Serengülyan, Zohrab ve Garo'nun, bu üç zeki adamın hiç de yabana atılamayacak siyasi akılları, 1. Dünya Savaşı sırasında İttihatçı liderlerin Ermenileri Osmanlı topraklarından yok etme planını sezememişti. Zannettiklerinin aksine, Zohrab’ın güncesine düşülen notlardan sadece birkaç ay sonra, Ermeniler büyük, hem de çok büyük kırımlara maruz kaldılar… Kader, üç dostu, hiç tahmin edemeyecekleri akıbetlere savuracaktı.
Vartkes Serengülyan, Kirkor Zohrab ve Armen Garo
ROBER KOPTAŞ
rober.koptas@agos.com.tr
Dünyanın kaderini değiştiren, imparatorlukları yıkan Birinci Dünya Savaşı bundan tam 100 yıl önce, 28 Temmuz 1914’te başladı. Avusturya-Macaristan’ın Sırbistan’ı işgaliyle fitillenen çatışmalar kısa sürede bütün Avrupa’yı sardı.
‘Büyük Cihan Harbi’ Osmanlı coğrafyası için de büyük önem taşıdı. İttihat ve Terakki yönetiminde girilen savaş, imparatorluğun çökmesi ve Türkiye Cumhuriyeti ‘nin doğmasıyla sonuçlandı.
Osmanlı tebaası olan Ermeniler için ise, o yıllar, tarihin en karanlık dönemi oldu. 1915’ten itibaren, tehcir ve katliamlarla, Osmanlı Ermeni nüfusunun çoğunluğu yurdundan sürüldü ve öldürüldü.
Zohrab’ın kaleminden
Osmanlı Meclis-i Mebusan’ına üç dönem İstanbul mebusu olarak seçilen, dönemin ünlü yazar ve hukuk adamı Krikor Zohrab’ın günlüklerinden bugünlere ulaşan bazı sayfalar, o sıcak Ağustos günlerinin hâkim haleti ruhiyesine dair çok değerli bir tanıklık içeriyor.
Krikor Zohrab’ın, güncesine 3/16 Ağustos Pazar günü düştüğü notlara göre, Erzurum mebusu olan dostları Vartkes Serengülyan ve Armen Garo (Karekin Pastırmacıyan), Zohrab’ın Büyükada Nizam taraflarında kiraladığı yazlık evinde bir araya gelip bir durum değerlendirmesi yapmışlar ve yakın siyasi gelecekle ilgili bazı sorular etrafında iddiaya girişmişlerdi.
Zohrab o günü şu satırlarla kaydediyor: “Prinkipo’da (Büyükada) Nizam’da kiraladığım evde, ben, Vartkes ve Garo vaziyet hakkında konuşuyor, muhtemel gelişmeler hakkında tahminlerde bulunup bu deftere kaydediyor, bunların tekzibini veya teyidini ise geleceğe bırakıyoruz.”
Zohrab, defterine, o günlerin İstanbul’unda hüküm süren siyasi koşullara dair şu satırları yazmıştı: “Savaştan kimin muzaffer çıkacağı hususunda şimdilik hiçbir emare yok. Öte taraftan, Türkiye’de durum ağır. Türkler mevcut heyecanlı durumdan faydalanmak istiyor, kiminin beklentileri büyük, çok büyük, kiminin ise küçük, mütevazı. Kiminin aklında sadece Ege adalarının ele geçirilmesi fikri var. Kimileri de Rusya’nın, Fransa’nın ve İngiltere’nin mağlubiyetiyle, Akdeniz’in güney kıyılarından başlayıp Kırım’ı da içine alarak Kafkaslara dek uzanan, Türkistan’a belki de Hindistan’a varan, Çin Müslümanlarını da kapsayan koca bir İslam imparatorluğunun yeniden kurulmasını görmek istiyor. Türklerin fikirleri şimdilerde böyle. Bugün Osmanlı bayraklarıyla İzmit’ten İstanbul limanına gelip geri dönen Goeben ve Breslau’nun alınması, bu ümitleri, beklentileri, coşku ve sevince dönüştürüyor. Bugün her Türk, Yahudiler de onlarla birlikte, Almansever; ve Almanya’nın başarısını Osmanlı devletinin varoluşu için tek şart kabul ediyorlar. Buna karşın bütün gayrimüslim unsurlar endişeli ve Almanya’nın zaferini bir felaket addediyor.”
1914 yılının Kasım ayında İstanbul’da Cihat ilanı için düzenlenen miting, o güne dek görülmemiş bir milliyetçi dalganın dışavurumu olmuştu. |
‘Gayrimüslim nefreti’
Usta yazar, Savaş’ın başlaması nedeniyle oluşan Hıristiyan karşıtı havayı ise şu cümlelerle resmediyor: “Türk ve İslam unsur, son yenilgiler ve İslamlara karşı yapılan kanunsuzluklarla iyice artan gayrimüslim nefreti içerisinde kimseden korkmuyor. Bu durum, iki üç asırdan beri ilk kez işte şimdi yaratıldı. Bu, o kadar olanaksız görünüyordu ki, Türkler duruma kendileri de inanamıyor.”
Zohrab, ardından, dostları Vartkes ve Garo’yla giriştiği iddiadan söz ediyor: “İşte, genel olarak bütün dünyanın önüne, özel olarak da Ermenilerin önüne serili başlıca meseleler; sonuçları olabildiğince, gerçeğe en yakın şekilde kestirebilmek gerek. Üçümüz burada tahminlerde bulunacağız, gerçeğe en çok yaklaşan kazanan olacak.”
İddianın sonundaki ödül ise deftere şöyle kaydediliyor: “Bir savaş tazminatıyla sonlanacak bir iddia olacak bu! Kaybeden iki kişi, kazananın şerefine Tokatlıyan’da 12 kişilik bir ziyafet verecek.”
Ardından, henüz başlayan savaşın gidişatına, kazananlarına, süresine ve Ermenilerin bu savaşta neler yaşayacağına dair sorular ve üç dostun verdiği yanıtlar yer alıyor:
Örneğin, “Üçlü ittifak mı (Almanya, Avusturya-Macaristan, Osmanlı), yoksa üçlü itilaf mı (İngiltere, Fransa, Rusya) kazanacak?” sorusuna, üç mebus ittifakla “Üçlü ittifak” yanıtını veriyor. Bugün, dönüp baktığımızda, derin bir hüzünle görüyoruz ki, elde üç yanlış cevap var.
Savaşın ne kadar süreceği sorusuna Vartkes ve Garo, “Bir yıldan az”, Zohrab ise “Bir yıldan çok” yanıtını veriyor. Gerçeğe Zohrab yaklaşmış olsa da, yine üç yanlış!
Osmanlı Devleti’nin savaştan kazançlı mı, yoksa kayıplı mı çıkacağı konusundaki soruya Zohrab ve Garo “Kazançlı” yanıtını verirken, bir tek Vartkes “Kayıplı” diyor ve doğru yanıtı biliyor.
Kritik sorular
İddianın en ilginç soruları şüphesiz Ermenilerle ilgili olanlar. Bunların ilki şöyle: “Savaş sırasında Ermenilerin hali ne olacak? Rus-Türk savaşı sırasında Türkiye Ermenilerinin tavrı ne olacak? Rus tarafına geçecekler mi? Anadolu, Kilikya ve İstanbul Ermenileri ne olacak?”
Bu soruya verilen yanıtların Ermenilere yönelik bir katliam veya katliamlar ihtimalini değerlendiriyor olması, 1914’te, önde gelen bu üç Ermeni’nin, halklarının başına gelebilecekler konusunda taşıdığı korkuyu açık ediyor.
Örneğin Zohrab bu soruya “Sınırdakiler Rusya tarafına geçecekler. Diğer bölgedekiler kısmi kırımlara ve talanlara maruz kalacak” yanıtını verirken, Garo, “Savaş olacak, ama kırım olmayacak”, Vartkes ise “Savaş da, kırım da olmayacak” yanıtını veriyor. Zohrab doğruya en yakın cevabı verse de, elde yine üç yanlış var.
İddianın son sorusu ise şöyle: “Barış yeniden sağlandığından Türkiye Ermenileri siyasi olarak kazançlı mı, yoksa zararlı mı çıkacak?”
Üç cevap da ortak: “Kazançlı.”
Ve üç yanlış daha.
Yanlışlar… Yanlışlar… Görünen o ki, bu üç zeki adamın hiç de yabana atılamayacak siyasi akılları, İttihatçı liderlerin Ermenileri Osmanlı topraklarından yok etme planını sezememişti. Zannettiklerinin aksine, Zohrab’ın güncesine düşülen notlardan sadece birkaç ay sonra, Ermeniler büyük, hem de çok büyük kırımlara maruz kaldılar… Kader, üç dostu, hiç tahmin edemeyecekleri akıbetlere savuracaktı.
Birinci Dünya Savaşı’nın 100. yıldönümü vesilesiyle, o kara günlerin bütün milletlerden tüm masum kurbanlarının anısı önünde saygıyla eğiliyoruz.
Üç dostun akıbeti
Üç dosttan Krikor Zohrab ve Vartkes Serengülyan, güncenin tutulduğu günden yaklaşık bir yıl sonra, İttihat ve Terakki ileri gelenlerinin emriyle tutuklandılar ve Diyarbakır’da kendileri hakkında kurulan sözde Divan-ı Harbi’de yargılanmak üzere sürgüne çıkarıldılar. Bu yolculuk sırasında, Urfa’dan Diyarbakır’a gitmek üzere yola çıktıklarında, Teşkilat-ı Mahsusa’ya bağlı çalışan Çerkes Ahmet adlı bir çete reisi tarafından başları ezilmek suretiyle öldürüldüler.
Armen Garo ise, Kafkasya’ya geçerek, Rus ordusuna bağlı Ermeni gönüllü birliklerinin örgütlenmesi işine soyundu. Garo’nun bu tutumu, milliyetçi Türk tarihçiler tarafından ‘Ermeni ihaneti’nin en önemli kanıtlarından biri olarak yıllardır kullanılıyor. Oysa, örneğin Garo’nun kardeşi Vahan Pastırmacıyan, ağabeyinin yer aldığı cephenin karşı tarafında, Osmanlı ordusunun saflarında bir teğmen olarak savaşıyor; Sarıkamış cephesinde yararlılıklar gösteriyor ve bacağından yaralanarak ‘Gazi’ oluyordu. Pastırmacıyan ailesinin pek çok ferdi soykırım sırasında öldürülecek, Armen Garo ise savaştan sonra kurulacak küçük ve kısa ömürlü ilk Ermenistan Cumhuriyeti’nin ABD elçiliğini yaptıktan sonra, 1923’te Lozan’da hayatını kaybedecekti.