Bakan Davutoğlu’yla Ermenistan’ın başkenti Yerevan’a giden Rober Koptaş, izlenimlerini yazdı: Öncelikle hedeflerinin Ermenistan sınırının açılması değil, Kafkasya’da kapsamlı barışın önünü açacak bir konjonktürün oluşması olduğunu belirten Davutoğlu, bölgede bir barış vizyonu oluşturulması gerektiğini dile getirdi.
ROBER KOPTAŞ
rober.koptas@agos.com.tr
Dışişleri Bakanı Ahmet Davutoğlu’nun günübirlik Yerevan ziyareti, Kafkasya’da son aylarda hareketlenmeye başlayan diplomasi trafiğinin kritik bir aşamasıydı. Türkiye tarafı ziyaretle Kafkasya’da yeni bir çözüm zemini hazırlanmaya çalıştığı mesajı verirken, Ermenistan ise son derece temkinli bir tavır içinde. Davutoğlu ile Ermenistan Dışişleri Bakanı Nalbantyan’ın görüşmesi, 2009’da imzalanan protokollerden sonra iki bakanın ilk görüşmesi olma özelliği taşıyordu.
Ermenistan’ın başkenti Yerevan, dün (12 Aralık) Karadeniz Ekonomik İşbirliği Teşkilatı’nın (KEİT) 29. toplantısına sahne oldu. Ermenistan, teşkilatın Haziran-Aralık 2013 dönem başkanı olduğu için toplantı Yerevan’da yapıldı. Bir rutin buluşma olmanın ötesinde hiçbir önemli sonucu olmayan bu toplantının tek dikkat çekici gelişmesi, Ermenistan ve Türkiye dışişleri bakanlarının görüşmesiydi.
Donmuş sorunlar üzerine konuşma
Dışişleri Bakanı Davutoğlu, Yerevan yolunda uçakta gazetecilerle sohbetinde ilginç mesajlar verdi. Öncelikle hedeflerinin Ermenistan sınırının açılması değil, Kafkasya’da kapsamlı barışın önünü açacak bir konjonktürün oluşması olduğunu belirten Davutoğlu, bölgede bir barış vizyonu oluşturulması gerektiğini dile getirdi.
Ziyaretinden önce bazı Türkçe gazetelerde çıkan, Ermenistan’a Karabağ çevresindeki Ermeni kontrolündeki bölgelerden ikisinden çekilme teklifiyle gittiği haberlerini yalanlayan Davutoğlu, ellerinde hazır bir formül olmadığını, diyalog yoluyla, bölgede donmuş haldeki sorunlar üzerine yeniden müzakere edilebilir bir ortamı sağlamaya çalıştıklarını anlattı.
Davutoğlu’nun sözünü ettiği konjonktürü sağlamak için gerçekten de son aylarda bazı adımlar atılmaya başlandı. Bilindiği gibi, 2013 yılı hem Ermenistan’da hem de Azerbaycan’da devlet başkanlığı seçimlerinin yapıldığı bir yıl oldu ve bu iki seçim sağlıklı demokratik koşullar altında gerçekleşmese de, hem Serj Sarkisyan hem de İlham Aliyev yeniden seçildiler. Görünen o ki, Türkiye Dışişleri Bakanlığı, Ekim ayındaki Azerbaycan seçimlerinin sona ermesini bekledi ve diplomatik bir atağa kalkarak hem bölge ülkeleriyle hem de Rusya, ABD ve 2009 prokokolleri sürecinde başarılı bir arabuluculuk gerçekleştiren İsviçre ile görüşerek yeni bir aşama için zemin yoklamaya başladı.
İki reyon meselesi
Bu ortamda, önce Aliyev ile Sarkisyan’ın, ardından da Azerbaycan ile Ermenistan dışişleri bakanlarının görüşmesi, özellikle Karabağ konusunda yeni gelişmelerin kapıda olduğunu gösteriyordu. Dışişleri Bakanı Davutoğlu da, bu ortamın mimarlarından biri olarak, KEİT toplantısını Ermenistanlı mevkidaşı Nalbantyan’la görüşme fırsatına çevirerek, Türkiye’nin bölge politikası ve almak istediği inisiyatif hakkında bir mesaj vermek istedi. İlginçtir, KEİT toplantısı bir dışişleri bakanları toplantısıydı, ancak toplantıya bu düzeyde Türkiye dışında sadece Bulgaristan katılım gösterdi. Bu da, Davutoğlu’nun Yerevan ziyaretiyle vermek istediği mesajı daha da görünür kılan bir ayrıntıydı. ABD Dışişleri Bakanlığı da hemen bir açıklama yaparak bu ziyareti bölge barışı adına önemli bulduklarını ifade etti.
Ziyaret sırasında Yerevan’da Türkiyeli bir gazeteci olarak meslektaşlarımın bana en sık sorduğu soru, Davutoğlu’nun Nalbantyan’a iki bölgeden çekilme konusunda telkinde bulunmaya mı geldiği ve ziyaretin neden şimdi yapıldığı oldu. Davutoğlu iki bölgeden çekilme konusunu kendi ağzıyla yalanladığı için, asıl önerisinin ne olduğunu bilmemize imkân yok; ancak nihayetinde, Türkiye’nin, Ermenistan’dan, Karabağ çevresindeki işgal ettiği reyonlardaki küçücük bir toprak parçası üzerinden bile olsa bir çekilme taahhüdü duymaktan mutlu olacağı da bir sır değil. Ermenistan’da ise bu konuda büyük bir direnç var. Nihayetinde, Karabağ konusunda toprak temelli en ufak bir taviz ihtimalinin bile iktidarları devirdiği bir yakın geçmişten geliyoruz.
Görüşmenin anlamı
Anlaşılan o ki, 2009’da imzalanan protokollerin uğradığı akıbetten sonra, o gün Türkiyeli muhataplarından daha büyük bir siyasi risk aldığını düşünen Ermenistan iktidarı, bu yeni girişim karşısında, yoğurdu üfleyerek yemeyi tercih ediyor. Türkiye dışişleri heyetinin Yerevan’da güleryüzlü bir misafirperverlikle karşılanması ve iki bakanın başbaşa görüşmesinin beklendiğinden uzun sürmesi olumlu mesajlar olsa da, iki bakanın ortak basın açıklaması yapmaması, içeride konuşulan konularda mutabakattan uzak olunduğunu gösterdi.
Yerevan ziyareti bu anlamda, 4 yıldan bu yana görüşmeyen iki bakanın yüz yüze konuşması ve birbirlerine pozisyonlarını aktarması anlamını taşıdı. Şurası açık ki, önümüzdeki dönem, bu tip pek çok görüşmeye, hem de çok taraflı ve çok boyutlu görüşmelere tanık olacağız.
‘Tehcir gayriinsani’
Davutoğlu, sohbetinde Türkiye-Ermenistan ve Türk-Ermeni ilişkilerine dair perspektifini üç ayağa oturttu ve şunları söyledi:
“Bu işin 3 ayağı var:
1) Türkiye-Ermenistan ilişkileri:
Ülkelerin ilişkilerinde iniş çıkışlar olur. Biz Beşar Esad ile dosttuk ama bugün ben Ermenistan’a geldiğim gibi Şam’a gidemem. Selamlaşmamız bile zor. Ama bugün Ermenistan’ı ziyaret ettik, bu önemlidir.
2) Azerbaycan- Ermenistan ilişkileri:
Buna Güney Kafkasya’daki etnik barış diyebiliriz aslında. Hatta Gürcü-Abhazha ilişkileri de buna dahil. Bütün bölgedeki tansiyonun düşürülmesi önemli.
3) Türk-Ermeni ilişkileri:
Los Angeles’ta, Paris’te, Moskova’da, nerede olursa olsun Türklerle Ermeniler arasındaki tarihi meselenin bir şekilde bir ortak zemine kavuşturulması. Bunu yapıyoruz, elçiliklerimize talimatımız var. Anadolu’dan göç eden, etmek zorunda olan herkesi Anadolu Diasporası olarak kabul ediyoruz.
Bu üç ayaktan biri sakatlansa sıkıntı yaratır. Diyelim ki biz sınırı açtık, yarın Azerbaycan-Ermenistan hattında bir savaş başlasa o zaman yine kapatmak zorunda kalırız. Bizim bu üç ayağı dikkatlice aynı ölçüde hareketlendirmemiz gerekiyor.
En zor şey, donmuş bir statükonun buzdağını çözmek. Çözerken yeni bir savaş da başlatabilirsiniz. Buzu bir anda eriteyim derken buz öyle bir kırılır ki siz de altında kalırsınız.”
Dışişleri Bakanı Davutoğlu, gazetecilerle sohbetinde, 1915’e adil hafıza kavramı çerçevesinde bakılması gerektiğini inandığını söyledi. Davutoğlu, Ittihatçıların yaptığı ‘tehcir’i hiçbir zaman benimsemedilerini ve ‘gayriinsani’ bulduklarını ifade etti: “Adil hafıza ile kastettiğim şu; vakıa neyse onu bilelim. O zaman göreceğiz ki Türk-Ermeni ilişkileri Alman-Yahudi ilişkileri gibi bir geçmişe dayanmıyor. Her bir sokakta bir ortak iz var. Bunu keşfedip, ondan sonra da tehciri, o dönemde yaşananları öyle değerlendirelim, ki onu ben de tamamıyla yanlış bir uygulama olarak görüyorum. İttihatçıların yaptığı şey doğru bir olay da değil, gayriinsanidir. Tehciri hiçbir zaman benimsemiyoruz. Ama alıp da o tehcirden geriye doğru tarihi yazınca, Türkleri de Nazilerle aynı sınıfa koymuş oluyorsunuz. Bu sefer bu taraftakilerde de Ermeniler tamamen vatana ihanet eden, dolayısıyla da tehciri hak etmiş bir kitle olarak görüyorsunuz. Bu iki kolektif bilinci de yıkmak lazım.”