Alper Görmüş, Taner Akçam'ın Hrant Dink cinayetinde gördüğü sembolizmin Sevag Balıkçı cinayetinde de devam ettiğini vurguluyor. Ergenekon'un yeni bir kampanyası dahilinde bu temanın izlerini Hocalı mitinginde gören Görmüş, 'Türkiyeli Ermenilerin ülkeyi terketmesi' ile sonuçlanacak bir 'Ermeni ürkütmece' kampanyası başlatılmış olabileceğine işaret ediyor.
Alper Görmüş'ün, MEDYAİRONİK köşesinde bugün (2 Mart Cuma) yayımlanan yazısı:
Hrant, Sevag, Taksim...
Taner Akçam, 23 Ocak 2012’de Taraf’ta yayımlanan “Talat Paşa’nın intikamı alınmıştır” başlıklı makalesinde şöyle yazmıştı:
“Hrant Dink’i, Talat Paşa’nın öldürülmesinin intikamını almak için öldürdüler. Her şey, ama her şey, 1921 yılında işlenmiş suikastın intikamını almaya uygun örgütlendi. Yasin Hayal’in, McDonald’s olayı sonrası, hapisten çıktığında, babası ile Talat Paşa’yı konuştuğunu biliyoruz. Babasına soruyormuş, ‘baba, Talat Paşa’nın nasıl öldürüldüğünü biliyor musun?’ Bayağı bilgi sahibi de olmuş olay hakkında aslına; ‘Talat Paşa’yı öldüren adamın ceza almadığını, serbest bırakıldığını da biliyor muydun’, diye ekliyormuş.
“Hrant Dink’i niçin (...) AGOS’un önünde, caddede, herkesin gözü önünde, hem de arkadan kafasına ateş ederek öldürdüler! Niçin? Çünkü Hrant nezdinde Ermenilerden Talat Paşa’nın intikamını almak istediler. Talat Paşa, 15 Mart 1921’de, Berlin’de, soykırımdan sağ olarak kurtulan Soghomon Tehlirian tarafından öldürüldü. Tehlirian, Talat Paşa’ya arkadan yaklaştı ve kafasına sıkarak öldürdü. Kaçarken yakalandı. 2-3 haziran tarihlerinden görülen dava sonucunda da beraat etti.
“Cinayetin, bilmediğiniz bir başka benzerliği daha var: Tehlirian olay yerinden kaçarken yakalanmıştı ama aslında suikast planını yapanların aldıkları karara göre kaçmaması, olduğu yerde durması ve teslim olması gerekiyordu. Hrant Dink soruşturmalarında var olan bazı kayıtlardan aslında Ogün Samast’ın da kaçmaması, en azından İstanbul’da yakalanması gerektiğinin planlandığı anlaşılıyor. Her şey, 1921’deki gibi olmalıydı. Amaç hem Talat Paşa’nın intikamını almaktı hem de Ermenilere 1915 soykırımını, onların sesini boğmak için yaptıklarını hatırlatmaktı.”
Sevag’ın ölümündeki sembolizm...
Akçam’ın bu yazısı fazla ilgi uyandırmadı, muhtemelen “zorlama” ve “fantezik” bulundu... Doğrusu ilk okuduğumda bana da öyle gelmişti. Fakat Akçam’ın yazısında ifadesini bulan “sembolizm”i, er Sevag Şahin Balıkçı’nın tam da Ermeni Soykırımı’nın sembolik başlangıç günü olarak kabul edilen 24 nisanda (2011) öldürülmesiyle birlikte düşündüğümde, kafam karışmaya başladı. Akçam’ın yazısından birkaç gün sonra (26 Ocak 2012) gelen itiraf neticesinde Balıkçı’nın ölümünün iddia edildiği gibi bir kaza değil cinayet olma ihtimali güçlenince, kafam daha da karıştı. Acaba birileri semboller üzerinden, “göstere göstere” bir şeyler mi anlatmaya çalışıyorlardı? Amaç, zaten “güvercin tedirginliği” içinde yaşayan Türkiye Ermenilerini korkutmak ve onlara kadim sorularını (“gitmeli mi, kalmalı mı?”) bir kez daha sordurtmak olabilir miydi...
Durum böyleyse ve bu iki olay “işaret fişekleri” ise, devamı da beklenmeliydi... Tam da 1915 öncesinde Türkiye’de başlatılacak bir “Ermeni korkutmaca” kampanyası, Ergenekoncu-darbeci güçlerin özellikle Batı’ya yönelik olarak yürüttükleri önceki kampanyaların (“Türkiye İran oluyor”, “İslamcı militanlar Türkiye’deki Hıristiyan azınlıkları boğazlıyor”, vb.) bir devamı olarak son derece etkili olabilirdi.
Bu ihtimal çerçevesindeki endişelerimi 21 ocakta Taraf’ta kaleme aldığım “Sevag’ın ölümü bir Ergenekon eylemi olabilir mi?” başlıklı yazıda şöyle ifade etmiştim:
“‘Türkiye’deki iktidarın gerçek yüzünü, gözleri kör olmuş Batılılara göstermek için’ her dönemde yeni ve etkili bir tema keşfeden Ergenekon zihniyeti, yeni dönemde neyi araçsallaştırmayı düşünebilir?
“Bence sorunun cevabı çok açık, 2015’e kaç yıl kaldı? Unutmayın, o yıl seçim de var. 2015 yaklaştıkça, Batı kamuoylarındaki Ermeni hassasiyeti giderek artacak; bu süreç başladı zaten.
“Peki, Türkiye’den, ‘Soykırım sözcüğünü telaffuz etmese ve özür dilemese bile, hiç değilse inkârdan vazgeçip acıları paylaşması’ gibi bir tavır beklenirken, ülke, kurbanın yarasını bir daha kanatacak eylemlere sahne olmaya başlarsa, bunun siyasal sonuçları ne olur?”
O yazıda, bu soruyu mealen “Türkiyeli Ermenilerin ülkeyi terk etmesi olur” diye cevaplamış, Ergenekonculuğun zihniyet yapısını ve eylem stratejisini gözönüne aldığımızda, önümüzdeki dönemde, bu sonucu devşirmek üzere bizi ciddi bir “Ermeni ürkütme” kampanyasının bekliyor olabileceği uyarısında bulunmuştum.
Taksim mitingi: “Ermeni şaşırma, sabrımızı taşırma”
O yazının yayımlandığı gün, Hocalı Katliamı’nın gerçekleştirildiği 26 Şubat 1992’nin 20. yıldönümünde gerçekleştirilecek miting ve yürüyüşlerle ilgili ilk bilgiler ve duyurular ortaya çıkmaya başladı. Bunlar, düşünülen eylemin haklı ve insani bir protestodan çok Ermenilere yönelik bir nefret eylemi biçiminde realize olacağına dair çok güçlü kanıtlar sunuyordu. Fakat fiili durum, bu yöndeki her türlü endişeli bekleyişi de aşan bir tablo ortaya koydu: “Ermeni ürkütme” mevsimi, büyük bir kampanyayla açılmıştı...
Ermeni gazeteci Aris Nalcı ve eşi de o gün oradaydılar: Hem mitinge katılan on binlerce insanın duygularını ve tepkilerini öğrenmek, hem de “20 yıldır Türkiye’de milliyetçi grupların hiçbir defasında anmadıkları Hocalı Katliamı’nı, şimdi nasıl anmayı tercih ettiklerini anlamak”için...
Doğrusu ben de, Türkiyeli Ermenilerin bu mitingden nasıl etkilendiklerini merak ediyordum, dolayısıyla “Hocalı anmasında iki Ermeni ‘piç’” başlığıyla beni çok fena eden bu yazıyı büyük bir ilgiyle okudum. Şöyle diyordu Aris Nalcı (Radikal, 28 Şubat 2012):
“Beyoğlu’ndaki yüzlerce insan, ellerinde ‘Hepiniz Ermenisiniz, hepiniz piçsiniz!’ pankartı taşıyordu. Bir Ermeni olarak kırılmamak, korkmamak elde değildi. Sinirlerimize hâkim olmak, bunca şeyi görüp bu ülkeden hâlâ gitmeyen biz Türkiyeli Ermeniler için bile zorken, Türkiye’de bulunan Ermenistanlıları ve diyaspora Ermenilerini düşünemiyorum bile.”
Anti-misyoner kampanya günlerindeki gibi...
Başladığına ve önümüzdeki aylarda-yıllarda devamının geleceğine artık emin olduğum kampanyanın biri “ideolojik” öbürü “siyasal” iki temel amacından söz edebiliriz...
İdeolojik amacı, “toplumdaki milliyetçi duyguları ve Ermeni düşmanlığını kabartmak” olarak tanımlayabiliriz.
Siyasi amaç ise, bu duyguların taşıyacağı eylemlerin sorumluluğunu ve yükünü iktidarın omuzlarına yükleyerek, onu bilhassa Batı kamuoylarının gözünde mahkûm etmek olarak biçimleniyor; her zamanki gibi...
Tablo, bu açıdan akla hemen 2002-2007 arasındaki anti-misyoner kampanyayı getiriyor.
O dönemde de devlet merkezli, temel güçlerini milliyetçi-ulusalcı çevrelerin oluşturduğu bir kampanya başlatılmış, kampanya Türkiye’de kısmî, Batı’da mutlak bir başarıyla “İslamcı iktidarın oluşturduğu zeminde hareket eden İslamcı militanlar”a fatura edilmişti.
Çok sonra, Ergenekon davaları başladığında kampanyanın tümüyle Ergenekon teşkilatı tarafından yürütüldüğü ortaya çıkmış, Sevgi Erenerol’un Genelkurmay’da ve askerî birliklerde verdiği misyonerlik konferanslarının bantları ele geçirilmişti.
Kampanyanın trajik bir boyutu da vardı: Hükümet, kampanyanın kendisini kuşatmak üzere örgütlendiğinden bîhaber, “İslam’ı korumak” adına ona destek bile veriyordu.
Özden Örnek, Darbe Günlükleri’nin 23 Ocak 2004 tarihli bölümünde, konuyla ilgili bir Milli Güvenlik Kurulu toplantısını aktarırken, askerlerin “misyoner tehlikesi” sunumunu Başbakan Erdoğan’ın nasıl desteklediğini de anlatıyordu.
Erdoğan’ın 1914 hesabının bir parçası mı?
Fakat Erdoğan’ın, İçişleri Bakanı’nı göndererek mitinge, dolayısıyla “Ermeni ürkütmece”kampanyasına destek vermesi, askerlerin “anti-misyoner kampanya”sına 2004’te verdiği destek kadar naif ve masum görünmüyor.
Bu destek, belki de çok ciddi, bir o kadar da tehlikeli bir Erdoğan siyasetinin parametrelerinden birini imâ ediyor... Acaba diyorum, Başbakan Erdoğan iki yıldır bindiği milliyetçilik trenine böylece bir vagon daha ilave etmek ve 2014’teki cumhurbaşkanlığı seçimlerine bu trenle mi ulaşmayı planlıyor?
Durum eğer böyleyse, Tayyip Erdoğan kendini de bütün bir ülkeyi de yakacak bir yola girmiş demektir.
Durum eğer böyleyse, bu yolda ona ne sürprizler hazırlandığını tez zamanda öğrenecektir.
MEDYAİRONİK
02.03.2012