Garip bir çevrecilik anlayışımız var, çoğunlukla da fidan dikmekten, yere tükürmemekten ibaret. İkide bir ekolojiden dem vuranların önce ekoloji nedir ne değildir öğrenmesi gerekmez mi? Üniversite kampusünde sözüm ona “kuş cenneti” kuruluyor, aynı üniversitenin biyoloji bölümünde üç tane yetişmiş ornitolog var, ancak gazetelerden haberdar oluyorlar!
UYGAR GÜLTEKİN
Geçtiğimiz aylarda Diyarbakır’da bir leoparın vurulmasının ardından Kürt coğrafyasında yıllardır sadece insanların değil diğer canlıların da hayati tehlikeyle karşı karşıya olduğuna bir kez daha yakından tanık olduk. Bölgede özellikle biyolojik çeşitlilik konusunda çok nadiren çalışmalar yapılabiliyor. Kürt meselesinde çatışmasız bir döneme girilmesinin ardından özellikle arazi çalışması yapma ve biyolojik çeşitlilik üzerine çalışma imkânlarının kolaylaşması umut ediliyor. Ancak halihazırda çatışma olmasa da silahlar bölgede helen etkin. Mayınlar da cabası. Dicle Üniversitesi öğretim üyelerinden Biyolog Murat Bricik, bu zor koşullarda bölgede biyolojik çeşitlilik envanterinin çıkartılması için uğraş veriyor. Bicirikle bu çalışmalar ve soyu tükenme tehlikesi taşıyan canlılarla ilgili alınan koruma önlemleri konusunda konuştuk.
Özellikle yakın zamanda bir leoparın vurulması haberi üzerine bölgedeki biyolojik çeşitlilik konusu yeniden gündeme geldi. Tam olarak nasıl bir çeşitlilikten bahsediyoruz?
Bölgenin özelliği her şeyden önce coğrafî konumundan kaynaklanıyor. Afrika’da ve Arap Yarımadası’nda yaşayan birçok canlı geçmişte kendi doğal yaşam alanlarına yayılırken Anadolu’ya bu bölgeden girmişler ve hâlâ Türkiye’nin flora ve fauna listelerine buradan katılmaya devam ediyorlar. Yakın zamanlarda birçok tür, güney sınırlarımızdan Türkiye’ye giriş yaptı. Özellikle Dicle ve Fırat nehirlerinin sunduğu uygun yaşam alanlarını izleyerek geliyorlar. Örneğin Dicle Güzeli adlı kelebek türü, Irak Yedikardeşi, Akyanaklı Arapbülbülü, Kızılkuyruklu Örümcekkuşu gibi kuş türleri listelerimize son yıllarda eklendi. Üstelik küresel ısınma bu süreci artıracak gibi görünüyor. Güneydoğu Anadolu, yüzölçümü itibariyle ülkenin en küçük bölgesi, ama burada yaşayan ve Türkiye’nin başka yerinde bulamayacağınız, bazıları oldukça nadir çok sayıda tür var. Bunlardan birçoğunun doğal yayılışını Güneydoğu Toroslar sınırlıyor, yani daha kuzeydeki enlemlerde görülmüyorlar.
Büyük çatışmalar yaşanan bölgedeki canlı çeşitliğini biz çok yeni duymaya başladık. Bu konuda çalışma yapmak halen zor mu?
Bölgede çok fazla silahlı adam var. Mayınlar da cabası. Arazi çalışması yapmak hiçbir zaman kolay olmadı. Bu yüzden, canlı çeşitliliği açısından önemli olduğunu bildiğimiz halde birçok alana henüz hiç ayak basmış değiliz. Araştırma bölgelerimizi hep sınırlı tutmak zorunda kaldık ve halen öyle yapmak zorundayız. Arazide fotoğraf makinesi, dürbün ve teleskopla dolaştığınızda ister istemez dikkat çekiyorsunuz. Sıklıkla karakollara, korucu nöbet yerlerine önceden uğrayıp kim olduğumuzu ve arazide ne aradığımızı bildirmemiz gerekiyor. Gene de helikopterlerden izlendiğimiz, köylüler tarafından kimlik kontrolüne tabi tutulduğumuz, sorgulandığımız filan oluyor. Umalım da bundan sonra bir şeyler değişsin artık bizim buralarda.
Soyu tükenme tehlikesi altında olan çok tür var mı?
Türkiye, biyolojik çeşitliliğini büyük bir hızla kaybediyor. Dünyanın başka yerlerinde var olmaya devam etseler bile, ülkemizde tükenme tehlikesiyle karşı karşıya olan sayısız tür var. Yine bölgeden örnek vereyim: Bozkır Ötleğeni diye bir kuş var; şu an Karacadağ’ın zirvesine yakın kesimleri bu türün her yıl kuluçka yaptığı kesin olarak bilinen tek yer. Aşırı otlatma ve bir bozkır bitkisi olan gevenin sökümü böyle devam ederse belki de Türkiye’de üreyen Bozkır Ötleğeni kalmayacak. Yeşil Arıkuşu ha keza; Türkiye’de kesinleşmiş bir tek üreme alanları var. Urfa’daki birkaç höyükte kuluçka yapıyorlar ama ne arkeolojik öneme sahip höyükler ne de burayı mesken tutmuş kuşlar korunuyor. Çizgili Sırtlan büyük ihtimal sadece buralarda ve çok az sayıda kaldı, böyle giderse onlar da bugün var, yarın yoklar. Aynı şeyleri Çizgili Varan için de söylemek mümkün. Öyle bitki türlerimiz var ki, ancak tek bir alanda ve çok az sayıda yetişiyorlar; hayatları pamuk ipliğine bağlı yani.
Bölgedeki çeşitliliğin korunması için nasıl bir çalışma yapılmalı, ne gibi koruma tedbirleri alınmalı?
Her şeyden önce elimizde çeşitlilik adına ne var, bunu öğrenmemiz lazım. Ardından da öncelikle neleri korumalıyız, ona karar vermek gerekiyor, çünkü kaynaklar her zaman sınırlı, her şeyi bir kerede koruma altına almak mümkün olmuyor. Kapalı yerde tutulan kelaynaklarla ceylanları saymazsanız, türü korumaktan anladığımız, öldürülmesi yasak türler, o kadar. Öldürür ve yakalanırsanız ceza ödüyorsunuz, bitti. Yoksa o türün biyolojik ihtiyaçlarını karşılayabileceği alanları koruyup geliştirmek ya da o türün neden tehlike altına girdiği üzerine araştırmalar yapmak filan değil. Zaten bölgede yaban hayatından ötürü korunan herhangi bir doğal alan neredeyse yok. Leoparın yaşadığı bölgede mesela, Diyarbakır’da, Mardin, Batman, Siirt ya da Şırnak’ta bir karış koruma alanı yok. İstisnası, Siirt’teki Hz. Veysel Karani Türbesi “Tabiat” Parkı! Bir şeyi koruyacaksanız, önce gerçekten korumaya niyet etmeniz lazım.
'Dicle Vadisi projesi ekolojk açıdan büyük tahribata yol açar'
Çevre politikaları konusunda yerel yönetimleri eleştiriyorsunuz. Özellikle Dicle Vadisi projesi çok tartışılıyor. Ciddi bir ekolojik tahribat mı yaratacak bu proje?
Sadece yerel yönetimleri değil, bütün kurumlarımızı iş işten geçmeden uyarmak zorunda hissediyorum kendimi. “Yetki bende” diyene, “Öyleyse sorumluluk da sizde” diyorum sadece. Çevre söz konusu olduğunda herkes “çevreci” zaten, ama garip bir çevrecilik anlayışımız var, çoğunlukla da fidan dikmekten, yere tükürmemekten ibaret. İkide bir ekolojiden dem vuranların önce ekoloji nedir ne değildir öğrenmesi gerekmez mi? Kendilerine yardıma hazır ekologlar var, gerektiğinde bir görüşlerine başvursalar olmaz mı? Üniversite kampusünde sözüm ona “kuş cenneti” kuruluyor, aynı üniversitenin biyoloji bölümünde üç tane yetişmiş ornitolog var, ancak gazetelerden haberdar oluyorlar, düşünebiliyor musunuz!? Nehrin önüne set çekmeyi öngören diğer projeler gibi Dicle Vadisi projesi de ekolojik açıdan büyük tahribata yol açar. Bildiğimiz kadarıyla, en ağır darbeyi nesli tükenmekte olan Fırat Yumuşakkabuklu Kaplumbağası yer, ama ayrıca Dicle’nin balıkları yumurtlama alanlarını kaybeder, kıyılardaki çalılar ve ağaçlar yok olunca buraları kullanan kuşundan böceğine sayısız tür de ortadan kalkar.
İnşası tamamlanmış çoğu baraj da sık sık gündeme geliyor. Barajlarda da tehlike ciddi boyutlarda mı?
Türkiye’de enerji deyince akan sular duruyor! En cılız deresinden en büyük nehirlerimize varıncaya kadar, akan sular akmaz oldu. Akarsularda yaşamak üzere şekillenmiş canlı türleri, biyolojilerinin gerektirdiği ihtiyaçları karşılayamıyorlar. Bir nehir balığına “Sen gel bu gölde yaşa” diyemezsiniz. Akarsu kıyılarındaki kumlu yamaçları oyarak yuva yapan Alaca Yalıçapkını'nın, Kum Kırlangıcı'nın gidebileceği başka yer yok. Barajların ne kadar zorunlu, ne kadar gerekli olduğunu dillendiren çok, bu canlılara ne olacağını söyleyense yok. Çünkü bunun cevabı yok, bütün dünyada bu böyle; barajların doğada yol açtığı tahribatı telafi edecek bir formül mevcut değil. Kabak hep, sesi çıksa feryat edecek zavallı doğanın başına patlıyor.