Kafkasya’da zorlu maraton

Dışişleri Bakanı Davutoğlu’nun Yerevan ziyareti iç ve dış basında geniş yankı buldu. Güney Kafkasya’da, Ermenistan ile Azerbaycan arasında Karabağ sorunuyla ilgili yeni bir müzakere zeminin hazırlanmaya çalışıldığı bir dönemde gerçekleşen ziyaret şüphesiz önemliydi. 2009’dan bu yana iki ülke arasında dışişleri bakanları düzeyinde gerçekleşen ilk temas olma özelliği de taşıyan ziyaretin amacına ulaşıp ulaşmadığı konusunda rivayet muhtelif.

ROBER KOPTAŞ
rober.koptas@agos.com.tr

Dışişleri Bakanı Ahmet Davutoğlu’nun günübirlik Yerevan ziyareti iç ve dış basında geniş yankı buldu. Güney Kafkasya’da, Ermenistan ile Azerbaycan arasında Karabağ sorunuyla ilgili yeni bir müzakere zeminin hazırlanmaya çalışıldığı bir dönemde gerçekleşen ziyaret şüphesiz önemliydi. 2009’dan bu yana iki ülke arasında dışişleri bakanları düzeyinde gerçekleşen ilk temas olma özelliği de taşıyan ziyaretin amacına ulaşıp ulaşmadığı konusunda rivayet muhtelif. Dışişleri kaynakları genellikle olumlu mesajlar verse de, edindiğim izlenim, Azerbaycan-Ermenistan-Türkiye üçgeninde olumlu gelişmeler konusunda iyimser olmanın pek de kolay olmadığı yönünde.

Dışişleri Bakanı Ahmet Davutoğlu’nun günübirlik Yerevan ziyaretiyle ilgili olarak öncelikle dikkat çekilmesi gereken, bu yolculuğun önceki aylarda başlatılan birtakım kritik temasların hemen ardından gelmiş olması. Yani, birdenbire ortaya çıkmış, gökten zembille inmiş bir seyahat değildi bu.

Son zamanlarda, Güney Kafkasya’daki sorunlarla ilgili, belki konuyla ilgili gazetecilerin bile beklemediği bazı gelişmeler oldu. Öncelikle, İsviçre’nin arabuluculuğunda yeni bir sürecin başlatılmak istendiği duyuldu. Ardından, Kazan’da, Ermenistan ve Azerbaycan cumhurbaşkanları Sarkisyan ve Aliyev görüştüler. İkili görüşmede, temasların dışişleri bakanları düzeyinde sürdürülmesi kararı alındı ve Aralık başında Nalbantyan ile Mamedyarov Kiev’de buluştu. Bu süreçte Minsk grubu eşbaşkanları ABD, Fransa ve Rusya konuyla ilgili trafiği hızlandırdı.

Türkiye bu sürecin içinde aktif bir rol almak istiyor. Dışişleri kaynakları, hem ABD hem de Rusya ile sürekli görüştüklerini, Başbakan Erdoğan’ın son Moskova ziyareti sırasında da, masadaki konulardan birinin Karabağ meselesi olduğunu aktardılar. Bakan Davutoğlu da, Yerevan yolunda uçakta gazetecilerle sohbetinde, ABD Dışişleri Bakanı Kerry’yle sık sık telefonda bu konuyu görüştüğünü söyledi.

‘Sürpriz konuk’ olmak

Bakan Davutoğlu’nun Yerevan ve Atina ziyaretleri için davet ettiği gazeteciler arasında Hürriyet’ten Cansu Çamlıbel, Yeni Şafak’tan Markar Esayan, Star’dan Mensur Akgün ve ben bulunuyordum. Ayrıca, Türkiye ile Ermenistan arasındaki ilişkilerde bir gayrıresmi kolaylaştırıcı olarak yıllardır görev yapan Samson Özararat da Davutoğlu’nun özel davetlisi olarak Ata uçağındaki yerini aldı.

Ziyarete ikisi gazeteci üç Türkiyeli Ermeni’nin davet edilmesi, Türkiye medyasında ‘sürpriz konuklar’ başlığıyla haberleştirildi. Bizim bu ziyarete davet edilmemizin ‘sürpriz’ olarak kabul edilmesinin taşıdığı anlam, elbette ki, Türkiyeli Ermenileri ve diğer azınlıkları yabancı ve öteki, özne olamayan emanetler olarak gören bakış açısının ürünüydü.

Ancak neticede bir gerçek de vardı ki, bu tip gezilere Ermeni gazetecilerin davet edilmesi daha önce vaki değildi. Dolayısıyla bizler de, hem ‘sürpriz’ olarak nitelenmenin bizler için ne ifade ettiğini, hem de bu tip çağrı ve davetlerin normalleşmesi gerektiğini dışişleri heyetine ve bize seyahatle ilgili görüşlerimizi soran meslektaşlarımıza anlattık. Neticede orada gazeteci olarak bulunuyorduk ve bizlere yakıştırılan olumlu-olumsuz sıfatları umursamayıp işimizi yaptık.

 

Karabağ sorununun çözümü, gerçekten de, hem Kafkasya satrancında önemli bir aşamayı ifade ediyor hem de 2009 protokollerinin ardından yaşanan gelişmeler nedeniyle artık fiilen Türkiye-Ermenistan ilişkilerinin en önemli belirleyenlerinden biri. Bu, şüphesiz Türkiye’nin, daha doğrusu Başbakan Tayyip Erdoğan’ın başımıza ördüğü bir çorap ve bu çoraptan kurtulmak da kolay görünmüyor.

Ermenistan güven duymuyor

İşte o çorap nedeniyle, yani 2009 protokollerinden sonra Türkiye’nin, Aliyev rejiminin tehditlerine açık bir şekilde teslim olarak protokolleri askıya alması nedeniyle, bugün Ermenistan’da Türkiye’nin her türlü adımı büyük bir şüpheyle karşılanıyor.

Yerevan’a gitmeden önce ve orada geçirdiğimiz yaklaşık 10 saatte Ermenistanlı meslektaşlarımın bana en sık sorduğu soru, “Bu ziyaret bir Türk şovu mu? Davutoğlu gene ne oyunlar oynayacak? Türkler bu sefer hangi sinsi planı masaya sürecek?” türünden, şüphe, kaygı ve inanmazlık belirten sorulardı.

Bu şüpheciliğin bir kısmı elbette ki tarihsel; ancak Türkiye’nin protokoller sonrasında gösterdiği tutumun da, Ermenistanlıları Türkiye’ye ve Türklere güvenmek konusunda o tarihtekinden çok daha geri bir noktaya savurduğunu anlamak için kâhin olmaya gerek yok. Eğer Türkiye Ermenistan’la ilgili yeni bir siyaset geliştirmeye gerçekten niyetliyse, önündeki en büyük engellerden biri bu güvensizliği aşmak olacak.

Bakan Davutoğlu, Yerevan ziyareti sırasında birkaç defa ısrarla, ziyaretinden birkaç gün önce gazetelerde çıkan ve Türkiye’nin Ermenistan’a Karabağ çevresindeki yedi reyondan ikisinden çekilmesi teklifiyle gittiği haberlerini reddetti. Ona göre, bu spekülatif haberler hassas bir süreci sıkıntıya sokma tehlikesi taşıyordu.

Türkiye’nin teklifi ne?

Peki, Türkiye Ermenistan’a nasıl bir teklifle gidiyordu? Bu soruyu yönelttiğimizde, bakan, ayrıntılı bilgi vermekten kaçınsa da, sadece Türkiye-Ermenistan sınırını değil, aynı zamanda Ermenistan-Azerbaycan arasındaki sınırı da açmaya yaracak bir formül üzerinde çalıştıklarını söyledi. Karabağ gibi donmuş bir sorunun çözümünün çok zor olduğunu ifade eden Davutoğlu, Türkiye-Ermenistan ilişkilerinin Kafkasya’daki diğer sorun ve aktörlerden bağımsız düşünülemeyeceğini söyledi. 

Bakan Davutoğlu açıkça ifade etmese de, konuşmalarının satır aralarından anlaşıldığı kadarıyla, Ermenistan’dan, Karabağ çevresindeki, hiç değilse, stratejik önemi olmayan ve şu anda insansız bölge konumundaki bir veya iki bölgeden çekilmesi talep ediliyor. Bu beklenti karşılandığı takdirde Ermenistan’ın bir şey kaybetmeyeceği, buna karşın Azerbaycan’ın pek bir şey elde etmiş olmasa da mutlu olacağı, böylece Türkiye-Ermenistan sınırını açmak için gerekli olan ortamın oluşacağı öngörülüyor. Türkiye bunun yanı sıra, Ermenistan’ın şu an kapalı olan iki sınırını fiilen açacak kara ve demiryollarının ihyasını ve belki başka bazı yeni düzenlemeleri öneriyor.

Nalbantyan kapı aralamadı

Davutoğlu’nun bu önerilerinin Ermenistan tarafından nasıl karşılandığına dair hiçbir resmi açıklama yapılmadı. Ancak yine bazı temaslardan edindiğimiz bilgiler, Nalbantyan’ın bu önerilere pek de açık kapı bırakmadığı yönündeydi. Zaten Dışişleri Bakan Yardımcısı Şavarş Koçaryan, ziyaretin hemen öncesinde Soykırım Anıtı’nı ziyaret etmek, protokolleri önkoşulsuz onaylamak, sınırı açmak gibi Davutoğlu’nun bugün için kabul etmesinin imkânsız olduğu talepler sıralayarak, Ermenistan’ın ziyaretle ilgili resmi tavrının hiç de olumlu olmadığını açık etmişti.

Aynı Koçaryan’ın Davutoğlu’nun ziyareti sırasında Yerevan’da bulunmayışı gerginliği yükseltmemeyi amaçlayan bir jest olarak okunabilir. Aynı şekilde, iki bakanın görüşmesinin neredeyse iki saat sürmesi de, olumlu bir durum olarak değerlendirilebilir. Ancak, olumlu olarak değerlendirilebilecek şeyler, ne yazık ki bunlarla sınırlıydı.

Anlaşılan o ki Davutoğlu’nun önerilerini dinleyen Nalbantyan, konuk bakana, Karabağ sorunu veya 3. bir tarafla ilgili herhangi bir başka sorunu Türkiye ile görüşmeyeceklerini, iki ülke arasındaki müzakerenin ön koşulsuz olmasından başka hiçbir şeyi kabul etmeyeceklerini iletti. Bu ise, bölgede Azerbaycan’ın da onayını alacak yeni bir çıkış arayan Davutoğlu için sindirmesi hayli zor bir tutumdu şüphesiz. Bakan Davutoğlu yine de, yakın gelecekte atılabilecek başka adımları riske etmemek adına, gazetecilerin karşısına çıktığında görüşmelerin son derece olumlu geçtiğini ve 4 yıl aradan sonra gerçekleşen bu ilk temasın yeni ve yaratıcı önerileri dile getirmeyi kolaylaştıracağını ifade etti.

2015 yolunda

2015’e doğru gidilirken, Türkiye’nin soykırım konusunda üzerinde oluşması mutlak dış baskıyı hafifletmek amacıyla Ermenistan ile ilişkileri düzeltme seçeneğini masada tuttuğu bir sır değil. Bu stratejiyi daha önce Başbakan Yardımcısı Bülent Arınç da açıklamıştı. Ayrıca, AK Parti iktidarının dışta giderek düşen kredisini bir nebze de olsa yükseltmek ve dış politikadaki son başarısızlıklarının gölgesini dağıtabilmek için, diğer sorunlara göre nispeten kolay görünen Ermenistan ve Kıbrıs meselelerine ağırlık vermek tercih edilecek. Ancak, Türkiye’ye dair güvensizlik ve Ermenistan statükosunun Karabağ konusunda en küçük bir tavizi bile vatana ihanetle eşdeğer tutan tutumu, Davutoğlu’nun işinin hayli zor olduğunu gösteriyor.

Unutmamalı ki, 2009’da imzalanan protokolleri bir milada dönüştürme şansını Azerbaycan’a tabi kılınan dış politika sonucunda elinin tersiyle iten Türkiye, bu kapanı kendisi hazırladı. Söz konusu kapandan kurtulabilmek için gerçekten de hayli maharetli olmak gerekiyor. Umalım ki, hem Ermenistan hem de Türkiye, çözüm yolunda Bakan Davutoğlu’nun sözünü ettiği yaratıcılığı gösterebilsin. Çünkü Azerbaycan, Türkiye ve Ermenistan arasındaki sorunların ortadan kalkıp halkların barış içinde yan yana yaşayabilmesi hayalinin gerçeğe dönüşmesi, düşmanlıktan medet umanlar dışında hepimizin ortak dileği.

‘Tehcir insanlık dışı’ demek yetmez

Dışişleri Bakanı Davutoğlu, gazetecilerle sohbetinde, 1915'e adil hafıza kavramı çerçevesinde bakılması gerektiğine inandığını söyledi. Davutoğlu, İttihatçıların yaptığı 'tehcir'i hiçbir zaman benimsemedilerini ve 'gayriinsani' bulduklarını şu sözlerle ifade etti: “Adil hafıza  ile kastettiğim şu; vaka neyse onu bilelim. O zaman göreceğiz ki Türk-Ermeni ilişkileri Alman-Yahudi ilişkileri gibi bir geçmişe dayanmıyor. Her bir sokakta bir ortak iz var. Bunu keşfedip, ondan sonra da tehciri, o dönemde yaşananları öyle değerlendirelim, ki onu ben de tamamıyla yanlış bir uygulama olarak görüyorum. İttihatçıların yaptığı şey doğru bir olay da değil, gayri insanidir. Tehciri hiçbir zaman benimsemiyoruz. Ama alıp da o tehcirden geriye doğru tarihi yazınca, Türkleri de Nazilerle aynı sınıfa koymuş oluyorsunuz. Bu sefer bu taraftakilerde de Ermeniler tamamen vatana  ihanet eden, dolayısıyla da tehciri hak etmiş bir kitle olarak görüyorsunuz. Bu iki kolektif bilinci de yıkmak lazım.'

Bakan’ın ‘tehcir’i insanlık dışı olarak kabul eden sözleri bir Türkiye Dışişleri Bakanı’nın ağzından çıkması itibarıyla önemli olsa da, 1915’te yaşananların adil bir yorumuna dayanmıyor. Ermenilerin başına geleni, Savaş sırasındaki doğal karışıklığın bir unsuru sayan ve Çanakkale ve Sarıkamış’ta ölenlerle tehcir ve katliamlar sırasında kendi devletleri tarafından öldürülenleri birbirinin karşısına dengeleyici unsurlar olarak koyan bu bakış, dünyanın dört bir tarafına dağılmış olan Ermenilerin adalet beklentilerini karşılamaktan çok uzak.

Bu uzaklık, Bakanın sözünü ettiği ‘adil hafıza’ kavramının inandırıcılığını zedelerken, Ermenilerle kurmak istediği diyaloğun da önünü tıkıyor. Bakan Davutoğlu ve onun şahsında Türkiye hükümeti, Ermeni sorununda 15-20 yıl önce söylense ileri adım sayılabilecek sözlerin bugün artık pek bir şey ifade etmediğini anlayıp daha ileri adımlar atmalılar. Aksi takdirde geçmiş hükümetlerden çok da farklı bir iş başarabilmeleri mümkün görünmüyor.

Ermenistan ‘Hayır’ demekten fazlasını yapmalı

Karabağ sorununun Ermenistan için ne kadar hayati olduğu aşikâr. Geçmişte, Levon Ter-Petrosyan iktidarı, sırf Karabağ sorununda bazı tavizler vermeye hazır olduğu için alaşağı edilmiş; ardından ülke adeta Karabağlı yöneticilerin vesayeti altına girmişti. Bu vesayet halen devam ediyor. Bugünkü cumhurbaşkanı Serj Sarkisyan da Karabağ döneminin önemli komutanlarından biriydi.

Ancak Karabağ sorunun çözümsüzlüğü, Ermenistan’ın yalnızlığını derinleştirdiği gibi, doğal kaynakları sayesinde giderek güçlenen Azerbaycan karşısında Rusya’ya bağımlılığını da artırıyor. Ülkenin ekonomik gelişimi büyük bir sekteye uğrarken, zaten az olan nüfus her yıl biraz daha azalıyor. Bu durumda Ermenistan’ın Karabağ sorununun çözümüne doğru bir kapı aralaması gerekiyor.

Oysa Ermenistan dış siyaseti şu anda tamamen çözümsüzlük odaklı bir tutum içinde. Karabağ dışındaki Azerbaycan topraklarını da elinde tuttuğu için uluslararası hukuk ve kurumlar tarafından ‘işgalci’ olarak görülen Ermenistan, eğer Türkiye veya başka ülkeler tarafından kendisine yöneltilen önerileri geri çevirmeye devam edecekse, çözüm için kendi önerilerini sunmak dışında seçeneği yok. Aksi takdirde, ‘işgalci’ sıfatının yanına ‘çözüm istemeyen, uzlaşmaz, haksız, şiddet yanlısı’ gibi sıfatların eklenmesi kaçınılmaz. Bu da, 2015 yaklaşırken bütün dünyadan soykırım konusunda adaletin sağlanması için destek bekleyen bir halkın evlatları için pek de kolay taşınabilir bir yük değil.