AKP’nin siyaset karşıtı siyaseti kazandı

Siyaset bilimci Menderes Çınar AK Parti’nin ‘siyaset karşıtı siyaset’ini inceledi.

MENDERES ÇINAR

AKP’nin devleti daha çok kendi cemaati olarak tasavvur ettiği belirginleşmiştir ki, giderek daha görünür hale gelen güven bunalımı, bu durumun olumsuz sonuçlarından biridir.

AKP bir seçim yarışından daha başarıyla çıktı. Bu, her zamankinden daha çok bizzat Başbakan Erdoğan’ın kişisel başarısı. Erdoğan, halkla doğrudan ilişki kuran; bu ilişkide aracı olabilecek tüm örgütleri bizzat kendisinin seferber ettiği doğrultuda işleyen yan kuruluşlara çeviren ve iktidarı kendi şahsında merkezileştiren popülist bir lider. İktidarda kaldıkça, AKP’nin bu özelliği daha da belirginleşiyor. Erdoğan’ın tüm milletvekilleri ve belediye başkanları adına, halktan vekâlet istediği/aldığı ve tüm bunlardan bizzat ve sadece kendisinin (halk adına!) hesap sorduğu bir sistem gelişti. AKP’nin tüm milletvekilleri ve belediye başkanları birer personel haline geldi. Erdoğan’ın, merkezinin kendisi olduğu bir işleyişte, kendisine sadık insanlarla çalışmayı tercih ettiği ve bu tercihin hesap sormaya kalkan başkaları karşısında ‘adamını yedirmemeyi’ gerektirdiği de söylenebilir.

Erdoğan’ın ‘millet’i

Bir hesap görülecekse, bu Erdoğan ve onun metotlarıyla görülecektir. Erdoğan ise hesabını ‘millete’ veriyor. Başbakan’ın, bakanlarının bulaştığı skandalları doğrudan kendine yönelik değerlendirmesi ve 30 Mart seçimlerini kendisi hakkında bir referanduma dönüştürmesi, bu bağlamda anlaşılabilir.

Sonuçta Erdoğan ciddi bir oy oranıyla kendisini halka onaylattı. Eğer demokratik siyaset, basitçe halkın desteğini alarak iktidara gelmek ve iktidarda kalmaktan ibaret olsaydı, bu demokrasi hanesine artı olarak kaydedilebilirdi. Esasen söz konusu olan ise AKP’nin oyunu kendi şartlarında oynama gücünü ve kabiliyetini gösteren bir siyasi başarı. AKP gerçekliğin sadece bir boyutunu (‘paralel yapı’) gündem haline getirip, diğer boyutunu (yolsuzluk ve yozlaşma) gözden kaçırmayı bildi. Böylece muhalefet partilerinin ‘beleşçilik’ olarak adlandırılabilecek, hiçbir pozitif siyasi gündem sunmadan, sadece AKP’nin yolsuzluklarını vurgulayarak güvenilir bir alternatif olma stratejisini boşa çıkardı.

İkincisi, AKP’nin siyasi başarısı, ‘siyaset karşıtı siyaset’i andıran bir tarzla elde edilmiş bir başarıdır. Bu tarz, hizmet üreten, ideolojik siyasetten kaçınan, ulusal çıkarı ve kamu yararını savunan ‘ben’ ve ideolojik siyaset yapan, hizmet üretme niyeti ve kapasitesi olmayan partizan çıkarları için, ulusal çıkarları ve kamu yararını göz ardı edebilen ‘diğerleri’ ikiliği yaratarak alternatifsiz olduğunu iddia eder. Siyaset karşıtıdır, çünkü siyasette çatışmanın doğal olduğunu kabul etmez, bunu kabul etmediği için uzlaşmacı yaklaşımlara kapı açamaz, bizzat kendisinin uzlaşmayı temsil ettiğini iddia eder ve bu iddia üzerine kurulu kutuplaşmadan beslenir. Diğer partilerin, dolayısıyla onların temsil ettiği toplum kesimlerinin meşruiyetini sorgulayarak muhalefete ‘ayar’ vermeye çalışan bu tutumun, demokratik siyasete elverişli olduğunu söylenemez. 

Yeni Türkiye’nin ‘tek’i

Üçüncüsü, AKP’nin vesayetçilikle mücadelesi demokratik siyasetin altyapısını oluşturacak kurumsal reformlardan ziyade, var olan kurumsal yapıyı ele geçirmeye dayanıyor. 17 Aralık operasyonuna verdiği reaksiyon, demokratik siyasetin güçler ayrılığı ve hukuka saygı gibi olmazsa olmazları olduğu ilkesini göz ardı eden, var olan kurumsal yapıyı iyileştirmek yerine onu sömürgeleştiren bir reaksiyon olmuştur. Böylece, AKP’nin devleti bir kurum olarak değil de daha çok kendi cemaati olarak tasavvur ettiği belirginleşmiştir ki, giderek daha görünür hale gelen güven bunalımı, bu durumun olumsuz sonuçlarından biridir. Seçim sürecindeki eylemleri ve seçimlerindeki başarısıyla Erdoğan, sadece muktedir değil, bir egemen olarak tezahür etmiştir. Bu egemenin kuracağı Yeni Türkiye’nin tek ‘kurum’unun bizzat kendisi olma olasılığı her zamankinden daha fazladır.

Kategoriler

Güncel Türkiye