Yetvart Danzikyan yazdı: Çöken rejimin ‘sınıfsal’ boyutu

“Şu toz duman içinde artık ara rapor vermek anlamsız, çünkü her şey saat saat değişiyor. Yine de, AKP’nin –yeni– TSK ile anlaşıp “Bu iş uzarsa Balyoz ve Ergenekon’da yeniden yargılamaya gidilebilir, ona göre” diyerek cemaate ve toplumun bir kesimine gözdağı vermesi not edilmeli.”

YETVART DANZİKYAN

Şu toz duman içinde artık ara rapor vermek anlamsız, çünkü her şey saat saat değişiyor. Yine de, AKP’nin –yeni– TSK ile anlaşıp “Bu iş uzarsa Balyoz ve Ergenekon’da yeniden yargılamaya gidilebilir, ona göre” diyerek cemaate ve toplumun bir kesimine gözdağı vermesi not edilmeli. Kurdukları, üzerine oturdukları ve gitgide çürüyen sistem dağılmasın diye cemaatle birlikte içeri attığı eski rejimin aktörlerini “Milli orduya kumpas kuruldu” deyip yeniden yargılayacak denli gözünü karartmıştır AKP. Muhtemelen cemaatin bu adımı görüp biraz geri çekileceğini hesapladılar. Hükümet Sözcüsü Bülent Arınç aracılığıyla “Hayır, böyle bir şey kastetmedik” dense de, AKP’nin bu resti çekebilmiş ‘esneklik’te bir parti olduğu kayıtlara geçmiş durumda.

Bu faslı şimdilik burada bırakıp, içinde yaşadığımız ve çökmekte olan rejimin sınıfsal boyutlarına kısaca bakalım. Çünkü bu meselede sınıf, daha doğrusu yeni burjuvazi ve yeni ezilenler de ihmale gelir bir yön değil. Her şeyi sınıf mücadelesinin belirlediğini iddia etmek artık eskiden olduğu kadar rağbet görmese de, bunu tamamen es geçmek de pek olacak iş değil, bilhassa solda duranlar açısından.

Çok basit bir örnekle, bir zincirle tarif edebiliriz belki bu meseleyi. Yüzlerce örnek içinden en bilinenini, herhangi bir dosyaya girmeyi gerektirmeyenini seçelim. Ve bu örnekte, mesela bu yeni rejimin değişmez dört ayağı, yani medya, inşaat, kamu bankaları ve iktidardakilerin yakın akrabaları da olsun. Halkbank – Sabah-ATV meselesinden bahsedeceğim, herkesin bildiği, herkesin gözü önünde olan hikâyeden.

TMSF Sabah ve ATV’ye el koyduktan sonra bu grubu, iktidara yakın ve Erdoğan’ın damadının da CEO vekili olarak görev yaptığı Çalık Grubu satın aldı. Gayet normal karşılandı. Grup bu varlığı, Halkbank ve Vakıfbank’tan aldığı kredilerle satın aldı. Bankaların gruba son derece uygun koşullarda ve alışılmadık derecede büyük miktarda kredi verdiği öne sürülse de, bankalar bu iddiaları reddetti. Birkaç itiraz olsa da, bu satış da normal karşılandı. Bir süre sonra, hangi nedenle bilinmez (kimi haberlere göre, beklendiği derece kâr etmediğinden), grup Sabah ve ATV’yi satmaya karar verdi. Yabancı ortaklar ilgilendi, ancak satış son anda suya düştü. Bir dedikoduya göre, hükümet Sabah ve ATV’nin yabancıların eline geçmesini istemiyordu. “Dedikodu” diyelim ve geçelim. Ve ne enteresandır, tam da Halkbank Genel Müdürü’nün gözaltına alındığı gün, Sabah ve ATV satıldı. Kime mi satıldı? Bir inşaat şirketine. Kalyon İnşaat. Peki, kimdir bu Kalyon İnşaat? Star gazetesindeki habere göre, Kiptaş konutlarını inşa eden, Metrobüs hattını yapan, üçüncü havalimanı projesini alan konsorsiyumu oluşturan beş inşaat şirketinden biri ve tabii, en önemlisi. Kalyon İnşaat aynı zamanda Taksim Yayalaştırma Projesi’ni de üstlenen firma. Hani, mahkeme tarafından iptal edilen, hukuksuz projeden bahsediyorum. Aslında hikâyemiz burada bitmiyor. Kalyon İnşaat’ın bazı yöneticileri, hükümetin son anda durdurduğu ikinci soruşturma dosyasında da yer alıyor. Ancak bu dosyanın akıbeti henüz belli olmadığından, hadi bu kısmı atlayalım.

Bu son kısmı katmadığımızda bile AKP sisteminin dayandığı zincirin nerede başlayıp nerede sona erdiğini, daha doğrusu, dönüp dolaşıp bir yerde kapanarak bir çember haline geldiğini görebiliyoruz.

Az önce son meseleye girmeyelim dedik ama Taksim Yayalaştırma Projesi konusu bir kez açılınca ister istemez aklımıza Gezi İsyanı geliyor. Ve işin ilginci, asıl (daha büyük) çember burada tamamlanıyor. Çünkü bu isyan bize büyük oranda, elbette iktidar tarafından, dış güçlerin bir oyunu, bir darbe girişimi olarak sunuldu. Bu derece cüretkâr olmayanlar –ya da saçmalamayanlar– açısından ise bu meseleye kültürel alanda bakmak gerekiyordu, zira gösterilere katılanlar büyük oranda imtiyazlarını kaybeden, eski elit çevrelerdi. Bu çevrelerin bu ‘aura’ya kapıldığı yanlış değilse de, esas olarak parkta, alanda, bilhassa barikatlarda olup biten, bu tarife hiç de uymuyordu.

O günlerde Gezi Parkı’nda şöyle bir boy göstermekle yetinmeyip, polise, devlet gücüne direnen kalabalığın arasına girdiğinizde göreceğiniz şuydu: Çevre semtlerden, az önce tarif ettiğim sistemin ezdiği, tutamaksızlaştırdığı, büyük rant makinesinin hedefine koyduğu semtlerden gelen gençlerin hiç de az olmadığı ve tam da bu yüzden bir direniş havası kazanan bir profil. Direnişin zirveye ulaştığı günlerde Gazi Mahallesi’nden yürüyüşe geçen bir grubun bütün polis barikatlarını bir şekilde aşarak sabaha karşı Şişli’ye varması çok şey ifade eder. Yine aynı günlerde, Kartal ya da Beylikdüzü gibi dış çeperlerde insanların otobanlara çıkıp yürüyüşe geçmesi de çok şey ifade eder. Evet, direnişin merkezine, duvar yazılarına, çadırlara ana rengini veren belki ‘merkez’dekilerdi ama barikatlara ana değilse de ortak rengini veren, bu kentsel dönüşüm denen heyulanın çaresiz, umutsuz bıraktığı insanlardı.

Dolayısıyla, başta tarif ettiğim yeni burjuvazi nasıl ki kendini bir çember olarak kapatıp tamamladıysa, AKP dönemindeki ‘çürüme’nin sınıfsal boyutu da Taksim Meydanı’nda, daha büyük bir çember gibi kendini tamamlayıp kapattı. Ve AKP’liler “Usta bu tehlikeyi de bertaraf etti” deyip kendilerini avutuyor olsa da, yenilmez bir duvar gibi yükselen AKP devletine ilk ve en büyük darbeyi vurdu. Şimdi, şu günlerde zuhur edenler, duvardaki o gedikten içeri sığmaya çalışanlardır. Ancak bir şeyler sürekli o deliğin çeperlerine takılıyor, geçemiyorlar, arada bir yerde debelenip durmaktalar.

Birçok çevrede ‘AKP/Erdoğan sonrası’ hesapları yapıldığı ortada. CHP’nin ve kimi benzer kesimlerin bu hesapları yaparken cemaatle iyi geçinmek gibi bir taktik yürüttüğü de ortada. Bu sütunda geçen hafta üçüncü bir yoldan bahsetmiştim. Bu üçüncü yol üzerine kafa yorarken, o eski çürüyen zincirin yerine yeni bir saadet zinciri koymayı doğurmayacak formüller üzerine de düşünmek gerek – eğer AKP kadar ‘esnek’ olunmayacaksa...

Kategoriler

Güncel Gündem