Tartışmalı bir şekilde Taraf’tan ayrılan fakat yazdığı sürece “kültürel ortam”la ilgili yazdığı yazılarla ses getiren Barbaros Altuğ’la, “edebiyat ajanlığı”ndan kitap eklerine, Türkiye’deki kültür endüstrisinden gelecek vaat eden yazarlara birçok konuyu konuştuk.
Emre Can Dağlıoğlu
misakmanusyan@gmail.com
· Taraf'taki köşe yazılarınızdan önce, sizi “edebiyat ajanı” olarak tanımıştık. Edebiyat ajanı kimdir, ne yapar tam olarak?
Edebiyat ajanı benim aslında ironik olarak kullandığım bir şeydi. Ama ironideki topraklarımızı Musul’da bırakmışız zamanında. O nedenle meslek hanesine yazıldı bu tuhaf tanım. Şimdi bir de benden sonra gelenler de ciddi ciddi kullanıyor. Ajanı mı olur edebiyatın diyen de olmadı ha! ‘Literary agent’lık yapıyorum; Batı medeniyetlerinde yüzyıllık mazisi olan bir iş. Yazar ve yayıncı, gerekirse yazar ve diğer kuruluşlar, yani televizyon, radyo, sinema vs. arasında bir arabulucu diyebiliriz. Yazarların tarafında duran ve sanırım yayınevlerine göre de bir nevi varyemez amca. Memnunum.
· Amacınızın Türkiye’deki yazarları, yurtdışına “pazarlamak” olduğunu söylüyorsunuz. Yurtdışındaki yayınevlerini hangi kıstaslara göre seçiyorsunuz?
Sadece yurtdışında çalıştığım yayınevlerini değil, burada çalıştığım yazarları da seçiyorum. Çok satan, çok kazanan yazarları geri çevirdiğim de oldu. Lale Belkıs’ın eski filmlerindeki enfes repliğini alarak, uzun “İsterseniz bunu size ispatlarım!” Şuna göre seçiyorum: benim çalıştığım yazarlar, bu ülkede kendime öyle ya da böyle yakın hissetiğim, dünyalarını yakın bulduğum, şahsen tanıdığım ve konuşmaktan, yazdıklarını okumaktan zevk aldığım, beraber çay da, şarap da içsek, birbirimize dayanabileceğimizi bildiğimiz dostlarım. Yurtdışında yayınlanacakları zaman da kıymetlerini düşürecek bir şeye asla imza atmam; illa da yayınlansın diye kıytırık, sadece bizim çeviri fonumuz olan TEDA’dan para almak için senede 15 Türk yazarı yayınladığını iddia eden, sonra da yayınladığı kitaplar hiçbir kitabevinde bulunmayan yayınevlerine tek bir yazar vermedim, vermem. Onlara Türkiye’den diğer ajansları öneriyorum; bu konularda uzman olanlar var, beraberce bizim fonlarımızdan para kazanmaya devam edebilirler. Benim çalıştığım yayınevleri Penguin, Hachette, Rizzoli ve o ülkedeki en prestijli listelerde olan diğer yayınevleridir. Böyle de olmaya devam edecek. Temsil ettiğim yazarlarla da, yayınlandıkları yayınevleriyle de gurur duymaya kararlıyım.
· Türkiye'de demokrasi mücadelesinin kültürel bir boyutu olduğuna inanıyor musunuz ve bu bağlamda seküler bir kültür endüstrisinin (edebiyat, sinema, müzik, magazin) duvarlarını zorlama imkanı var mı? Bunun için neler yapılabilir?
Belki de en önemli boyutlarından biri demokrasi mücadelesinin kültür alanı. Sadace seksist değil, kendisinden olmayanı yok etmeye çalışan faşizanlıkta, dediğim dedik otoriterlikte bir kültür dünyasını gördük senelerce bu ülkede. Ne gay sanatı, ne Ermeni edebiyatı, ne Rum köşe yazarları varlık gösterebildi ana akım medyamızda. Bu önemliydi, çünkü gösterileni almak üzerine ezberci ve “babanın dediği olur” topraklarda yaşıyoruz. Görünmeyen yok sayılıyor, yok edildiğinde de kimsenin sesi çıkmıyor.
Ama işte son yılda değişen iklim, internetle beraber çeşitlenme olanağı bulan bir ifade ortamı, gençlerin belki kendi kimliklerine daha fazla sahip çıkabilmesi ve daha bir sürü sebepten bu duvarlar zorlanıyor. Tam anlamıyla yıkıldı mı? Hayır elbette. Hâlâ “Türkiye Türklerindir” diye yazan bir gazete, ana akımın tepesindeki yerinde ve onların egemen olmaya çalıştıkları tek alan politika değil, tahmin edersiniz. Kitaplardan filmlere kendilerinden olanı öne çıkarmak, diğerlerini görmezden gelip gerekirse yok etmek için ellerinden geleni yapmaktalar. Ama artık bu o kadar değil; duvarları su almaya başladı ve tamir edemiyorlar. Hayırlı bir haber bu bizim için.
· Türkiye’de ulusalcı dalga, kahramanlık miti olarak “Şu Çılgın Türkler”i, daha sonra bir adım daha geri çekilerek bir distopya olarak “Selanik’te Sonbahar”ı ve son olarak da yenilgiyi kabullenerek bir “muhalefet” durulu olarak “İsim, Şehir, Hayvan” isimli tiyatro oyunu üreten kültürel dünyada da kuvvetli bir damar. Buna karşı eleştirmenlerin neden pek sesi çıkmıyor? Gerçekten ciddiye mi almıyorlar?
Eleştirmen dedikleriniz zaten az önce bahsettiğim ana akım medyanın erleri. Kimin itiraz etmesini bekliyorsunuz? Ben isim vereyim siz verdiniz madem; Yılmaz Özdil’e mesele aynı gazetede yüzyıldır kültür sanatın başında olan Doğan Hızlan ses çıkarır mı? Çıkarabilir mi? Bir başkaldırısını gördük mü, ana akım medyada yazan kültür sanat insanlarının dişe dokunan herhangi bir meselede?
Tatlı ulusalcılık sularından mesut mesut yaşamak varken hele; çünkü kirlibeyaz Türkler esas ulusalcılar bu ülkede ve elbette kastın en tepesinde senelerce yeterince semirdikleri için harcayacak çok paraları var şimdi. Kirlibeyaz ulusalcı Türklere mal satmak ve bu sistemi sürdürmek işlerine geliyor.
Ama bence en güzeli şimdi zenginleşen muhafazakâr-liberal kanada da aynı insanların göz dikmesi. Selanik’te Sonbahar’ı yazan zat-ı muhterem şimdi kalkıp hidayete eriyor ve başı örtülü bir kızı kahraman yapıyor kendine. Bence 1970’lerde hidayete eren ve sarakaya alınan eski dansçı Kudret Şandıra falan şimdilerde melek sayılır bunların arasında.
· Sizce Türkiye’de iyi kitap eki yapılıyor mu?
Daha önce de söyledim ve yazdım; kitap ekleri “al gülüm ver gülüm” ilişkisi içinde hazırlanıyor. “Ne kadar reklam, o kadar tatlı eleştiri” sistemi de çöktü. Okuru ikna edemiyorlar. Bunu doğrulamak için testler de yaptım; bazı kitaplar için tek bir kitap ekine ilan girmedik ve normalin de üstünde sattılar bu kitaplar. Çünkü kitap okuru dahi kitap ekleri yerine kadın dergilerine, güvendiği arkadaşlarının önerilerine göre seçiyor alacağı kitabı.
· Peki edebiyat dergiciliği?
Edebiyat dergiciliği ise daha da acıklı. Semih Gümüş mesela diyelim o sene 5-6 tane jüride 300-400 kitap okuyarak (öyle olması lazım zira sonunda ödül veriyorlar o kitaplardan birine) bir de dergi hazırlıyor. E “bu kadar yoğun” bir insanın kısıtlı zamanda hazırladığı dergiler de elbette hep aynı isimlerle dolup taşıyor. Ben çok sıkıldım aynı hikâyecileri okuyup aynı yazarların aynı dertlerini dinlemekten son yirmi senedir bu dergilerde ve Türkiye’de yayınlanan dergileri almıyorum. Oh rahatım valla. Siz de öyle yapın; cebinize kalan parayla da iyi bir kitap alırsınız.
· Sema Kaygusuz’un İşveç’ten ödül alması üzerine, o ödülün çevirmene ait olması gerektiğini söylemiştiniz. Sizce çevirmenin rolü bu kadar büyük mü gerçekten?
Sema Kaygusuz İsveç’te ödül falan almadı; sadece 1.000 adet olmak üzere çok küçük bir yayınevinden kitabı çıktı. Ödül aldığını iddia ettiği yer Fransa; orada da ödülün adı Çeviri Ödülü ve doğrudan çevirmene “şimdiye kadar yaptığı çeviriler” zikredilerek verildi. Aralarında Hasan Ali Toptaş ve Tahsin Yücel de olan çeşitli yazarlar yani. Sema Kaygusuz o yazarlardan biri! Ödül aldıysa göstersin ödül şiltini ben de özür dileyeyim. İyi çevirmen neredeyse kitabı yeniden yazan kişidir bana göre; başka memleketlerdeki insanların bir başka memleketin yazarını anlayabilmesi için bütün kültürü çevirir kafasında ve metni öyle oluşturur. O nedenle yurtdışında başarılı olan yazarların kitaplarında çevirmenlerinin payı da büyüktür.
· Türkiye’de gelecek vaat eden yazarlar kimler sizce?
Ben bundan 7 sene önce Boğaziçi Üniversitesi’nde bir konuşma yapmış ve mesela Hakan Günday’ın, Murat Menteş’in falan adını zikretmiştim. Artık onlar gelecek vaat etmiyor, yazar oldular; herkes benim hayal ettiğim yazar olmuyor ama olsun, başkalarının hayallerine uydular ve yazarlıkları yadsınamaz. Gelecek vaat etmek işi biraz da yaşla ilgili elbette; 40’larını geçmiş bir yazarı mesela zikretmemek lazım böyle durumlarda. Ben bir adım daha ileri gideceğim; kitabı yayınlanmamış ve bilhassa internetteki veya gazetelerdeki günlük üretimlerinden okuduğum isimlerin kitaplarını merak ediyorum diyeceğim. Yiğit Karaahmet, Yıldıray Oğur ve Yelda Eroğlu. Eğer bir gün roman yazarlarsa, sanıyorum ki, 2010’ların, şu yaşadığımız ve belki çok sonra anlayacağımız büyük dönüşümün damarını yakalayacak bir şey çıkar ortaya.
· Son dönem Türkiye dizilerinde edebiyat uyarlamaları dikkat çekmekte, sizin de kurucusu olduğunuz Fikirbaz'ın da edebiyat uyarlamaları girişimi olmuştu. Genel olarak edebiyat uyarlaması yapılan diziler için neler demek istersiniz? Fikirbaz'ın yakın zamanda uyarlama aşamasında olduğu kitaplar var mı?
Edebiyatın en önemli damarlarından biri sinema ve bilhassa televizyon; uyarlamalar kitapların fark edilmesini ve yazarın keşfini de sağlıyor satışın yanı sıra. Mesela bu sene yapılan Nahit Sırrı Örik uyarlaması Eve Düşen Yıldırım ile milyonlar Örik’in adını ilk kez duydu; kitapları yeni baskılar yaptı. Çok mühim buluyorum kültürel miras açısından da. Yeni sezona birkaç çağdaş roman uyarlaması daha çalışıyoruz. Sadece televizyon dizisi değil, sinema filmi de var aralarında.
· Ayşe Kulin, Türkiye’de hep çok satanlar listesinde oldu. Her kitabının bu kadar çok satabilmesinin nedenleri nedir?
Aslında hep öyle değildi; Ayşe Kulin’in Aylin’den önce yayınlanmış kitapları var ama satmadılar; üstelik büyük edebiyat ödüllerini de almalarına rağmen. Aylin’in hikâyesi insanları yakaladı; yoksa ne özel bir satış yöntemi, ne de reklam yapılmadı. Hatta ilk baskısı 2.000 adet yapılan bir kitap Adı: Aylin. Ancak o kadar satar diye... Bu örnek bile okurun tercihinin eleştirmen veya kendini üst düzey kültür figürü olarak görenlerden ne kadar ayrı olduğunu gösterir, çünkü eleştirmenler küçümsediler ve asla anlamaya çalışmadılar bu dinamiğin nedenini.
Oysa nasıl ki oy alan siyasetçiye saygı duyuyorsak, kitapları çok okunan yazarlar da, en azından aynı saygıyı ve anlamaya çalışılmayı hak eder; aslında çok daha fazlasını. Hem “demokrasi, demokrasi” diye çırpınacaksınız, hem de halk beğendiği yazarı baş tacı edince “tu kaka” edeceksiniz. Bu, mesela çok yerleşik bir demokrasi ve kültür politikası olan İngiltere’de bir yazarın başına gelmez.
Ayşe Kulin’i okurlar seviyor; nedeni tam da bu kadar basit. Onların hayatına girmeyi başarıyor her hikâyesi ile; ister tarih yazsın, ister gay hikayesi, Türkiyeli okuru Kulin’in hepsini okudu, tartıştı ve kabul edip bağrına bastı. Bu başka bir güçle elde edilemeyecek ve alt edilemeyecek büyük bir güçtür.
· Google’da adınız az çıkıyor diye üzülüyor musunuz?
Kaderimde bu varmış, boyun eğdim! Banu Alkan’ın adı mesela hâlâ benden çok çıkıyor; diğer adı çok çıkanlar da, eminim Banu Hanım kadar kültür sanata ya da bu ülkeye katkıda bulunmuştur, ne diyeyim. Ama benim inancım “size does not matter” (boyut önemli değildir); elbette bazı konularda J
Bu söyleşinin hazırlanmasındaki katkılarından ötürü Deniz Cenk Demir’e ve Can Öktemer’e teşekkür ederiz.