28 Şubat davasında ‘darbeciler aklanıyor’ algısı oluştu

Yozgat İl Cumhuriyet Başsavcısı görevinde bulunan Reşat Petek, başörtülü öğrencilerin eğitim hakkının engellendiği gerekçesiyle üniversite hakkında başlattığı soruşturma üzerine dönemin Genelkurmay Başkanı Karadayı, dönemin YÖK Başkanı Kemal Gürüz ve dönemin Türkiye Barolar Birliği Başkanı Eralp Özgen’in şikâyetleriyle görevinden alındı. Petek, 28 Şubat davasında hem mağdur hem de müdahil avukat sıfatlarıyla bulunuyor.

EMRE CAN DAĞLIOĞLU
misakmanusyan@gmail.com

Darbe döneminde Yozgat İl Cumhuriyet Başsavcısı görevinde bulunan Reşat Petek, başörtülü öğrencilerin eğitim hakkının engellendiği gerekçesiyle üniversite hakkında başlattığı soruşturma üzerine dönemin Genelkurmay Başkanı İsmail Hakkı Karadayı, dönemin YÖK Başkanı Kemal Gürüz ve dönemin Türkiye Barolar Birliği Başkanı Eralp Özgen’in şikâyetleriyle görevinden alındı. Petek, halen devam eden 28 Şubat Darbesi Davası’nda hem mağdur hem de müdahil avukat sıfatlarıyla bulunuyor. Başından beri davayı takip eden Petek’le davanın seyrini, medyanın sessizliğini ve öngörülerini konuştuk.

• Sizce 28 Şubat Davası ne durumda? 103 sanıkla başlatılan dava, şu an sadece beş tutukluyla ilerliyor. Bu kamuoyu algısında sorun yaratıyor mu?

Aslında tutuksuz yargılama o kadar yadırganacak bir husus değil. Son yargı paketlerinde tutuksuz yargılama için yapılan değişiklikleri de düşündüğümüzde, haklarında tedbir uygulanması kararıyla tahliye edilmeleri olağan. Fakat toplumda şöyle bir algı var; bir kişi tahliye edilince sanki beraat etmiş ve suçsuzmuş gibi algılanıyor ki bu doğru değil. Fakat AİHM kararlarında da sıkça kullanılan bir durum var; mahkemenin yargılamasının adil olduğu algısının topluma verilmesi gerekiyor. Bu davanın emsallerine baktığımızda, suç isnat edilen sanıkların tutuklu bulunduğunu görüyoruz. Böyle olunca mahkemenin sanıklar hakkında verdiği tutuksuz yargılama kararı, toplumda farklı algılara yol açabiliyor. “Acaba 28 Şubatçılar aklanıyor mu?” algısı oluşuyor toplumda. Ayrıca, bu davada henüz deliller tamamen toplanmadı ve karartılması imkânı halen var. Bu sebeple, tahliye kararları verilmesinin elbette ki hukuken savunulacak tarafı yok. Örneğin tahliye edilenlerden emekli orgeneral Fevzi Türkeri, meşhur MGK toplantısında Genelkurmay adına irtica raporunu okuyan kişidir. Halen bu raporun tamamının mahkemeye getirilmediği tartışmaları varken, Türkeri’nin tahliye edilmesi çok ilginç.

• Sizce bu dava hakkında darbe mağduru olan Gülen cemaatini veya AK Parti’yi destekleyen kamuoyunun ve medyanın da pek fazla ses çıkartmamasının sebebi nedir?

Başbakan ve bakanların bireysel olarak davaya müdahil olmalarını doğru bulmuyorum. Fakat kurumsal olarak Bakanlar Kurulu ve TBMM Başkanlığı bu davada müdahil olmalıdır. Kurumsal müdahilliğin olmamasının önemli bir eksiklik olarak altını çizeyim. 28 Şubat Davası’nda Hizmet hareketi veya hükümet yanlısı medya neden yeterince ses çıkartmıyor sorusunun cevabı ise oldukça zor. Bilinmeyen sebepler mi var diye düşündürüyor. Bu nedenle, tarafsız bir hukukçu olarak davaya gereken ilginin gösterilmesi konusunda hep çağrıda bulunuyorum. Bu konuda yorumum ancak şu olabilir; kendi aralarındaki çekişmeler böyle bir davaya gereken önemi vermeye engel mi oluyor, böyle bir hataya, gaflete mi düşüyorlar bütün taraflar için söylüyorum endişesine kapılıyorum. Hukuku, demokrasiyi, adaleti vesayeti altına alan darbecilere karşı ortak tavır alınmalı.

• Peki, darbe mağdurlarının davaya ilgisi ne durumda?

28 Şubat’ın mağdurları, bu davada nasıl hareket edeceklerini bir türlü kararlaştıramadı. Mağdur sıfatı ile 5-10 bin ismin yer alması gerekirdi ama 481 kişi var sadece. Pek çoğu muhafazakârlardan oluşan bu kesimde devleti yönetenlere teslim olma ve itaat etme gibi bir anlayış da var. Zaten devlet bu davayı açtı ve savcı da bunu kamu adına soruşturur gibi bir teslimiyetçilik içindeler. Hükümetin devrilmesi ve BÇG’nin bu konuda yaptığı çalışmaları, savcı toplamış değerlendirmiş, fakat bunun başka mağdurları da var. Zaten şu anda davayı genişletmek için sanık olmayan ama 28 Şubat’la hukuki ve fiili irtibatı olan diğer sanıklar için yürüyen 206 numaralı soruşturma için daha çok bilgi ve delil toplanması şart. Davaya katılacak yeni mağdurların dertlerini oraya anlatması, şikâyetlerini Ankara Cumhuriyet Başsavcılığı’na iletmesi gerekir.


‘Kılıçdaroğlu da davaya müdahil olmalı’

Davayı müşteki vekili olarak Ankara’da takip eden Aybüke Ekici, 28 Şubat’ın sadece muhafazakârlara değil, ülkenin önemli bir kısmına yönelik bir darbe olduğunu söylüyor. Ekici’ye göre iddianamenin en büyük eksikliği, medya ayağının olmaması.

• 28 Şubat Darbesi, sadece muhafazakârlara değil, toplumun birçok katmanına yönelik bir hareket. İddianame, darbenin bu yönünü göz önünde bulunduruyor mu?

28 Şubat’ın en önemli etkisi, önemli bir psikolojik harekâtı başarması. İddianamede de bu bölüm çok yer tutuyor. Yapılan çalışmalar, Yavuz veya Ümit Psikolojik Harekâtı gibi isimlendirmelerle yer almış ve toplumda çok büyük bir etkisi olmuş. Sol örgütler, aktivistler, Kürt siyasetçiler, Aleviler ve azınlık toplumları mensupları bir şekilde fişlenmiş. Alevilerle ilgili özellikle askeriyede onların ayrı bir mezhepçi grup oluşturmaya çalıştıkları, bu yüzden önlem alınması gerektiği şeklinde BÇG raporları var. Aynı şekilde, yüksek lisans eğitimleri için yurtdışına gönderilen öğrenciler hakkında “aşırı solcu” ihbarları yüzünden bursu kesildiğinden eğitimini yarıda bırakan veya denklikleri iptal edilen insanlar var. Fakat iddianame ağırlıklı olarak mevcut hükümeti düşürmek üzerine kurulduğundan bu konuda çok fazla detay bilmiyoruz. Bu gruptaki insanlar da davaya ilgi göstermediğinden, soruşturmanın bu yönde genişlemesi şimdilik pek mümkün değil. Ayrıca davaya müdahil olması gerekenlerden biri de Kemal Kılıçdaroğlu. Kılıçdaroğlu ile ilgili ciddi fişleme belgeleri var. Bu fişlemelerde, “gerçek soyadının Karabulut olup Dersim isyanına katılan Kureyşan aşiretine mensup olduğu”, “ SSK’da işe aldığı 10.000’e yakın kişinin çoğunun Alevi-Kürt olduğu”, “100’den fazla PKK ve DEVYOL militanını kuruma yerleştirdiği” ve “Tunceli, Sivas, Elazığ ve Amasya gibi bölgelerde fazla personel istihdam ederek bölgecilik ve mezhepçilik yaptığı” gibi notlar var. Bu sebeple Kılıçdaroğlu, kendisini fişleyen paşaları ziyaret edeceğine, bu belgelerin hesabını sormalı.

• Medyanın 28 Şubat Darbesi’ndeki rolünü biliyoruz. İddianamede medyayla ilgili bölümler var mı?

Bu davanın en büyük eksiklerden biri medyanın yaptıklarının yargılanmıyor olması. O dönemdeki basında yer alan, bilinçli ya da bilinçsiz kullanılan insanlara iddianamede sadece atıfta bulunulmuş. O kişilerin yargılanmıyor olması, şu anda onları hala güçlü kılıyor ve bu yüzden 28 Şubat Davası belki de onlar tarafından bilinçli olarak haber yapılmıyor. Çok az bir kısım medya tarafından sınırlı bilgi akışı sağlanıyor. Bu yüzden ben medyanın hâlâ 28 Şubat etkisiyle bu olayı devam ettirdiği ve kendilerine yönelik bir operasyondan korktuklarından olayı sıcak tutmak istemedikleri kanısındayım.

• Siz Ankara’da davaları da takip ediyorsunuz. Oturumlardaki durum nasıl?

Oturumlarda, ağır ceza mahkemelerindeki genel usulün uygulanmadığını görüyorsunuz. Mahkeme heyetinin başkanı, karşısındakilerin paşa olmasından hareketle sanırım, sanıklara “efendim” diye hitap ediyor, bu çok ilginç bir ayrıntı. Bu yargının bağımsızlığı anlamında da, ne yazık ki, bir şüphe uyandırıyor. Diğer bir husus, sanık ailelerinin özellikle müşteki vekilleri konuşunca çıkarttıkları homurtulara, attıkları kahkahalara ve saygısız hareketlerine en ufak bir müdahalede bulunulmuyor. Ufak tefek olaylar da değil, avukatların “Böyle soru mu sorulur?” şeklinde laf atmalarla karşılaştığı bir ortamdan bahsediyorum. Tutukluların ve yakınlarıyla temas etmeleri konusunda da en ufak bir engelleme yok.


İddianamede ‘Azınlıklar’

İddianamede yer alan Batı Çalışma Grubu’nun hazırladığı belgelerdeki “İç Tehdit  eğerlendirmesi”nde, TSK’nin “iç tehdit” olarak sınıflandırdığı gruplar, tehdit önceliklerine göre şöyle sınıflandırılmış: “1. İrticai unsurlar – bölücü unsurlar, 2. Aşırı sol örgütler, 3. Irkçı unsurlar, 4. Azınlıklar, Ermeni vb. unsurlar”. Aynı dönemde, 1985 basımlı iç tehdit dokümanı, Genelkurmay Başkanı, kuvvet komutanları ve MGK Genel Sekreterliğinin görüşleri de alınmak suretiyle güncelleştirilerek “İç tehdit dokümanı” olarak yeniden hazırlanmış ve bu dokümanın 6. bölümü, “Hıristiyanlar ve misyonerlik faaliyetleri”, “Rumlar ve Pontus faaliyetleri”, “Ermeniler”, “Yahudiler”, “Diğer azınlıklar (Süryaniler-Nasturiler- Keldaniler-Merkitler-Maruniler)” ve “Azınlıklar ve diğer küçük toplulukların muhtemel faaliyetleri” konularına ayrılmış. İddianamede BÇG’nin İran’a karşı hazırladığı “Faaliyet Planları”nda da, “İran’ın Ermenilerle olan yakınlaşmasını ve Azerbaycan Cumhuriyetine karşı olan faaliyetlerini açığa çıkararak kamuoyuna açıklamak” maddesi dikkat çekiyor.


28 Şubat’ta ne olmuştu?

Aralık 95: “Korkulan oldu”. Refah Partisi (RP), genel seçimlerden %21 oyla birinci parti olarak çıktı.

8 Temmuz 96: RP’nin iktidara gelmesini engellemek için kurulan DYP-ANAP koalisyonunun dağılmasının ardından kurulan RP-DYP koalisyonu güvenoyu aldı ve Necmettin Erbakan başbakan oldu.

3 Kasım 96: 3 Kasım'da meydana gelen Susurluk kazası mafya, polis, siyasetçi ilişkilerini açığa çıkardı. Erbakan'ın bu olay için 'fasa fiso' demesi, tepkileri büyüttü. Protesto amaçlı yapılan “Aydınlık için 1 Dakika Karanlık” eylemleri tüm ülkeye yayıldı.

29 Aralık 96: “Fadime Şahin Olayı” patladı. Kemalizm karşıtı çıkışlarıyla tanınan Aczmendi tarikatı lideri Müslüm Gündüz, televizyon kanalları ve basın muhabirleri eşliğinde “başörtülü” Fadime Şahin’le “basıldı”. Fadime Şahin, günlerce televizyonda onu “bu yola düşürenin Şeyh Ali Kalkancı” olduğunu tekrarladı.

11 Ocak 97: Erbakan’ın Başbakanlık Konutu’nda tarikat liderlerine ve şeyhlere iftar vermesi, büyük bir krize sebep oldu.

30 Ocak 97: Ankara Sincan Belediyesi’nde düzenlenen Kudüs  Gecesi’ne, İran Büyükelçisi Rıza Bagheri’nin misafir olması ve gecede sahneye konulan Cihad oyunu, basında büyük tepki oluşturdu.

4 Şubat 97: Sincan'da askerler tanklarla geçiş yaptı. 1. Ordu Komutanı Çevik Bir, bu olay için “Demokrasiye balans ayarı çektik” dedi.

28 Şubat 97: 9 saat süren MGK toplantısında askerler, laikliğin Türkiye'de demokrasi ve hukukun teminatı olduğunu sert bir şekilde vurguladılar ve hükümete alınmasını istedikleri 18 kararı dayattılar.

Mart 97: Millî Güvenlik Kurulu kararlarının uygulanıp uygulanmadığının denetimi amacıyla kurulan ve çalışmaları 2009 yılına kadar süren Batı Çalışma Grubu (BÇG) aracılığıyla ülkede adeta bir sürek avı başlatıldı.

21 Mayıs 97: Yargıtay Başsavcısı Vural Savaş, RP'nin kapatılması için dava açtı.

10 Haziran 97: Anayasa Mahkemesi, Yargıtay ve Danıştay başkan ve üyeleri, Genelkurmay Başkanlığı'na çağrılarak irtica konusunda brifing verildi.

18 Haziran 97: Erbakan, başbakanlıktan istifa etti.

Sonrasında, BÇG çalışmalarında fişlenen birçok kamu görevlisi, görevlerinden uzaklaştırıldı. YÖK, bir genelgeyle başörtülü öğrencilerin üniversiteye girmesini yasakladı. Üniversitelerin önünde kurulan “ikna odaları”nda başörtülü öğrencilerin başlarını açmaları için psikolojik baskı ortamı oluşturuldu. 28 Şubat Darbesi’nin etkileri sonraki yıllarda da devam etti. 1998'de yakalanan PKK yöneticilerinden Şemdin Sakık'ın soruşturma zabtına eklenen yalan ifadelerle, bazı gazetecilerin ve sivil toplum kuruluşlarının “para karşılığı PKK’ya destek verdikleri” haberleri yaptırıldı. Bu gazetecilerden Cengiz Çandar ve Mehmet Ali Birand işlerinden atılırken, Akın Birdal suikasta uğradı. Aynı yıl, RP 1998’de Anayasa Mahkemesi kararıyla kapatıldı.1999’da Ahmet Kaya katıldığı ödül gecesinde yaptığı konuşma sonrası, özellikle Hürriyet gazetesinin yaptığı yalan haberlerle linç edildi. Dönemin İstanbul Belediye Başkanı Recep Tayyip Erdoğan, 1997’de okuduğu bir şiir sebebiyle 26 Mart 1999’da hapse girdi. Fethullah Gülen, 99’da televizyonlarda yayınlanan videolarının ülkede oluşturduğu baskı ortamı sebebiyle ABD’den Türkiye’ye dönmedi. 

Kategoriler

Güncel Gündem