Mansur Yalçın, aslen Dersimli olup, İstanbul’da doğup büyümüş bir Alevi dedesi. 20 yıldır İstanbul’un en tanınmış cemevlerinden biri olan Merdivenköy’deki Şahkulu Sultan Vakfı’na devam eden Yalçın, bundan sekiz yıl önce burada açılan Alevilik temel eğitimi okulunda görev yaptı. Yalçın ile Alevilerin sorunları hakkında yaşanan güncel gelişmeleri konuştuk.
FERDA BALANCAR
ferda@agos.com.tr
Mansur Yalçın, aslen Dersimli olup, İstanbul’da doğup büyümüş bir Alevi dedesi. 20 yıldır İstanbul’un en tanınmış cemevlerinden biri olan Merdivenköy’deki Şahkulu Sultan Vakfı’na devam eden Yalçın, bundan sekiz yıl önce burada açılan Alevilik temel eğitimi okulunda görev yaptı. Yalçın, bir süre de İzzeddin Doğan’ın başında bulunduğu Cem Vakfı’nın bünyesindeki Alevi İslam Din Hizmetleri Başkanlığı’nın merkez yürütme kurulu başkanlığını yaptı. Kendi deyimiyle, “kurumsallaşma sorunları” nedeniyle Cem Vakfı bünyesindeki yapı erozyona uğrayınca bu görevden çekildi. Mansur Yalçın ile Alevilerin sorunları hakkında yaşanan güncel gelişmeleri konuştuk.
-
Alevi toplumunun hükümetten beklentileri ile ilgili olarak farklı öneriler, farklı talepler öne sürülüyor. Hükümetin Alevi dedelerine maaş bağlayacağı bizzat hükümete yakın medyada dile getiriliyor. Bir Alevi dedesi olarak sizin hükümetten ne tür beklentileriniz var?
Öncelikle Alevi geleneğinin korunarak bugüne taşınmasından yanayım. Dedelik bir hizmettir ve bu hizmet, seküler bir memuriyete dönüşürse, dedelik kimliği kaybolur. Alevi geleneğinde dedeler, ‘el ele el hakka’ denilen hizmeti verirken, hiçbir karşılık beklemezler. Sadece kul hakkı olarak bir talibin dedeye, gönlünden koptuğu kadar verdiği bir meblağ vardır. Dede talipten aldığı bu bedeli kendi zimmetine geçirmez, ihtiyacı olana verir. Bir başka deyişle, dede zenginden alıp fakire verir. Ben bu geleneğin devam ettirilmesinden yanayım. Gelenekle modernite arasında elbette günümüzde bir çatışma var. Dedeler günümüz koşullarına uyum sağlamalılar ama bu hizmetin karşılıksız olmaya devam etmesinden yanayım. Dedeler devletin maaşlı memurları haline gelmemeli.
-
Hükümetin düzenlediği Alevi çalıştaylarına katıldınız mı?
Evet. Bu çalıştaylar, bence devletin Aleviliğe yeni bir biçim verme çabasıdır. Çalıştaylarda devlet yetkilileri dedeleri bir tür ilahiyat eğitiminden geçirip, karne ya da sertifika benzeri bir belge verme eğiliminde olduklarını gösterdiler. Ben de buna karşı çıktım. Dedelik edinilen bir haldir. Bu hal, dedenin doğup büyüdüğü evden başlar. Bir dede, bir dede adayını yetiştirir. Bu geleneğin devamından yanayım. Devlet Alevilere hak tanıyacaksa Aleviliğin omurgasını taşıyacak olan Alevi dedeleriyle samimi bir şekilde görüşmeli ve onların beklentilerine kulak vermeli.
-
Çalıştaylarda böyle olmadı mı?
Çalıştaylarda Alevi toplumunun dinamik yapısının farkında olan dedeler çok azdı. Günümüzde yaşanan hızlı toplumsal değişimin dinamiklerine hâkim, yetkin dedelerin o çalıştaylara katılabilmesini
isterdim ama böyle olmadı. Yanılış hatırlamıyorsam, çalıştaylara yüz civarında dede katıldı. Bunların sadece dört veya beşi devletin tutumunun ne olduğunun farkındaydı. Diğerleri ise yeterli donanıma ve birikime sahip değildi. Sonuç olarak çalıştaylarda dedeler ortak bir tavır ortaya koyamadılar. Böyle olunca da devlet yetkilileri kendi görüşlerini dayattılar. Ortaya çıkan sonuç da kimseyi tatmin etmedi. Çalıştaylar daha uzun soluklu olmalıydı. Ayrıca katılım da daha geniş tabanlı olabilmeliydi.
-
Diyanet İşleri Başkanlığı’nın içinde dedelik kurumu oluşturulması da hükümetin gündeminde. Buna da karşı mısınız?
Evet. Her geleneğin içinde farklı dinamikler vardır. Sünni gelenek içinde Diyanet İşleri’nin bir yeri olabilir. Bu ayrı bir tartışma. Öte yandan Alevi geleneği çok farklı bir seyir izlemiştir. Sünni ve Alevi geleneklerinin birbirini tanımasına elbette sıcak bakıyorum ama her gelenek kendi içinde özerk kalmalı.
-
Devletin Alevi kurumlarına maddi desteğine nasıl bakıyorsunuz?
Devlet, kurumlara maddi destek vermeli ama bu desteği ihtiyaç duyduğu zaman kurumlar talep etmeli. Devlet de bunu karşılamalı. Ama bu maddi destek karşılığında devlet, bu kurumları tahakküm altına almaya kalkmamalı.
-
Cemevlerine nasıl bir statü verilmeli?
Cemevleri bugünün dünyasında bir gerçeklik. Cemevlerinin genel statüsünde birtakım ilkeler olmalı. Cemevi bir mabet olarak kabul edilecekse, bu mabedin içinde kültür ve sanat faaliyetleri, müzik eğitimi hatta birtakım zanaatlar için kurslar da olabilmeli. Yani cemevleri bir tür kültür merkezi işlevi gören bir yapı olarak tasarlanmalı. Ancak bu şekilde Alevilerin ihtiyaçlarına cevap verebilirler.
-
Devletin buna ne tür bir katkısı olabilir?
Dedelerin eğitimi için gerekli olan kurumsal yapıların oluşmasında devlet yatırım desteği vermeli. 1960’lardan sonra Alevilerin kırsaldan kente göçü hızlandıkça, Alevi toplumunda da bir tür altüst oluş yaşandı. Dedeler geçim derdine düştü. Bu da eğitim sorununu beraberinde getirdi. Elbette cemevlerine ibadethane statüsü verilmeli ama o statü caminin alternatifi olmamalı. Dedeler de cami imamının alternatifi gibi düşünülmemeli. Cemevi bir tür akademi gibi olmalı. Dergâh veya tekke statüsü de cemevleri için uygun olabilir.
-
Bir AK Parti milletvekili, Tekke ve Zaviyeler Kanunu’nun değiştirilmesi için Meclis’e yasa teklifi sundu. Buna nasıl bakıyorsunuz?
Tekke ve zaviyelerin denetimsiz bir biçimde kurulmasının Türkiye’nin çağdaşlaşma sürecine zarar vereceğini düşünüyorum. Alevilerin taleplerinin karşılanması için tüm tekke ve zaviyelerin denetimsiz biçimde açılması doğru değil.
-
Yasağa rağmen Türkiye’de faaliyet gösteren pek çok tarikat yok mu? Bu yasa, günümüz şartlarında ne kadar anlamlı?
Bu yasanın yeniden gözden geçirilmesi ve yumuşatılmasından yanayım. Öte yandan belli bir denetim mekanizmasının da olması gerekir. Bu denetim mekanizması elbette cemevleri ve Alevi Bektaşi dergâhları için de olmalı. Tarikatların denetimsiz ve başıboş şekilde çoğalması, toplumsal barış için tehdit olabilecek akımların da güçlenmesi sonucunu doğurur.
-
Bir süre önce gündeme gelen cami-cemevi projesine nasıl bakıyorsunuz?
Alevi toplumunda bu projeyi gündeme getiren kesimlere karşı bir güvensizlik var. Bir cemaat liderinin girişimiyle bu projenin gündeme gelmesi Alevi toplumunu ürküttü. Bu tür projeler için henüz erken olduğunu düşünüyorum. Alevi toplumunun yüzde 60 veya 70’i geleneğe bağlıdır. Alevilerde kendini koruma refleksiyle içe kapanmacı bir tutum hâkim. Henüz hakları tanınmamış bir toplum için cami cemevi projesi gibi atılımlar gerçekçi değil. Aksine ters etki yapıyor. Bu tür projeler karşısında Aleviler asimile edilmek istendiklerini düşünüyorlar.
-
Aleviler, Osmanlı döneminde olduğu gibi Cumhuriyet döneminde de pek çok haksızlığa maruz kaldı. Buna rağmen Alevilerde CHP’ye yoğun bir destek var? Bunu nasıl açıklıyorsunuz?
Alevilerin CHP’ye ilgisi, Atatürk’ün kurduğu parti olmasından geliyor. Alevi toplumunun büyük çoğunluğu için Atatürk sadece bir siyasi lider değil, bir tarihi önderdir. Cumhuriyetin kuruluşuna kadar Aleviliğin üstünde dini taassuptan kaynaklanan çok büyük baskılar vardı. Cumhuriyetin kurulmasından sonra devlet kaynaklı baskılar kalktı ve Aleviler kendilerini daha özgür hissettiler. Bu nedenle kuşaklar boyunca Aleviler, Atatürk efsanesiyle yetişti. Atatürk Aleviler için adeta bir mitoloji kahramanına dönüştü. Bu, cumhuriyet döneminde yetişen Alevi kuşaklarının bilinçaltına yerleşmiş bir mittir. İşte bu yüzden Aleviler, CHP çatısı altında fikirlerini sabitleştirdiler.
-
Buna rağmen son dönemlerde Alevi kamuoyunda CHP’ye yönelik eleştiriler neden artıyor?
Evet, bu son dönemlerde Aleviler arasında CHP konusu da tartışılmaya başlandı. Artık günümüzde Aleviler bir partinin simgeleri ve söylemleriyle harekete geçmek yerine o partinin hem Alevilere hem de genel olarak Türkiye toplumuna katkıları nedeniyle tavırlarını belirlemeli. 15-20 yıldır CHP, Alevilerin haklarıyla ilgili pek bir şey yapmadı. CHP, Alevilere dönük bir partiyse Alevilerin hakları konusunda artık daha aktif olmalı. Kemal Kılıçdaroğlu, bu konuda hassas; kendisi de bir Alevi. Ama elbette din üstünden siyaset yapmamak konusunda Kılıçdaroğlu çok hassas ve bunda da bence çok haklı. CHP, Alevilerin hakları meselesini sadece Alevilik üstünden düşünmemeli. Türkiye’de yaşayan herkesin insan haklarını savunmalı. Eğer bu olursa Aleviler de bundan memnun olur. CHP’nin bugün için halka yabancı gelen bir söylemi var. AKP tarafından savunulan pek çok argüman aslında CHP tarafından savunulmalı. CHP bu zaafını başmalı.
Ermeni komşularının anısına oruç tutan Aleviler var
-
Alevi geleneğinin Hıristiyanlığa bakışı nasıldır? Bazı tarihçiler, Alevilikle Hıristiyan geleneği arasında pek çok ortak nokta olduğunu iddia ediyorlar.
Orta Asya göçebeliği arasında Hıristiyanlığın Nasturi kolunun çok ciddi bir etkisi olduğunu biliyoruz. Alevilik İmam Ali ile Hazreti İsa’yı özdeşleştirir. Kültürel gelenekler olarak da Aleviliğin ve Hıristiyanlığın birbirine benzer pek çok özelliği vardır. Mesela Hıristiyanlıktaki aforoz geleneğinin Alevilikteki karşılığı düşkün ilan etmektir. Eğer bir kişi toplumun kabul edemeyeceği bir suç işlemişse düşkün ilan edilip dışlanır. Hatasını anlayıncaya kadar da bu dışlanma sürer.
-
İçinde bulunduğumuz Muharrem orucu döneminde bazı yörelerdeki Alevilerin 1915’te öldürülen Ermeni komşularını anmak için de oruç tuttukları söyleniyor. Bunu duydunuz mu?
Bunu çocukluğumdan biliyorum; çok duydum. Dersim’de ve Sivas’ta Alevi köylerinde yaşayan pek çok Ermeni vardı, hâlâ da var. Ayrıca Elazığ, Bingöl, Malatya, Erzurum gibi yörelerde öldürülen Ermeni komşularını anmak için Muharrem ayında oruç tutan Aleviler olduğunu biliyorum. Çocukluğumda böyle insanlararastlamıştım, hatırlıyorum.
-
Günümüzde de sürüyor mu?
Günümüzde var mı bilmiyorum. O yörelerde olabilir. Araştırmak lazım. Buna ‘garam’ orucu denir. Garam zerre, daha doğrusu toz zerreciği demektir. Kişi, kibirden arınmak, kendisini bir toz zerreciği gibi hissedebilmek için bu orucu tutar. Bir komşusunun ya da bir yakınının acısı için garam orucu tutmak bireysel bir tercihtir. Bütün Alevileri kapsayan sabit bir oruç değildir. Kişi niyet eder ve bu orucu tutar. Bu nedenle günümüzde bu orucu kimin hangi niyetle tuttuğu bir araştırma konusu olabilir.