AK Parti azınlıklar konusunda iki adım ileri bir adım geri gitti

Jenny White, Türkiye’yi yakından izleyen bir sosyal antropolog. White, Boston Üniversitesi’nde çalışıyor ama içinde bulunduğumuz eğitim yılında Stockholm Üniversitesi Türkiye Çalışmaları Enstitüsü’nde araştırma yapıyor. White’ın ‘Müslüman Milliyetçiliği ve Yeni Türkler’ adlı kitabı kısa süre önce İletişim Yayınları tarafından yayımlandı. White, ile kitabından yola çıkarak, Türkiye’de yaşanan güncel siyasal gelişmeleri konuştuk.

FERDA BALANCAR
ferda@agos.com.tr

Jenny White, Türkiye’yi yakından izleyen bir sosyal antropolog. 1970’lerde Hacettepe Üniversitesi’nde de akademik çalışmalarda bulunan White, Boston Üniversitesi’nde çalışıyor ama içinde bulunduğumuz eğitim yılında Stockholm Üniversitesi Türkiye Çalışmaları Enstitüsü’nde araştırma yapıyor. White’ın ‘Müslüman Milliyetçiliği ve Yeni Türkler’ adlı kitabı kısa süre önce İletişim Yayınları tarafından yayımlandı. White, ile kitabından yola çıkarak, Türkiye’de yaşanan güncel siyasal gelişmeleri konuştuk.

  • Kitabınızda Türk kimliğinin dinsel-ırksal tanımlamasının 1920’lerde inşa edildiğini belirtiyorsunuz. Bu bağlamda ‘1915’i nasıl yorumlamalıyız? ‘1915’in Türk kimliğinin oluşmasındaki önemi nedir?

Öncelikle tarihçi olmadığımı ve I. Dünya Savaşı’nı sistemli bir şekilde çalışmadığımı söylemeliyim; o nedenle sözlerimi biraz da eleştirel bir şekilde dikkate almanızda fayda var. ‘Türk milliyetçiliği’, bildiğim kadarı ile, Osmanlı entelektüelleri ve politikacılarının düşüncelerinde de ideolojik bir gerginlik yaratıyordu. Eğer ırkçı unsurun, yani “Ancak Müslüman bir vatandaş Türk olabilir” anlayışının 1920’lerin sonundaki Cumhuriyet milliyetçiliğinin bir sonucu olduğu varsayılırsa, o zaman 1915’teki Ermeni katliamlarının etnik ve dini şüphelerin sonucu olduğunu düşünebiliriz. İnsanları koruyacak kurallar, ırkçı ya da etnik nedenlerle, bir kere askıya alındı mı ve insanlar komşularına herhangi bir cezaya çarptırılmadan saldırabileceklerini düşünmeye başladılar mı, başkasının toprağına, varlığına el koyma gibi istekler sahneye çıkar.

  • Yeni Türk kimliği ‘Müslüman Milliyetçiliği’ olduğuna göre bu, Türkiye’de yaşayan azınlıkları nasıl etkileyecek? Bu konuda öngörünüz var mı?

Türklüğün ve Türk milletinin dini ve ırkçı tanımı bir kere yapıldıktan ve Cumhuriyet tanımına yerleştirildikten sonra artık önemli olan şey soyunuz, Müslüman Türk olarak  kökeniniz olmaya başladı. Eğer Müslüman değilseniz, vatandaş olabilirsiniz, ama Türk olamazsınız. Müslüman olmak dendiğinde artık inançtan hatta kültürel özelliklerden bahsedilmiyor, bu, kimliğinizin silinmez bir parçası oluyordu; hatta Kemalist bile olsanız, laik bir hayat yaşasanız ve dinle herhangi bir ilginiz olmasa bile… AKP yönetiminde, hâlâ var olan antisemitizm ve Sünni Müslüman kurumların kayırılmalarına karşın, bana öyle geliyor ki, Türklük soy açısından daha az önemsenip, inanç ve kültürel olarak din öne çıktı. Böylece gayrimüslimler de ‘Türklük’lerini iddia edebildiler. Bu anlamda hükümet iki adım ileri bir adım geri gitti. Azınlıklara sosyal hakların sağlanmasına rağmen, bunun değişik inançlara öncekinden farklı bir yaklaşım getirdiğini düşünmüyorum.

  • AK Parti ve ‘Yeni Türkler’in azınlıklara ‘Osmanlı Modeli’ sunduğunu söylüyorsunuz. ‘Yeni Türkler’in gayrimüslimlerle ilgili algısı nedir?

Bu dönüşümün çerçevesi iki şekilde çiziliyor; soyun değil inancın dindarlığı tanımladığı önermenin tekrar öne sürülmesi ve Kemalist Cumhuriyet paradigmasının yerine Osmanlı’nın azınlıklar konusunda model olarak kullanılması. AKP ve ondan önceki Refah Partisi gibi İslamcı partiler, Kemalist rejim tarafından önemsenmeyen Osmanlı tarihini yeniden canlandırdılar ve Osmanlı tarihini çeşitli politikaları için model olarak kullandılar. Türkiye’yi çok mezhepli ve çok etnisiteli dünya imparatorluğu olarak tarihin ışığında tekrar tanımlamak istiyorlar. Bu da hükümetin sınırları açmasına, daha önceki ‘Türkiye Türklerindir’ tarzı savunmacı yaklaşımının aksine globalleşmesine ve azınlıklara Türk vatandaşları olarak yaklaşmasına sebep oluyor.

Bu da eskiden el konulan kimi mülklerin sahiplerine geri verilmesine, değişen bazı yer adlarının tekrar eski isimlerini almalarına yol açıyor ama daha yapılacak çok şey var. Birkaç yıl evvel, misyonerlik faaliyetlerinin ülkeyi kelimenin tam anlamıyla yıkacağına olan milli saplantı sonucu, Hıristiyanlardan duyulan şüphe doruk noktasına ulaştı. Türkiye’deki az sayıdaki misyonerlik faaliyeti ve daha da az sayıdaki din değiştiren Müslümanlar göz önüne alındığında bu imkansız görünüyordu ancak Türklüğün kaybolacağı endişesine genel bir endişe olarak bakmak lazım. Bu anlayışa göre din değiştiren biri artık ‘Türk’ değildir. Bu korku Türk kimliğindeki dini-ırkçı paradigmanın değişmesiyle birlikte azaldı ama bu sefer de başka korkular yerleşti. Şimdi kavga alanı kandan ziyade yaşam tarzı konularında sürüyor.


‘Erdoğan ve Mursi’nin demokrasi anlayışları eksik’

  • Gezi olayları, sizce ABD kamuoyunda nasıl algılandı?

Başbakan Erdoğan’ın çoğunlukla barışçı olan Gezi protestolarına aşırı şiddet içeren ve çatışmacı bir karşılık vermesi Washington’da şaşkınlıkla karşılandı. Türkiye uluslararası ilişkilerde büyük ve istikrarlı bir ortak olarak görülüyordu. AKP yönetimindeki Türkiye basın özgürlüğü konusundaki büyük sorunlarına rağmen, demokrasiyi yerleştirme yolunda ilerleyen bir ülke görünümündeydi. Barışçı, istikrarlı, ekonomik olarak iyi, sosyal açıdan dinamik, ciddiye alınması gereken bir ülke ve eşitimiz bir müttefik olarak değerlendiriliyordu. İşte bu yüzden Washington’da Gezi eylemleri karşısında hükümetin tavrı büyük şaşkınlıkla karşılandı.

Mısır’dakinin aksine, Gezi protestocularının hükümeti devirmek gibi bir niyetleri yoktu, tek istedikleri seslerinin duyulmasıydı. Fakat hem Başbakan Erdoğan’ın hem de Başkan Mursi’nin bu gösterilere verdikleri karşılıklarda demokrasinin eksik anlaşılması yatıyor. Erdoğan, çoğunluğun oyu ile seçildiği için herkesin siyası programını kabul etmesi gerektiğine inanıyor. Onunla aynı fikirde olmayanlar gelecek seçimleri kazanmaya çalışabilirler. Kazanan her şeyi alır. Bu, çoğunlukçu demokrasi demek. Birçok Türk de demokrasinin tanımının bu olduğuna inanıyor. Türk hükümetleri çoğunluğun değerlerini topluma empoze etmek için on yıllarca tepeden inme toplum mühendisliği uyguluyor, gerek başörtüsünün, gerek alkolün yasaklanmasında olduğu gibi. Demokrasilerde, seçilmiş hükümetlerin kendilerine oy vermeyen ve kendileriyle aynı fikirde olmayanları da dinlemeleri ve onların da haklarını korumaları gerektiğini çok anlamış gözükmüyorlar. Gezi protestocuları demokrasiyi, Kemalist-İslamcı ayrımının ötesinde ilerletmek isteyen bir seçmen kitlesi. Bu yeni seçmen kitlesinin, bu tür ayrımları üreten ve hükümetin sadece kendi seçmen kitlesinin değerlerini tüm topluma dikte etmesine olanak sağlayan bu çoğunlukçu demokrasi anlayışını etkileyip etkilemeyeceğini ya da nasıl etkileyeceğini hep birlikte göreceğiz.