Ayasofya’nın cami olarak ibadete açılmasına ilişkin tartışmalar sürüyor. Camiye çevrilmesi için sık sık tekrar eden namaz kılma eylemleri bu yıl da 29 Mayıs’ta yani Fethin yıldönümünde yapıldı. Mardin Artuklu Üniversitesi Mimarlık Fakültesi Dekanı, Mimarlık Tarihi uzmanı Prof. Dr. Uğur Tanyeli, Ayasofya tartışmasının artık açık bir ideolojik savaş haline geldiğine dikkat çekiyor.
UYGAR GÜLTEKİN
uygargultekin@agos.com.tr
Ayasofya’nın cami olarak ibadete açılmasına ilişkin tartışmalar sürüyor. Camiye çevrilmesi için sık sık tekrar eden namaz kılma eylemleri bu yıl da 29 Mayıs’ta yani Fethin yıldönümünde yapıldı. Mardin Artuklu Üniversitesi Mimarlık Fakültesi Dekanı, Mimarlık Tarihi uzmanı Prof. Dr. Uğur Tanyeli, Ayasofya tartışmalarını değerlendirdi. Tanyeli, Ayasofya tartışmasının artık açık bir ideolojik savaş haline geldiğine dikkat çekti.
-
Ayasofya’nın camiye dönüştürülmesi tartışmalarını nasıl değerlendiriyorsunuz?
Ayasofya’nın bugün bir siyasal kavganın nesnesi kılındığını düşünüyorum. Farklı hesaplar yapılıyor. Bazıları bunu ileri sürerek, hükümeti zor durumda bırakmayı öngörüyor bile olabilir. Çünkü hükümetin kendi hedef kitlesi bağlamında bu talebe hayır demesi kolay değil. Böylece hükümeti sıkıştırmaya çalışıyor olabilirler. Hükümet aslında bu talebe hiç soğuk olmasa da, ortaya çıkaracağı uluslararası tepkilere kayıtsız kalamayabilir. Bir yandan medeniyetleri barıştırmak gibi iddialar öne sürüp, öte yandan da bu anıtı camiye dönüştürmeyi nasıl izah edebileceklerini düşünen, hiç değilse birkaç dışişleri uzmanı vardır. Şüphesiz onların iradesi bugünlerde bir şeyi değiştirmez. Ancak, Ayasofya’ya ilişkin asıl mesele, Türkiye’de yaşanan ‘ikonlar savaşı’nda onun bir cephe daha açmak anlamına geldiğidir. Bu artık apaçık hale gelen bir ideolojik savaş. Bir tarafta, kendi seküler yaşam biçimine tehdit yönelten bir iktidarla yüz yüze olduğunu düşünen milyonlar var; öte tarafta da her gün bir hamle daha yaparak kendi İslamcı-milliyetçi ideolojik angajmanı doğrultusunda puan kazanmaya çalışan bir siyasi iktidar. Ayasofya’yı camiye dönüştürmek bu ikincisine tabii ki kazanç sağlar. Ancak ciddi zararlar da verir. Ulusal ve uluslararası ölçekte barış içinde birlikte yaşamaktan söz etmek ve birilerini inandırmak artık çok zor olur. Bu zararları hesaplamaya çalışan bir sağduyunun varlığından emin değilim.
'Ayasofya’yı camiye dönüştürme talebinin de biraz dikkatli incelenirse, İslami duyarlılıkla ilişkili olmaktan çok, İslami kisveli milliyetçi bir talep olduğu aşikar. Camiye çevirmek isteyenler, Ayasofya’ya bir kültür varlığı olarak baktıklarını değil, bir fetih hakkı olarak “ele geçirilmiş” olanı kullanmak istediklerini ortaya koyuyorlar.' |
-
Dünyada bu tarz tartışma konusu olan başka tarihi yapılar var mıdır?
Dünyada bugün Ayasofya gibi müze mi, yoksa ibadet mekânı mı olsun tartışmasına konu olan bir yapı, ben bilmiyorum. Bir zamanlar Sovyetler Birliği’nde müzeye dönüştürülmüş bazı kiliseler vardı. Örneğin, Petersburg’da Kazan Kilisesi din müzesi olarak kullanıldı. Büyük bir tartışmaya yol açtığını duymadım. Ancak, Ayasofya onlara benzeyen bir durum oluşturmuyor. Kazan Kilisesi Ortodoks bir ülkedeki bir ortodoks ibadethanesiydi. Oysa, Ayasofya bir kiliseyken camiye, çok sonra da müzeye dönüştürülmüştü. Mimarlık tarihi açısından Ayasofya’nın önemi, bir zamanlar Sovyetler’de işlevi değiştirilen kiliselerle kıyaslanamayacak kadar büyüktü. Üstelik, çok önemli mozaikler içerdiği bilindiği halde, bunlar üzerleri kapatılmış olduklarından görülemiyordu; hatta onarılamıyordu da. Bir sanat yapıtları bütünü olan ve tek bir dine temellükü imkansız bir dünya anıtıdır Ayasofya. O nedenle, şimdiki camiye dönüştürme tartışması benzersiz sayılabilir.
-
Daha önceki konuşmalarınızda Bizans mimarisine dönük bir yaklaşım olduğuna değinmiştiniz. Bunu biraz açabilir misiniz? Bizans’la barışık yaşama, Ayasofya’la barışık yaşamak nasıl mümkündür?
Osmanlı’nın neredeyse 20. yüzyıl başına kadar bugünkü anlamda bir Bizans meselesi yoktu. Ya da en azından Müslüman Osmanlılar için Osmanlı-Bizans tarihsel ilişkisi bir siyasal asabiyet yaratmıyordu. Ulusalcılıklar çağında tam aksi oldu. Bin yıllık Bizans’ın ardından beş yüz yıllık Osmanlı dönemi, Bizans’ın mirasına katı bir ideolojik angajmanla yaklaşanlar (Müslümanlar ve Ortodokslar) için, kronolojik uzanımı açısından bile rahatsızlık verici hale geldi. Bizans mimarlığı da ulusalcıların ülkeyi kerhen paylaşmak zorunda kaldıkları, ama kendilerinin saymadıkları bir ‘öteki’ne dönüştü. Kuşkusuz bu koşullarda camiye dönüştürülmüş Bizans yapıları, dönüştürülmeyenlerden daha kolay kabul edilir hale gelecekti. Dönüştürülmüş kiliselere yabancı demek yerine, “o artık bizim” demek daha kolaydı. Ama sorun tam da bu: Kültür ürünlerine bizim-sizin kutupsallığıyla yaklaşmak anlamlı değil. Her halükarda Türkiye’de bir Bizans açmazı böyle inşa edildi. Monolitik bir Türk-İslam kimliğiyle tahayyül edilen bir Türkiye’de Bizans, genelde Hıristiyan geçmiş ve tabii ki pagan Antikite sorunlu miraslara dönüştüler. Onlar ideolojik olarak, ne “bizim” denebilecek biçimde sahiplenilebiliyordu, ne de yok sayılabiliyordu. Pagan Antik dünya güncel bir kültürle doğrudan bağlantılandırılması zor olduğu için daha avantajlıydı. Ama Hıristiyan geçmiş onu sahiplenen başkaları da bulunduğundan, aidiyeti, en hafif deyişle, kuşkulu ve tehlikeli bir kültür bölgesiydi. Onun için, bugün Türkiye’de bir Hıristiyan yapısının restorasyonu bir İslam yapısından çok daha zordur. Onlara çok daha az kaynak ayrılır. Turistik gerekçeler dışında dikkate değer bulunmalarını sağlayan bir kamuoyu basıncına konu olmazlar. Bir İslami yapının onarımı seçim yatırımı olarak anlamlıdır, ama eski bir Hıristiyan yapısı için aynı söz yinelenemez. Hatta aksi daha doğrudur.
Bizans’la barışmaktan söz ettiğimde, yaklaşık bir yüzyıllık bu ideolojik açmazdan kurtulmak gerektiğine işaret ediyordum. Türkiye toprakları üzerindeki İslami olan ve olmayan tüm kültür mirasının aynı oranda Türkiyeliler’in malı olduğunu kabul etmek gerekir. Tabii ki tüm insanlığın da malı olduğunu kavramak gerekir. Bunun içinse ciddi bir ideolojik arınma yaşamamız gerekiyor: İslami ve laik kisveli ulusalcılıklar bu arınma ihtiyacı bağlamında ancak çok küçük detaylarda farklılaşıyor. Ayasofya’yı camiye dönüştürme talebinin de biraz dikkatli incelenirse, İslami duyarlılıkla ilişkili olmaktan çok, İslami kisveli milliyetçi bir talep olduğu aşikar. Camiye çevirmek isteyenler, Ayasofya’ya bir kültür varlığı olarak baktıklarını değil, bir fetih hakkı olarak “ele geçirilmiş” olanı kullanmak istediklerini ortaya koyuyorlar. Herhalde bu Bizans’la barışmak, onu da hepimizin ortak mirası saymak için uygun bir ideolojik başlangıç noktası değil.
-
Ayasofya’nın bir vakıf olduğu argümanı sık sık dile getiriliyor. Vakfedilmesi sürecinde sorun var mıdır?
Vakıf prosedürleri üzerinde bir şey söylemem doğru olmaz. Ben mimarlık tarihçisiyim. Sadece şunu söyleyebilirim: Ayasofya vakıf olduğu için, vakfedenin tanımladığı kullanım biçimi asla değiştirilemez gibi bir argüman doğru değildir. En azından İslami vakıf sisteminin bu kadar katı olmadığını biliyorum. Sayısız vakfedilmişin kullanımı zaman içinde doğan gereklilikler doğrultusunda değiştirilebilir ve değiştirilmiştir. Bugün artık han olarak kullanamadığımız vakıf yapıyı otele, hamamı lokantaya, medreseyi kültür merkezine, müzeye, konutu iş yerine dönüştürebiliyorsak, işlev değişiminin yolu tıkalı değil demektir. Ayasofya da İslami vakıf kavramı çerçevesinde pekala müze olabilir ve müze kalabilir. Özetle, ortadaki tartışma İslam hukukuna ilişkin bir kuramsal tartışma değil; güncel ideolojik itişmelerle bağlantılı bir basit siyasal mücadele sloganından ibaret.