ABD'li muhalif entelektüel Noam Chomsky, 'Kürt ve Ermeni sorununu tartışabilen Türk gazeteciler çok cesur. Canı istediğinde yazan ve başına hiçbir şey gelmeyen bir New York Times muhabiri gibi değiller' diyor.
Amerikalı Dilbilimci Noam Chomsky, MIT’de (Massachusetts Institute of Technology – Massachusets Teknoloji Enstitüsü) ‘Enstitü Profesörü’ veya ‘Emeritus Profesör’ gibi en üst seviyede unvanlara sahip. Halen faal olarak eğitmenliğe devam eden 1928 doğumlu dilbilimci Chomsky, daha önce de kendisiyle birlikte kitap projelerine imza atan, yayınlarını Kolorado’dan yapan ‘Alternatif Radyo’ kanalı yönetmeni David Barsamian ile bir söyleşi yaptı.
Chomsky ve Barsamian’ın Türkiye üzerine konuştukları ve 20 Ocak’ta Barsamian’ın radyosu Alternative Radio’da yayınlanan program*, “İmkânsızı talep etmek” adını verdikleri ve yılsonunda yayınlamayı planladıkları, ortak kitap projelerinin bir parçası.
D.B - The New York Times, Türkiye’de gazetecilere yönelik tutuklamalar hakkında “Türkiye’nin pırıltısı basın, gözaltına alındıkça sönüyor”diye yazdı. Siz nasıl değerlendiriyorsunuz?
Her şeyden önce, bu haberin The New York Times’ta çıkmasının ziyadesiyle ironik çağrışımları var. Türkiye’de olan bitenler oldukça kötü. Diğer yandan 1990’larda olanlarla kıyaslamaya gidilmemiş. O dönemde Türk devleti, Kürt nüfusa karşı büyük bir terör savaşı yürütüyordu: On binlerce kişi öldürüldü, binlerce köy ve kasaba imha edildi. O zamanlar The Times bunlardan hemen hemen hiç söz etmemişti. Silahların yüzde 80’inin ABD’den geldiğinin, Clinton’ın bu mezalimin destekçisi olduğu haberini kesinlikle yapmamışlardı.
Dolayısıyla şimdi insan hakları ihlallerinden rahatsızlarsa, bu tepkiye şüpheyle yaklaşmamız lazım. İnsan hakları ihlallerine ışık tutmak istiyorlarsa, bu kez ABD’nin desteğiyle yapılmamasından ve ABD’ye kafa tutan bir ülkenin söz konusu olmasından ötürü. İşte bundan hoşlanmıyorlar.
Ortadoğu’daki popülaritesi ise Erdoğan’ı ABD’de popüler yapmıyor. Kendisi Arap aleminde açık ara en popüler kişilik, ama şu azizliğe bakın ki, Obama’nın popülaritesi aslında Bush’unkinden bile düşük.
Türkiye, dünya meselelerinde oldukça bağımsız rol üstlendi ve ABD bundan hiç hazzetmedi. İran ile artan ticari ilişkilerinden, bağımsız dış politikalarından hazzetmiyorlar. Bu durumda Türkiye’deki olagiden insan hakları ihlallerini kınamak münasiptir. Bir gerileme var. Aslında son 10 yılda oldukça dikkate değer ilerleme kaydedilmişti ama son birkaç yıl gayet nahoş geçti. Sinizm bir kenara bırakılırsa, bunu protesto etmek doğrudur.
D.B - 2010’da İsrailli komandoların uluslararası sularda bir Türk gemisine baskın düzenleyip biri Amerikan vatandaşı dokuz Türk’ü öldürmesinden sonra, Türkiye-İsrail ilişkileri Washington’ı nasıl etkiliyor? Üstüne üstlük diplomatik ilişkiler de askıya alındı…
Bundan önce başlamıştı aslında. 2008-2009’da Gazze’ye yönelik ABD-İsrail saldırısını keskin bir dille protesto eden tek büyük ülke ve kesinlikle tek NATO ülkesi Türkiye’ydi. Ve bu bir ABD-İsrail saldırısıydı. Davos’taki Dünya Ekonomik Forumu’nda meşhur bir olay var; İsrail Cumhurbaşkanı Şimon Peres ile aynı sahneyi paylaşan Türkiye Başbakanı, saldırıya çok sert çıkışmıştı. Erdoğan’ın Arap aleminde bu kadar popüler olmasının sebeplerinden biri de bu. Elbette ABD bundan hoşlanmadı. İran ile içten ilişkilere sahip olup İsrail’in suçlarını kınamak, kişiyi, Georgetown’daki kokteyl partilerin aranan figürü yapmaz.
D.B - Şimdi de uzun zamandır Ermeni soykırımını inkâr eden İsrail’in bu konuda karar çıkarmayı değerlendirdiğine dair haberler var. Asıl amaçları, Ermeni soykırımının her dile getirilişine aşırı hassasiyet gösterdiğini bildikleri Türkleri kışkırtmak mı?
İsrail ile Türkiye çok yakın müttefikti. O zamanlar Ermeni soykırımının tartışılmasına bile izin vermezlerdi. Şimdi eski ilişkinin yerinde yeller eserken Türkleri kurcalayabilir, bunları konuşabilirsin. Gerçekten de İsrail’in tutumu dikkat çekici. İsrail Dışişleri Bakan Yardımcısı Danny Ayalon, Türkiye’nin İsrail büyükelçisini çağırıp onu alçak bir sandalyeye oturtmuş ve kendisi de daha yüksek bir sandalyeye oturup ona yukarıdan bakmıştı. Bunun fotoğrafları da her yerde yayımlanmıştı. Ülkeler böyle davranmaz. Bu çok aşağılayıcı. Türkler bundan zerre kadar hoşlanmadı, ama İsrail o kadar küstah ki, umursamadı bile. Efendi arkamızda olduğu sürece –ki öyle- canımızın istediği her şeyi yaparız sonucunu çıkarıyorlar.
D.B - Üç-dört ülkeye yayılan Kürtler, sanırım dünyada ulusal devletleri olmayan en büyük tek azınlığı oluşturuyor. Kuzey Irak’ta elde ettikleri yarı özerklikten sonra Türklerin durumu ne olacak?
ABD onları geçmiş yıllarda defalarca sattı. 1970’lerde ve sonra tekrar 1980’lerde Saddam Hüseyin’e sattı. Saddam Kürtlere zulüm uygularken, ABD yönetimi olanları örtbas etmeye çalışıyordu. Hatta Reagan yönetimi, bunları tanımayı reddedip İran’ı suçlamaya çalıştı. Kürtlerin bir atasözü vardır, şunun gibi bir şey, ‘’Tek dostumuz dağlardır.’’ Kendi dışımızdakilerin desteğine güvenemeyiz anlamına gelir. Tarihlerine bakarsan, buna inanmaları için bol bol neden görürsün. O yüzden çevrelerindeki ülkelerle bir uyum hali yakalamaları ve onların Kürt nüfuslarıyla nasıl alakadar olacaklarının yolunu bulmaları gerektiğini düşünüyorum. Mesela Türkiye’deki Kürt nüfusu, Irak’taki Kürt yarı özerkliği konusunda oldukça heyecanlı.
D.B - Bir model olarak mı görüyorlar?
Ümit verici bir şey olarak bakıyorlar, ama kendi çıkarları peşindeki yarı özerk Iraklı Kürtlerden iyi muamele görmüyorlar. Bölgede gerçekten çalışmış az sayıdaki Amerikalı gazeteciden biri olan Kevin McKiernan, Kuzey Irak’taki Kandil Dağı’nı bir keresinde şöyle betimlemişti: Dağın iki yüzü vardır. Bir yüzündekiler teröristtir, diğer yüzündekiler özgürlük savaşçısı. Hepsi tümüyle aynı halk, yani Kürt milliyetçileri. Ama bir yüzü Türkiye’ye bakıyor, yani teröristler. Diğer yüzü İran’a bakıyor, demek ki özgürlük savaşçısılar. Anlaşılan, orasıyla çok iyi bütünleşmişler. Dağdaki gerillaların çevredeki halkla düzenli olarak ticari ve diğer ilişkilerde bulunduklarına dair haberler geliyor.
Hapse girseler de konuşuyorlar
Geçen yıl Türkiye’de ifade özgürlüğüyle ilgili bir konferansa katıldım. Büyük bölümü, Türk gazetecilerin Hrant Dink cinayetini, Ermenilere yönelik mezalimi, Kürtlere yönelik baskıyı yazma çabalarına ayrılmıştı. Bunlar, çok cesur insanlar. Canı istediğinde yazıp başına bir şey gelmeyen bir NY Times muhabiri gibi değiller. Bu kişiler hapse atılıp işkence görebilir. Ama yine de açıkça konuşuyorlar.
AB, Türkiye’ye ırkçı bakıyor
Türkiye ile ilgili en ilginç şeylerden biri, AB’nin “Onları davet edemeyiz, zira yüksek insan hakları standartlarımızı karşılamıyorlar” demesi. Türkiye entelektüellerin, gazetecilerin, akademisyenlerin ve yazarların, devlet zulmünü protesto etmekle kalmayıp buna karşı sivil itaatsizlik de uyguladığı, benim bildiğim neredeyse tek ülke. 10 yıl önce gittiğimde, ben de bir miktar katılmıştım esasen. Batı’da böyle bir şey göremezsiniz. Batılı muadillerini mahcup bırakıyorlar. Yani çıkarılacak dersler varsa, tam tersi yönde olmalı. Aslında ben, ırkçı sebepler yüzünden Türkiye’nin AB’ye asla alınmayacağını düşünürüm. Sanmıyorum ki Batı Avrupalılar, sokaklarında Türklerin serbestçe dolaşmasından hoşlansın.
*Türkçesi Radikal’de yayınlanan röportajın İngilizce orijinali ise Armenian Weekly’de yayınlandı.