Hrant Dink, Dersim’in Hozat İlçesi Ergen (Geçimli) Köyü’nde harabe halde bulunan Surp Harutyun Kilisesi’nde köy sakinlerinin de arasında bulunduğu 100 kişilik bir grup tarafından anıldı.
YALÇIN ÇAKMAK
Hrant Dink, 1915 öncesinde Ermenilerin yoğun olarak yaşadığı Hozat’ta aralarında çeşitli sivil toplum örgütleri, BDP üyeleri ve Hozat Belediye Başkanı Cevdet Konak’ın da bulunduğu 100 kişilik bir grup tarafından anıldı.
Anma, Hrant Dink nezdinde bugüne değin katledilen tüm Ermeni halkı adına yapılan saygı duruşuyla başladı. Hrant Dink için yakılan mumlardan sonra yapılan basın açıklamasında Cevdet Konak, “Bugün burada Hrant Dink’in 7. ölüm yıldönümü vesilesiyle, 1915’ten beridir katledilen Ermeni kardeşlerimiz aziz anıları huzurunda toplanmış bulunmaktayız. Biliyoruz ki bu toprakların en az biz Kürt-Aleviler kadar sahipleri olan Ermeni halkı, Hrant Dink’in katledilişiyle büyük bir üzüntüyü daha yaşamıştır. Öyle ki, Hrant’ı katleden faillerin bugün hâlâ bulunmaması, yüreklerimizdeki acıyı her geçen gün daha da büyütmektedir. Ama bu acı, hesabı soruluncaya kadar yüreklerimizde her geçen gün büyüyen adalet inancımızı da besleyecektir. Bu da böyle bilinsin” dedi.
Açıklama sonrasında Konak, Nevzat Çelik’in ‘itirazın iki şartı’ şiirinin dizeleriyle, Hrant Dink ve katledilen Ermeni halkına saygılarını belirtti.
İTİRAZIN İKİ ŞARTI (Nevzat Çelik)
çok olmadığımız kesin
çok olan tarafta değiliz
çok olan tarafta olmayacağız
türkiye’de kürt olacağız
kürtlerde ermeni
ermenilerde süryani
gidip almanya’da türk olacağız
hollanda’da surinamlı
fransa’da cezayirli
iran’da azeri
amerika’da zifiri zenci olacağız
çoğalan zencide mutlaka kızılderili
israil’de filistinli
köpeğin karşısında kedi
kedinin karşısında kuş olacağız
kuşun karşısında börtü böcek
hakemler hep karşı takımı tutacak
ve biz hep yedi kişiyle tamamlayacağız maçı
çiçeklerden kamelya olacağız
az kolumuzun tarafında
solda olacağız
bu itirazın ilk şartı
solda da az olacağız
devrimi çoğaltırken çünkü
bir başka devrime hızla azalacağız
bu da itirazın ikinci şartı.
‘Yok edilen sadece hayatlar değil, Anadolu’nun bereketiydi’
Rober Koptaş, 2012’nin Haziran ayında söz konusu bölgeyi gezmiş ve izlenimlerini ‘Medeniyet kaybı’ başlıklı bir yazıyla Agos’taki köşesinde paylaşmıştı.
Koptaş’ın yazısının ilgili kısmı şöyle:
Harput ve Dersim yöresinde dolandık. Yolculuğun sebeb-i hikmeti mutlu bir vesileydi. Mutlu da olduk; ancak şahsen ben, çoğunlukla boğazımda bir yumruyla geçirdim zamanı. Bu kısacık gezinti bile, Anadolu’nun son yüz yılında yaşananların nasıl büyük bir medeniyet kaybı olduğunu derinden hissettirdi bana. Nedenini anlatayım…
Ömrümde ilk defa, Ermenilerden kalma harabeler; geçmişte Ermenilerin yaşadığı, ama bugün Ermeni namına sadece taşların, ağaçların ve kaplumbağaların kaldığı köyler gördüm. Bu ilk deneyimin bende pek de olumlu bir izlenim bıraktığını söyleyemem. Yaşadığım hisleri, şaşkınlık, sarsıntı ve öfke olarak özetleyebilirim.
Ergan köyünde
Yağmur yüzünden pek göremediğimiz Harput’ta ve daha da çok Dersim’in Ergen (Ergan) köyünde hissettiğim, nasıl bir şey olduğunu yazıyla anlatamayacağım derin bir “ah” duygusuydu. Hozat’tan çıkıp yılankavi yollardan ağır ağır geçerek geldiğimiz Ergan köyü, tek katlı evleri, çekingen insanları ve önümüz sıra kaçışan tavuklarıyla sıradan bir Anadolu köyüydü. Evlerin arasından, merakla bizlere bakan insanlara selam vere vere yürüdükten sonra, birdenbire karşımıza Yergayn Inguzik Surp Harutyun Kilisesi çıktı. İşte o an, istemsizce donup kaldım ve hemen ardından gözlerimden iki damla yaş döküldü. Orada duygusaldım, ama burada fazla duygusallaşmadan, bu köy ve kilise hakkında iki satır bilgi vereyim:
Ergen köyünün Ermenice adı olan Yergan Inguzik, Ermenicede ‘uzun ceviz ağacı’ anlamına gelir. Köydeki manastır, Surp Harutyun ismiyle bilinir. Dersimli Levon Lüleciyan manastır hakkında şu bilgileri verir: “Dersim’in en güzel taş yapısı olarak ünlenmiş olan bu Vank’ın yıkıntısı bile heybetli ve etkileyiciydi. Ayakta kalan duvarı, düzgün kesilmiş taşlarla örülüydü; üzerinde yontma süsler, resimler, buğday başağı motifleri ve Ermenice yazılar vardı. Duvarın iç kısmında ise çiviyazılı bir kayıt mevcuttu ve burada Vank’ın 975 yılında inşa edildiği anlaşılıyordu.”
Dönemin başka manastırları gibi Yergan Inguzik de Ortaçağ’da Ermeni eğitim ve kültürünün gelişmesine hizmet etmiş, burada birçok el yazması eser üretilmişti.
İşte bu Surp Harutyun Manastırı, yıkılışının üzerinden kim bilir kaç yıl geçtikten sonra bile, ayakta kalan duvarlarıyla o kadar görkemli ve bulunduğu köyün halinden o kadar farklıydı ki, o taş yapının yalnızlığı ve terk edilmişliği, sapsarı, sımsıcak, insanı neşeye çağıran güneşin altında bile insanı derinden hüzünlendiriyordu.
Kilisenin ortasında, köyün, hayatta kalan ve ömrünün büyük kısmını harabeyi definecilerden korumaya çalışmakla geçiren son Ermeni’sinin mezarı vardı. Vasiyeti üzerine köylüleri onu oraya gömmüşler, defineciler bu garibin naaşını da taciz edince, çareyi mezarının üzerine beton dökmekte bulmuşlardı. Damı çökmüş, duvarları yıkılmış, yabani otlarla dolmuş bir kilisenin ortasında, göğün altında betondan bir mezar… Bilmem ki, siz olsanız ne düşünürdünüz?
Benzer duygular, ziyaret ettiğimiz diğer yerlerde de tekrarlandı. Mazgirt’in adını bilmediğimiz kiliselerinde, Habab’da ve Palu’da…
Beton ve plastik cumhuriyeti
İttihatçılar, 1915’te işlediği büyük suçla, Anadolu’yu Hıristiyan ahalisinden arındırırken, aslında sadece onların canına kast etmemiş, bu topraklara yapılması tahayyül edilebilecek en büyük kötülüğü de yapmıştı. Öldürülen sadece insanlar değil, koca bir coğrafyanın asırların imbiğinden süzülmüş kültürü ve her türlü yaşam ve üretim biçimiydi. Yok edilen sadece hayatlar değil, Anadolu’nun bereketi ve değerleriydi.
Bugün eğer Doğu ve Güneydoğu Anadolu fakirlikten kavruluyor, savaş hâlâ bu topraklarda insanların canını alıyorsa, 1915’te yok edilen şeylerin açtığı boşluğun bunda büyük bir payı olduğu yadsınamaz.