Türkiye’nin düşünme biçimi: Komplo teorisi

İTÜ İnsan ve Toplum Bilimleri Bölümü’nde yardımcı doçent olan Doğan Gürpınar, artık bir düşünce biçimi halini alan komplo teorilerinin tarihini ve ideolojik kökenlerini yeni kitabında konu etti. ‘Komplolar Kitabı: Belki de Her Şey Göründüğü Gibidir’ kitabını konuştuğumuz Gürpınar’a göre, komplo teorilerinin yaygınlığı, kesinlikle Türkiye’ye özgü bir durum değil.

EMRE CAN DAĞLIOĞLU
misakmanusyan@gmail.com

Ekümenik Patrikhane’nin İstanbul’u Vatikan’a çevirme isteği, Yahudilerin dünyayı yönetmeleri, Türkiye’deki bor madenlerinin yabancılara satılması, ‘aslında ülkemizde var olan petrolü çıkarttırmayan’ ve sürekli ‘üzerimizde oyunlar oynayan dış güçler…’ Bunlar, gündelik hayatta, gazetelerde, kitaplarda mütemadiyen karşılaşılan komplo teorilerinin en sık kullanılanlarından yalnızca birkaçı. Komplo teorileri, Türkiye’de o kadar yaygın ve etkili ki, 2011’de Can Kuseyri’nin eğlenmek amaçlı yaptığı videoda yer alan ‘contorium’ madeni, halen konuşmalarda kendisine yer bulabiliyor. İTÜ İnsan ve Toplum Bilimleri Bölümü’nde yardımcı doçent olan Doğan Gürpınar, artık bir düşünce biçimi halini alan bu komplo teorilerinin tarihini ve ideolojik kökenlerini yeni kitabında konu etti.

‘Görünmeyen el’

Doğan Kitap’tan çıkan ‘Komplolar Kitabı: Belki de Her Şey Göründüğü Gibidir’ kitabını konuştuğumuz Gürpınar’a göre, komplo teorisi ‘açıklanamayan süreçleri, dinamikleri ve mekanizmaları görünmeyen bir el kontrol ediyormuş gibi sunma refleksi’ ve bu teorilerin yaygınlığı, kesinlikle Türkiye’ye özgü bir durum değil. Komplo teorilerinin ağırlıkla üretildiği merkez ise elbette ki ABD. Düşünce özgürlüğünün gayet geniş olduğu ülkede ırkçı, anti-semit ve İslamofobik fikirler daha rahat yaygınlaşabiliyor. Avrupa’da ise böyle bir düşünce tarzına pek rastlanmıyor. Gürpınar’a göre, bunun sebebi Avrupa’da bu düşünce yapısının büyük ölçüde marjinalize edilmesi; bunu sağlayan ise ‘Avrupa’nın hikmetinden çok, İkinci Dünya Savaşı’ndan sonra aşırı sağcı fikirleri mahkûm etme geleneği’. Birçok komplo teorisinin merkezinde yer alan Ortadoğu’da da komplo teorileri siyasetin ana eksenini oluşturuyor.

Gürpınar, bu haritada Türkiye’ye özgü olanın saçmalamanın mahkûm edilme kültürünün yokluğu ve bunun entelektüel dünyada parlak fikirler gibi sunulabilmesi. Zira Gürpınar’a göre Türkiye’deki sorun, geniş halk kitlelerinin bu teorilere inanmasından ziyade, medya ve akademinin bunları bizzat üretmesi ve bu teorilere yaygın şekilde yer vermesi. Gürpınar’a göre bu durum, bu teorilerin itibarsızlaştırılmadığı için yapısal bir sorun haline gelmiş ve Türkiye’de hiçbir kesim bundan azade değil.

5 yıl önce                                                                                                          

Türkiye’de bu tür teorileri daha çok hangi kesim üretiyor diye sorduğumuzda, Gürpınar, şu anda AK Parti çevresi ve İslami kamuoyuyla özdeş olduğunu söylüyor ve ekliyor: “Fakat bundan beş yıl önce bu durum tam tersiydi. Komplo teorileriyle ulusalcı kesim hercümerçti, hatta komploculuk ulusalcılığın alamet-i farikasıydı.”

Peki değişen ne? Bu durumun yapısal sorun olmasından ötürü değişen sadece iktidar yapısı. Beş yıl önce komplo teorilerinin merkezinde AK Parti ile yer alan ‘Batı, ABD veya emperyalizm’, artık iktidara karşı ulusalcıların olası müttefikleri halini aldı diyor Gürpınar ve uyarıyor: “Aslında ulusalcı kanaat önderlerinin komploculuğunda bir değişiklik olmadı, ancak onlar ortalama seküler kitlenin üzerindeki hegemonyalarını kaybettiler. Kitle belirli yaşam pratikleriyle bu teorilerin geçersizliğinin farkına vardı. Yoksa Aydınlık gazetesi, halen aynı gazete”. Yine bu kitlenin AK Parti analizlerinde komploculuğun etkisinin devam ettiğini söyleyen Gürpınar, artık bu teorilerin iktidar analizlerinin merkezinde yer almadığının da altını çiziyor. Kitlenin buna ne kadar inandığının cevabını ise Gürpınar, KONDA’nın anketinde halkın çoğunluğunun ‘Dolmabahçe Camii’nde içki içildiğini’ düşünmesi örneğinden veriyor.

AK Parti çevresinin komplo teorilerine sarılmasının altında ise entelektüel olarak argüman geliştirilememesini ve kapsamlı bir AK Parti vizyonu sunulamamasını görüyor. Bundan dolayı, artık AK Parti’nin kendisini karşıtlıklar ve hasımlar üzerinden tanımladığını düşünüyor. İki yıl öncesine kadar bu hasım, Ergenekon iken, daha sonra Geziciler ve Cemaat’e dönüşmüş veya en geniş küme olarak Koç Holding, TÜSİAD veya ‘baronlar’ın içinde olduğu ‘eski Türkiye odakları’ oluyor. Ayrıca Gürpınar, AK Parti’nin Milli Görüş’ten miras kalan ve merkezinde ‘Siyonizm’ ve ‘masonlar’ın bulunduğu bir geleneğe da sahip olduğunun altını çiziyor. Son dönemde bu kesimde yaygınlaşmasına en çok şaşırdığı komplo teorisi ise Merkez Bankası Başkanı Erdem Başçı’nın Başbakan tarafından eleştirildikten sonra uluslararası veya Koç gibi sermaye gruplarıyla ilişkide olduğu iddialarının ortaya atılması.

Soldaki durum

Sol ile komplo teorileri ilişkilerine geldiğimizde ise kitapta yer alan ‘Marksizmin kendisinin bir komplocu anlatısı olduğunun’ anlamını soruyoruz. Şimdiye kadar kitabına dair aldığı ilk ve tek eleştirinin de bu tez üzerine geldiğini söyleyen Gürpınar, bu tezini Marksizmin dünyayı açıklamaya çalışan ‘büyük anlatı’lardan biri olduğu gerçeğiyle ve ‘büyük anlatı’ların çöküşüyle çerçevesiz kalan Marksistlerin kolayca komploculuğa kapı aralamasıyla olarak açıklıyor.

‘Türkiye’nin temel anlatısının ötekisi Hıristiyanlar’

Türkiye’de Hıristiyan azınlıklara yönelik ağırlıklı olarak Ekümenik Patrikhane ve Ermeni Soykırımı üzerinden yürütülen komploların sebebi, Gürpınar’a göre Türkiye’de baskın olan ‘modern İttihatçı-Kemalist milliyetçi damar’. Türkiye’nin büyük anlatının temel ötekisi olarak konumlandırılan Hıristiyan toplumlarının Türkleri ‘sömürmesi’nden yola çıkan komploların entelektüel bir literatürünün de oluştuğunu söyleyen Gürpınar, tarihin çarpıtılarak Hıristiyanlara ‘sinsi’ ve ‘emperyalizmin taşeronu’ etiketi yapıştırıldığını ve Türkiye’de neredeyse Hıristiyan kalmamasına rağmen, halen bu etiketlerin ve ‘sömürülme korkusu’nun canlı tutulduğunu söylüyor.

Kategoriler

Güncel Türkiye