıda sosyal bilimci, siyahlık ve beyazlık halleri üzerine devasa bir literatür oluşturdular.
- Biko, Güney Afrika’da beyazların siyah mücadelesinde yer almalarını ‘beyazlık imtiyazlarından kurtulmadıkları’ sürece itiraz ediyor. Bu desteğe neden itiraz ediyor Biko?
Burada sorun, beyaz liberal ve Marksistlerin beyazlıktan kaynaklı imtiyazlarını görememeleri. Biko şunu söylüyordu aslında: ‘Irkçılık bize zarar verdiği kadar, sizi de faydalandırıyor.’ Bu, dünyanın her yerinde egemen grupların ve onların arasındaki en radikallerin bile çok zor farkına vardığı bir olgu. Tabii burada asıl mesele, imtiyazları geride bırakmanın çok zor olması. O nedenle Biko, tanıdığı birçok beyazın üniversiteyi bitirdiğinde hemen iş, aile ve çocuk sahibi olup, “iyi ve ırkçı olmayan beyazlar” olarak hayatına devam ettiğini söyler. Burada çok önemli bir kısıt da, beyazların ailelerini ve arkadaşlarını karşılarına alamamalarıdır. Yani radikalliklerinin ciddi sınırları vardı. Biko ayrıca beyazların, düşüncelerinin ve duygularının beyazlıklarıyla gölgelenmiş olduğunu görememelerini eleştirir. Ona göre bir beyaz liberal, liberalden önce beyazdır. Aynı şekilde beyaz Marksist de. Ama bunun farkına varmadıkları için, düşüncelerinin en doğru ve en enternasyonalist düşünceler olduğunu sanırlar. Bütün bunlar da beyazları son derece konformist ve paternalist yapmaktadır.
- Türkiye’de böyle bir ‘siyah mücadelesi’nden ve ‘beyazlık imtiyazları’ndan bahsedebilir miyiz?
Tabii Kürtlerin ve kısmen Alevilerin mücadeleleri siyah mücadelesine benzetilebilir. Bu gruplar karşısında ise Türklük ve Sünnilik imtiyazlarından bahsedebiliriz. Farkına varılmayan imtiyazlar, farkına varılmayan bilgisizlikler ve duygusuzluklar, Türk ve Sünni olan radikali kişiyi bile çok kolay bir şekilde konformist ve paternalist yapabilir. Bunun için çevremize bakmak yeterli. Biko gibi sorarsak, mezun olur olmaz iyi bir iş ve iyi bir eş sahibi olmak için en çok kim istekli ve umutlu? Burada çarpıcı başka bir şey de var bence. Türkiye’de tipik bir ateist, Alevilik konusundaki bilgisizliğini dini önemli bir faktör olarak görmemesine bağlar. Aslında Sünni olduğu için bilgisiz ve duyarsızdır, ateist olduğu için değil.
- Türkiye solunun uzun bir süre Kürt ve azınlık meselelerini görmemesi de bundan ötürü mü sizce?
Kısmen yasaklarla, kısmen içselleştirilen resmi ideolojiyle ilgili. Ama kısmen de benim Türklük dediğim, kendinden ve kendi düşüncelerinin evrenselliğinden emin olma; kendi imtiyazlarını, kendi körlük ve sağırlıklarını görememe halleriyle ilgili. Bunların farkına varamayan bir Türk, karşısındaki Ermeni’yi ve Kürt’ü dinlerken, onun Ermeni veya Kürt olduğu için böyle konuştuğunu düşünür. Ama kendisinin Türk olduğu için böyle düşündüğü aklına gelmez.
- Türkiye’de ırkçılığın kuvvetli bir damar olduğunu düşünüyor musunuz?
Çok kuvvetli ve yaygın. Ancak ırkçılık diye bir konu yok. Yani böyle bir bilinç yok. Bu ülkenin yeni Cumhurbaşkanı, Aleviliği mitinglerde yuhalatabiliyor, “Affedersin çok daha çirkin şeylerle Ermeni diyen oldu” diyebiliyor. Bunu utanmadan, bedeli olmadan yapabiliyor. Düşünün ABD’de, Obama’nın rakibi mitingde şöyle dese: “Biliyorsunuz Obama siyah. Olabilir, saygı duyuyorum. Ama ben de beyazım” veya “Affedersiniz bana siyah dediler” dese. O kişinin politik hayatı, en azından anaakım politik hayatı biter. Veya Cumhuriyetçi Parti’de hiç siyah senatör olmadığını düşünelim. O partiye ırkçı bir parti denmez mi? Ama bizdeki AKP’de kaç Alevi milletvekili var? Bildiğim kadarıyla hiç yok. Peki, biz neden bu partiye ırkçı demiyoruz? ABD’de de ırkçılık elbette var ve çok güçlü. Ama oradaki fark, ırkçılığın yanında ırkçılık hakkında bir bilincin de olması. Bu bizde henüz yok maalesef.
- Peki, CHP ve MHP bundan azade mi?
Elbette değil. Dediğim gibi bu konuda bir bilinç olmadığı için ırkçılık, bırakın CHP ve MHP’yi, en beklenmedik insanlarda bile karşımıza çıkabilir. Ama mesela Kürt hareketinde çok daha az çıkıyor, çünkü orada bu konuda bir bilinç var. Doğal olarak var, çünkü kendileri yoğun bir ırkçılığa maruz kalmışlar. Bu bizi iktidar meselesine ve tekrar Biko’ya götürüyor. Irkçılık basit bir önyargılar seti değildir. Irkçılık daha ziyade bir grubu sistematik olarak aşağılamak, toplumsal ve siyasal hayatta o grubu avantajsız ve imtiyazsız kılmaktır. Bu da ancak iktidarla olur.
- Dolayısıyla iktidar sahibi olmayanlar ırkçı olamazlar mı?
Türkiye’de Ermeniler, Kürtler ve Aleviler, Türklere ve Sünnilere karşı ırkçı değildir, olamazlar. Çünkü iktidarsızdırlar. Bu anlamda AKP ve CHP’yi de bir tutamayız. Bir yanda 12 yıldır kelimenin dar ve geniş anlamlarıyla iktidar olan bir hareket var, diğer yanda da genel başkanının Aleviliğinin sürekli aşağılandığı bir parti var. Kılıçdaroğlu’nun şahsında, Aleviliğe karşı Sünni iktidarın uyguladığı bir ırkçılık ve Sünni tabandan destek gören bir ırkçılık.
- Son dönemdeki Suriyeli mülteci karşıtlığını bu ırkçı damarla bağdaştırabilir miyiz?
Suriyelilere karşı olan ırkçılık, toplumsal karşılaşmalarla başladı. Onlar yokken öyle bir şey de yoktu; şimdi varlar ve ırkçılık da var. İnsanlar kendi sefil ve mutsuz hayatlarından ötürü, hayatları ellerinden alınmış bu insanları suçluyor. Aynı şey batı ve güney illerine göç etmek zorunda kalan Kürtlerin de başına geldi. Siyahların sayısı arttıkça onların da başına benzer şeyler geliyor. Siyah kişi sevimli bulunursa “Drogba” diye, sevimsiz ve tehlikeli bulunursa “pis zenci” diye çağrılıyor.
- Suriyeliler veya Kürtler Batı şehirlerinde görünür olmadan da Araplara ve Kürtlere yönelik yapısal bir ayrımcılık yok muydu?
Devletin yapısal ırkçılığı vardı. Bu gruplarla karşılaşmayan bireylerin ise soyut önyargıları. Bu soyut önyargılar karşılaşma anında somut bir ırkçılığa dönüşür. Çünkü bunu yapabilecek çoğunlukları ve ses çıkarmayacak iktidar sahibi bir devletleri vardır.
- Peki, İsrail-Filistin meselesiyle alevlenen antisemit söylemler?
Antisemitizm ise daha ideolojik ve siyasal bir şey sanki. Antisemit olmak için bir Yahudi’yle karşılaşmanız gerekmez. Kafanızdaki Yahudi imajı yeter. Bu türden bir antisemit ırkçılık Türkiye’deki İslamcılığın en temel özelliklerinden biri.
‘Ferguson’daki eylemler 1950’de tahayyül dahi edilemezdi’
- ABD’de ırkçılık bilinci var dediniz. Peki, Missouri eyaletinde bir siyahın öldürülmesinden sonra gelişen eylemleri nasıl yorumluyorsunuz?
ABD’de beyaz üstünlüğü (white supremacy), kökleri yüzlerce yıl öncesine giden yapısal bir ırkçılık üzerinde yükseldi. Bu yapısal ırkçılık, beyazları hayatın her alanında üstün, siyahları ise aşağıda kılan bir yapısal şiddettir aslında. Yapısal şiddetin en önemli bileşenlerinden biri ise siyahlara yönelik doğrudan şiddettir ve bunun çoğu zaman cezasız kalmasıdır. Missouri eyaletinin Ferguson şehrinde Michael Brown’un öldürülmesi bu anlamda tipik bir olay. Öldürmediklerini de cezaevlerine koyuyorlar. Ama dediğim gibi, bu ırkçılığın yanında bir de ırkçılık karşıtı bilinç var. Siyah ve beyaz bir sürü insan ayaklandı. 1950'de bu tahayyül dahi edilemezdi. Bu bilinç, 1950'lerden başlayarak, siyahların direnişi sayesinde oluştu. Martin Luther King, Mandela, Malcolm, Rosa Parks, Angela Davis ve Biko gibiler olmasaydı, bu dünya şu an olduğundan çok daha korkunç olurdu.