Karin Karakaşlı: Yangın yerinde saatler ve değirmenler

Karin Karakaşlı akıp giden zamanı ve zamanda asılı kalan 2 Temmuz 93 Madımak Katliamı'nı yazdı: Sabrettiklerimiz, aradaki süreyi ölçtüklerimiz maalesef hep huzur veren şeyler değil. Tahammülsüzlüğü ölçen saatse yok. Zamanaşımına uğrayan ve inkâr edilerek yok sayılan katliamların davalarında yıllar hep o aynı anda asılı kalır. Aşılmayan acıda zaman nereye akacaktır ki.

Fotoğraf: AA

KARİN KARAKAŞLI
karinkarakasli@agos.com.tr

Zamanı ölçme gayreti öteden beri büyüler beni. Farklı çağlarda değişik uygarlıklar tarafından geliştirilen takvim ve saatler, izlerini tenimizde ve çevremizde gördüğümüz zamanın akışını takip edilebilir kılmaya yaradı. Ama bu şekilde zaman elbette hiçbir zaman  dizginlenebilir olmadı. Bir baraj yaptım diye okyanus gerçeğini, sellerin, tufanların gücünü görmezden gelmeye benzerdi böylesi bir bakış.

Öte yandan ama, zamanı birimlere bölme, anlaşılır ve izlenilir kılma mücadelesi de hiç hız kesmedi. Geçenlerde Bolivya tarihinin ilk Kızılderili lideri olan Devlet Başkanı Evo Morales'in saatlerdeki akrep ve yelkovanı sağdan sola çevirdiğini okuyunca, bir kez daha hatırladım saatlerin büyüsünü.

Güney Amerika ülkesi Bolivya için artık saatler soldan sağa değil, alışılagelmişin tersi yönde, sağdan sola doğru hareket ediyor. Ülkede resmi değişiklik, başkent La Paz’da parlamentonun tepesindeki saat kulesinde yapıldı. Dışişleri Bakanı David Choquehuanca, saat reformunun ‘sömürgecilikten kurtulan halkın açık ifadesi’ni simgelediğini söyledi.

Farklı kültürler açısından simgesel ve tarihi anlamı da ağır basan saat, diğer pek çok şey gibi ilk olarak M.Ö. 4000'lerde Mısır'da kullanılmaya başlandı. Temel alınan koordinat, her gün belirli bir düzende doğup battığı keşfedilen güneşti. Dik duran bir cismin güneşin geliş açısına göre oluşturduğu gölge boyuna bakılarak hesaplanılan saat, geceleri güneş olmadığından dolayı çalışamıyordu. Bunun üzerine Antik Mısırlılar kum saati ve su saatini devreye soktu.

1820'den bu yana saniye ile dakikanın 1/60'lık orana, saatin de günün 1/24'üne denk geldiğine dair düzen bilinmesine karşın, günlük hayatta zamanın ille de çizgisel olarak akmadığı ve her dakikanın bir diğerine eş olmadığı tecrübeyle sabit. O yüzden de zamanı saatler değil, duygularımız ölçüyor aslında. Ödeşemediğimiz hayat dersleri tekrar tekrar karşımıza çıktığında, 'tesadüf' kisvesi altında hayat en akıl almaz kurgularını bize dayattığında bir çember, bir girdap olarak yaşıyoruz zamanı. Ve günler sonsuzluğa uzar, dakikalar geçmek bilmezken yılların bizden habersiz kayıp gittiğini biliyoruz.

Kum saatinde asılı 2 Temmuz

Sabır sınavı sırasında kum saatinden akar zaman. Camlı iki bölmenin ince belli aralığından sızan kum taneleri eşliğinde insan, beklemenin derinliklerine yönelir. Bu saatin ilk kez 8. yüzyılda Avrupa’da bir rahibin buluşuyla kullanılmaya başlanmış olması rastlantı olmasa gerek. 16. yüzyıldan günümüze kum saatleri sürekli zamanı ölçmek için değil, kiliselerde dua süresi, gemilerde tayfaların nöbet süresi ya da gemilerin hızlarının belirlenmesi gibi belirli bir sürenin başlangıcını ve bitişini gösterme amacıyla kullanıldı.

Ama sabrettiklerimiz, aradaki süreyi ölçtüklerimiz maalesef hep huzur veren şeyler değil. Tahammülsüzlüğü ölçen saatse yok. Zamanaşımına uğrayan ve inkâr edilerek yok sayılan katliamların davalarında yıllar hep o aynı anda asılı kalır. Aşılmayan acıda zaman nereye akacaktır ki...

Takvimleri türlü türlü faili meçhuller, suikastlar ve katliamlarla çentikli bu coğrafyada 2 Temmuz da bitmeyen, dinmeyen bir kavruluşun günüdür.

Ne de olsa bir şey gözünüzün önünde oldu mu, siz de yaşananın tanığı haline gelirsiniz. Dahası gördükleriniz size sorumluluk dayatır: “Beni biliyorsun, şimdi bu bilgiyle ne edeceksin?” diye sorar bir iç ses.

Sivas Katliamı gözümüzün önünde yaşandı. 1993'ün 2 Temmuz sıcağında Sivas’ta Pir Sultan Abdal Şenlikleri’ne sesiyle sözüyle katılmaya gelen yazar, ozan, düşünür ile otel çalışanları dahil 35 kişi Madımak Oteli’nin ateşe verilmesi sonucu göz göre göre hayatını kaybetti. Biz sadece bu insanların öldürülüşünü değil, güvenlik güçleri ve yardım ekiplerinin olaya müdahaledeki ataletini de izledik. Adaleti de işte bir harf arayla o gün bir kez daha kaybettik.

Aradan yıllar geçti. Kamera görüntülerinde ellerinde benzin bidonu ile diri diri insan yakmaya gidenlerin avukatları bugünün iktidar partisinden milletvekili oldu. Canlarını yitirmişlerin acısıyla dalga geçercesine o meşum otelde bir kebapçı işletildi. Kırmızı bültenle aranan sanıklar nikah kıydı, çocuklarına sünnet düğünü yaptı. Derken dosya yıllar yılı firari halde bulunan kilit konumdaki beş sanık üzerinden 2012'de zamanaşımına uğratıldı. Böylelikle katliam ve zamanaşımı sözcükleri utanç içinde birbirine teyellendi. Bu katliama bir kez olsun insanlığa karşı işlenmiş suç denemedi ve ‘zamanaşımsız’ adalet bir türlü tecelli edemedi.

'Bir karanlık el'den 'Alman derin devleti' ne

Onun yerine yine muğlak ifadelerin kaypaklığına sığınıldı. Derin devlet ve karanlık güçler, bu favori ifadelerin başındaydı elbet. Dönemin hükümet sözcüsü Hüseyin Çelik şöyle diyordu: “Bir karanlık el, bir derin el, bir kirli güç maalesef Türkiye’de Türk-Kürt kavgası çıkarmaya çalıştığı gibi, sağ-sol kavgası çıkararak binlerce gencin ya hapishanede çürümesine ya da toprak altına girmesine sebebiyet verdiği gibi, Türkiye’de sistematik bir şekilde bu ülkenin farklı renkleri olan Sünni ve Alevileri çatıştırmak için özel gayret göstermiştir ve maalesef derin devletin bu işte uzun zaman hep parmağı olduğu ortaya konmuş ve bu mesele Kahramanmaraş olayları, Çorum olayları, Gazi Mahallesi olayları üzerindeki sır perdesi geçen zamana rağmen tam manasıyla aydınlanamamıştır, kaldırılamamıştır. Sivas meselesini böyle değerlendirmek lazım.”

Bugüne geldiğimizde, tam 21 yıl sonra AKP Gaziantep Milletvekili Şamil Tayyar söz konusu karanlık eli “Alman derin devleti” olarak somutlaştırdı! Tekamül böyle bir şey. O veciz sözlere az kulak verelim: “Alman derin devletinin 1993′ün karanlık eylemlerinden Sivas katliamını yıldönümünde bir kez daha lânetliyorum. Türk/Kürt çatışmasının derinleştirildiği 1993′deki çok uluslu karanlık eylemler serisine Sivas katliamıyla Alevi/Sünni çatışma planı eklendi.”

Provokasyonu gelenek haline getirmiş bir devletin, siyasi sorumluluğu ötelere atma çabalamalarında çok hazin bir yan var. Bu inkârcı zihniyetten sebep, her sistematik kötülük bir sonrakini meşru kıldı, insan elli felâketler geniş zamana yayıldı. Failler cezalandırılmayıp, katiller taltif edildikçe buralar hep yangın yeri oldu. O yüzden halen azap ve öfke ile kavruluruz. Maraş’tan Sivas’a Roboski’den Gezi’ye, Soma’dan Şırnak ve Lice’ye dinmez o yanık yarası.

Acının saati çok ağır işler. Şifa için el ele vermek ve birlikte direnmek icap eder. Tıpkı Bülent Ortaçgil'in güzelim şarkısında dediği gibi:

Zaman düşer ellerimden yere
Oradan tahta boşluğa
Saatler çalışır izinsiz hep bir sonraya,
Resimler sarı güneşsizlikten, duygular değişir

Dostlar dağılır dört bir yana, kendi yollarına
Ve sen ben, değirmenlere karşı bile bile birer yitik
Savaşçı,

Akarız dereler gibi denizlere, belki de en güzeli böyle...

Bu topraklarda adalet ve hakkaniyet adına mücadele biraz da değirmenlere karşı çıkmaya benzer. Zamanı elinden tutmak, umudu düştüğü yerden kaldırmak, acıdan kesilen nefesi bir solukla bırakmak için her gün yeniden başlar mücadele o değirmenlere karşı. Bu topraklarda zaman pervanelerinin dönüşüne uygun ayarlanmış bir değirmen saatinde akar bazen. Her an sil baştan döner.

Unutmadan yaşarız.

Kategoriler

Güncel Türkiye Gündem