Yeşilçam'ın 'kötü' kadınları

Onları 'şuh' kahkahalarından tanıdık. Yüzlerinde abartılı makyajları ve ellerinde içki kadehleriyle 'zavallı esas kızların' eşini ya da sevgilisini baştan çıkardılar. Yatağa girmekten hatta başkalarının hayatına kastetmekten bile çekinmediler. Yeşilçam'ın 'kötü kadınlarından' söz ediyoruz.

ESRA GEDİK

Türkiye’de sinemada kadına baktığımızda üç tip kadın modeli çıkar karşımıza. İlki, Anadolu ruhunu kaybetmemiş “saf”, “namuslu”, “fedakâr” evinin kadını, kocasının hanımı ve cinsiyetlerinden arındırılmış bir kadın. Ayhan Işık'ın canlandırdığı Nejat karakterinin şu repliği 'namuslu' iyi kadına verilen önemi özetler sanırım: 'Başkasının koynunda bir sokak kadını gibi yatmış, tabiatın ancak kocaya bahşettiği en büyük kıymeti yabancı birine teslim etmiş. Nasıl affederim? Evlenilecek kadın, vücudu ve ruhuyla temiz olan kadındır. Yoksa sokaklar kadın dolu, niçin almıyoruz onları? Birimizin değil, hepimizin oldukları için. Onlardan kaçıyoruz üstelik.” Alin Taşçiyan, 'Maço kahramanların sinemasında kadınların ne işi olur? Fedakar eştir, her şeye katlanır, evde durur' (70-80-90 Masum, Küstah, Fettan) diyerek Türkiye sinemasında kadının durumunu özetler aslında. Kadın karakter kocasına bağlı, saygılı ve evinin kadını ise ancak 'iyi' olarak gösterilirdi. Yani kadın evin içine hapsedilirdi.

İkinci tip erkek Fatma modelidir. Örneğin 1959 yapımı Fosforlu Cevriye karakteri iyi silah kullanır, iyi nişancıdır. 1970 tarihli Şoför Nebahat filminde Belgin Doruk bu tipin bir başka örneğidir. Erkek Fatma modeli kadınların pek çoğu esas oğlanın aşkı ile kadınlaşırlar.

Üçüncü kadın modeli ise “şehvet”i, “arzu”yu ruhlarında ve vücutlarında taşıyan, “ben”liklerinden öte cinsellikleri ile var olan “kötü” kadınlar. Ekseriyetle ‘star’ın yanında ikinci bir kadın oyuncu olarak yer alırlardı. İyi kadın esmerse kötü kadın sarışındı. Bir kadının işlevini iki kadın görüyordu. Cinselliği ön planda olan bir kadına ihtiyaç vardı. Alin Taşçıyan (70-80-90 Masum, Küstah, Fettan) Yeşilçam'ın fettan kadınlarının cinselliğini şöyle tanımlar; 'Çıplaklıkta en önemli aksesuvar, Avrupa’dan ithal’ kombinezonlarıyla masum kıza çelmeyi, baş erkeğe oltayı atan kadınlardı.' Bu tip kadın, çoğunlukl kötülüklerin sorumlusu olarak gösterilmişti; cazibeli, çekici kadın, erkeğin ya da topluluğun başına gelenlerin baş sorumlusu Ancak Yeşilçam filmlerinin kötü kadınları Hollywood ya da Avrupa sinemasındaki 'femme fatale' kadınlar gibi aklı çalışan, plan yapan kadınlar değillerdir. Yeşilçam'a özgüdür onlar. 

Bu yazıda Yeşilçam’ın “kötü” kadınlarından bahsedeceğim. Bu kadınlar kimi zaman canlandırdıkları rollerle öyle özdeşleştirdi ki seyirci onları, sokakta gördüğünde saldırdı, hakaret etti. Yeşilçam sokağının Arnavut kaldırımlarında hala onların ince topuklarının çıkardığı sesler yankılanıyor ve hepsi sinema tarihinin unutulmazlar galerisinde yerlerini çoktan aldı bile.

Lale Belkıs

Türk sinemasında 'kötü kadın' denilince ilk akla gelen isimlerden biri Lale Belkıs. Aynı zamanda Türkiye'nin ilk mankenlerinden biri olan Belkıs şarkıcı olarak da tanınıyordu. 1938'de İstanbul'da dünyaya geldi. Gerçek adı Belkıs Durmaz'dır. Sarıya boyalı saçları, elinden hiç düşürmediği sigarası ve içki bardağıyla özellikle 70'li yılların Yeşilçam filmlerinin en ünlü 'kötü kadını' oldu Belkıs. Rol gereği yüzlerce yuva yıktı, yüzlerce çocuğu annesiz ve babasız bıraktı. Türk sinemasındaki sarışın kötü kadın ekolünün önde gelen temsilcisidir.

Örnek bir replik:

Kartal Tibet: Ben çocuk istiyorum artık...
Lale Belkıs: Ama ben istemiyorum! Dokuz ay boyunca vücudumu sömürecek bir et parçasına tahammül edemem!

Suzan Avcı 

Özellikle 1960'lı yıllarda vamp kadın rolleri ile ön plana çıkmış, darbe yese de ayakta kalmayı bilen güçlü kadın tiplemeleri ile hatırlanmaktadır. O güldüğü zaman bilirdik ki hep bir kötülük planı hazırdır ve filmin esas kızının huzurlu hayatı alt üst olacaktır. “Ayakta tek başına durmak, geçinmek ve geleceğin için, hele de kocan yoksa, elinde cinselliğinden başka bir şey kalmaz” fikrini bir nesile aşılamış kadındır. Cinselliğini, filmin iyi kızına kıyasla özgürce yaşaması filmlerin sonunda hep cezalandırılmıştır ve esas kızlar hedefteki erkek ile ödüllendirilirken, Suzan Avcı’ya kalan hep bir buruk acı olmuştur.

Bir söyleşisinde, filmlerinde neden iyi kadınları oynamadığı sorulduğunda, “Aman iyi kadını hiç sevmedim. Ağla, ağla nereye kadar.. Gözüne bir damla damlatıyorlar, saatlerce gözünden yaş akıyor. Oysa ben bir bakış atıyorum, bir kadeh tutuyorum, bir sigara dumanı üflüyorum, herkesin ağzı açık kalıyor” şeklinde cevaplamıştır (http://www.radikal.com.tr/radikal.aspx?atype=haberyazdir&articleid=985446).

 

Neriman Köksal: 

Murathan Mungan, Express Dergisi'nde 1995 yılında yazdığı bir yazıda Neriman Köksal'ı şöyle anlatır:

'Onların kızdıkları asıl Neriman Köksal’dır. Neriman Köksal yakışıklıdır, geniş omuzludur, eyvallahı yoktur, külyutmaz, kaş kaldırır, yan bakar, kızdı mı jilet atar, tabanca çeker; dişiliğinde bile hoyrat, erkeksi bir yan vardır. Erkekle yarışa girer, erkekliğin bütün numaralarını bilir, ama oynamaz. Erkeklerin gözünün içine baka baka yaşar 'dişilliğini'. Cinselliğini bir günah gibi değil, bir politika gibi yaşar. Bu da erkekleri kudurtur. Erkekler, boynu bükük eşcinsellere; eşcinselliğini, kaderin sillesini yemiş kader mahkûmu gibi yaşayanlara kızmazlar; hatta bu halleri, onlar bir tür ödeşme duygusu olanağı sağlar; onlar asıl dik başlı Neriman Köksal’lardan korkarlar. Tekinsiz olan odur çünkü, insanlar kendileri için neyin tehlikeli olduğunu hemen sezerler. Neriman Köksal tehlikedir, belirsizliktir, kuşkudur, onanmış değerleri silkeler, öğrenilmişi zorlayan, alışılmışı sarsan, erkeği kendinden şüpheye düşüren Neriman Köksal’lar, erkekliğin de, tıpkı kadınlık gibi ideolojik bir kod, bir numara, bir oyun, bir maske olduğunu, bir poz kesmek olduğunu, gösterir onlara. Dünyadaki rol dağılımını yeniden zorlayan bir figürdür Neriman Köksal; rollerin içini boşaltır, tersyüz eder; hem kendi rolünü sınırlarına kadar zorlar, hem de erkeklere, kendi rollerinin huzursuzluğunu yaşatır.”

'Esas kızın' yuvasını yıkan kötü kadın rollerinde, özellikle de karakteristik kahkasıyla hatırlanan Köksal ilerleyen yaşlarında anne rollerinde de oynadı. Türk sinemasının en uzun süreli vamp kadını olan Köksal 1999'da yaşama veda etti.

Aliye Rona 

1947'de ‘Kerim'in Çilesi’ filmiyle sinemaya başladı ve uzun yılar karakter rollerinin aranan oyuncusu oldu, 204 filmde oynadı. 1996'da yaşama veda eden Rona, ‘Yılanların Öcü’, ‘Zalimler’, ‘Hepimiz Kardeşiz'in de aralarında bulunduğu çok sayıda filmde canlandırdığı unutulmaz karakterlerle hatırlanıyor. Otoriter ve sert anne tiplemesini başarıyla canlandıran ve kendisinden sonra bu boşluğun doldurulamadığı oyuncudur. Rollerini böylesi gerçekçi yaşatmasında önemli bir etken ise, kanımca mimik kullanımındaki ustalıktadır. Sevimli ve fedakâr anne rollerinin üstadı olan Adile Naşit'in tam zıttı karakterleri canlandırmıştır.

Sonuç olarak denebilir ki Türkiye’de sinema tarihinde Türkan Şoray’ın, Hülya Koçyiğit’in var olması, oyunculuklarına bağlı olsa da, “esas kız”ların var olabilmesi için aslında kendilerini üzerine kuracak bir “kötü”ye ihtiyaçları vardı hep. Ötekini dışlayarak kendi benliğini yüceltecek bir basamağa ihtiyacı vardır “iyi”nin. O nedenle bu zamana kadar bu “kötü”lerin anlatılmamış olması aslında en başından “iyi”lerin de yarım kalması demek.

Kategoriler

Kültür Sanat Sinema