Yetvart Danzikyan, ‘kızlı-erkekli ev’ tartışmasını agos.com.tr için yazdı
YETVART DANZİKYAN
Başbakan Erdoğan hafta boyunca tartışılan ve haklı olarak tepki gösterilen “Kızlı erkekli oturuyorlar, gerekirse yasal düzenlemeye gideriz” çıkışını yaparken, bunu partisinin ‘muhafazakâr-demokrat’ yapısıyla açıklıyordu. Bu yapı, böyle bir adım atmayı gerektiriyordu Erdoğan’a göre. Belli ki, AKP’yi şöyle fiyakalı bir yere koymaya çalışan sağ (hatta kimi sol) liberal yazarların birkaç yıl önceki çıkışlarından, tarif çabalarından etkilenmişti. Muhtemelen akşam, postadan çıkan ‘muhafazakâr demokrat’ etiketli ceketi ilk fırsatta sırtına geçirip, elleri cebinde aynaya baktı ve şöyle dedi kendi kendine: “Yakıştı be...”
Fakat iş bu kadarla bitmiyor elbette. Erdoğan’ın muhafazakâr demokratlıktan ne anladığı, meseledir. Ki zaten muhafazakâr demokrat dediğimiz ya da dedikleri şey de, büyük oranda Batı Avrupa’daki bilhassa II. Dünya Savaşı sonrası oluşan ‘Hıristiyan Demokratlar’dan apartmadır. Peki, bu Hıristiyan Demokratlar nedir, isterseniz önce ve kısaca ona bir bakalım. Büyük ölçüde, Avrupa’yı ve dünyayı II. Dünya Savaşı cehennemine sürükleyen faşist-totaliter rejimlerin savaş sonrası çöküşüyle, ama aynı zamanda Sovyetler Birliği’nin ve komünizmin uluslararası dengede ağırlığını hissettirmesiyle, hem ülkelerindeki ya da yanı başlarındaki güçlü sosyalist akımlarla başa çıkacak, hem de ülkeyi o faşizm belasına sokan milliyetçiliği emecek, aynı zamanda kapitalizmle ve ABD ile arası iyi olan bir ‘siyaset’ ihtiyacı doğmuştu. Zaten bu Hıristiyan Demokratlar’ın bilhassa Almanya ve İtalya’da, yani faşizm tornasından/belasından geçmiş iki ülkede öncelikle vücut bulması, dikkat çekicidir. Çok özetle, taassuba varacak derecede komünizm/sol karşıtı, serbest piyasa yanlısı, NATO’nun –bilhassa bu sosyalizm karşıtı- karanlık faaliyetleri ile içli dışlı, faşizm döneminin kalıntılarını da içeren ve onları rehabilite eden, etmeye çalışan yapılara diyebiliriz, Hıristiyan Demokrat diye... En önemli fonksiyonları ülkelerini II. Dünya Savaşı’na sürükleyen o güç tapıncını rehabilite etmekti. Büyük oranda ettiler de.
Tabii bu durumda Türkiye’de AKP’ye muhafazakâr demokrat deyince şöyle bir şey demiş oluyorduk: İşte bunlar da aslında otoriter ve totaliter bir yapıdan geliyorlar ama oraları biraz aştılar, kapitalizmle Batı ile epey barışıklar, seçimdi, demokrasinin asgari şartlarıydı filan artık böyle merkez sağ gibi davranacaklar ama tam da öyle değil, ara sıra laiklik ve kadın-erkek konularında taşradaki orta yaşlı dedikoducu erkek taassubundan davranışlar, refleksler gösterecekler, işte bunları bilmek gerekiyor, hemen celallenmemek gerekiyor. Üç aşağı beş yukarı bunu demiş oluyordu AKP’ye muhafazakâr demokrat diyen kişi. Ve elbette AKP kadroları da bunu benimsedikleri sürece kendilerini böyle tarif etmiş oluyorlardı. Bu tarife katılıyorsanız şu nokta üzerinde durmak gerekiyor: Totalitarizmi ve otoriterizmi aşmak. Burada meselemiz var.
Zira son yıllarda gördüğümüz, totaliter eğilimlerin pek de öyle aşılmadığı yönünde. Parti devlet birleşmesiyle, devlet ve devlete bağlı medya eliyle ve bunu da bir resmi görüş haline getirerek insanların hayatlarını düzenlemek, bu yönde girişimlerde bulunmak ve gelecek itirazları bir resmi görüş kapsayıcılığı içinde boğmak, totaliterliktir. Bilhassa kürtaj sınırlaması, üç çocuk, sezaryenle mücadele, içki satışında önlemler, sokakta kurulan masaların keyfi biçimde kaldırılması gibi hamlelere baktığımızda ve bu hamlelerin nasıl savunulduğuna baktığımızda, bu eğilimleri, ipuçlarını görebiliyoruz. Hatırlanacağı üzere bu çizginin zirveye vardığı yer “Her kürtaj bir Uludere’dir” çıkışıydı.
Bütün bu konuştuklarımız eşliğinde şu muhafazakâr demokrat tarifine -ki bu son hamleyi bu kavrama dayandıran bizzat Erdoğan’dır, biz değiliz- tekrar yakından bakalım o zaman. Mesele nedir? Yurtların yetmediği bazı kentlerde üniversite öğrencisi gençler bazı evlerde karma bir biçimde oturmaktalar. Bu, hükümetimizi rahatsız etmiş. Komşuların ihbarı eşliğinde valiler işlem yapacaklarmış. Hatta gerekirse bunun için kanun bile çıkarılacakmış. İşin mevzuatla ve yasayla, anayasayla ilgili devasa pürüzlerini şimdilik bir yana bırakıyorum. Şimdi bunun demokratlıkla ne ilgisi var? Hatta ve hatta şunu bile sorabiliriz: Muhafazakârlıkla ne ilgisi var? Evet, eğer muhafazakârlıktan anladığınız gençleri bir an önce evlenip çocuk yapmaya sevk etmekse, bunun dışında davranan gençlerin tümü sizin için ‘problem’ kaynağı ise hayalinizdeki toplum, itaatkâr, genç yaşta evlenmiş, hayatını kazanmaktan başka bir şey düşünmeyen, devletin/partinin çizdiği çerçevede bir ahlak ve dünya algısı içinde yaşayan, mutaassıp, yekpare, aynı olaylara aynı tepkiyi gösteren, sizin tabirinizle bir 2053 ya da 2071 nesli oluşturmaksa, belki muhafazakâr diyebiliriz.
Fakat şu var: Eğer böyle bir toplum özlüyor ve bunun için çabalıyorsanız, aslında totalitarizmden pek de kopmuş değilsiniz. Kızlarla erkeklerin birlikte oturdukları apartmanlara, evlere polis eşliğinde ahlak baskınları düzenleyecek, bunun için yasa çıkarmaya tevessül edecek kadar ‘hayat dışı’ bir yere savrulduysanız, en temel insan haklarından birine, özel yaşamın dokunulmazlığına müdahale edecek hale geldiyseniz, komşuları gençlerin ihbarcısı konumuna getirip güvensiz, herkesin herkesi gözetlediği, tüm bunların üstünde devletin tüm toplumu gözetlediği bir hayat peşindeyseniz, demokratlığı geçtim muhafazakârlıkla da ilişkiniz netameli bir hale gelir. Zira bir yaşam tarzının, kültürün savunulmasından, muhafaza edilmesinden, bir yaşam tarzının kanun, devlet ve mutasavver bir çoğunluk-ortalama toplum gücüyle dayatılmasına geçmiş oluyorsunuz.
Ve bütün bunlar yetmezmiş gibi Erdoğan, bu ihtiyacın nereden çıktığını soran bir kadın gazeteciye de “Bir farklı kız, bir farklı genç, aynı evde kalmaları ne denli uygun olabilir, siz çocuğunuza kızınıza böyle bir şeyi uygun buluyorsanız, sizin için hayırlı olsun” diyerek tüm bu erkek hoyratlığını, her zamanki gibi bir kadının üzerine boca ediyor, yine kadını tekinsiz gösteriyordu.
Bu yazıyı bitirmeye çalışırken ekranda peş peşe açıklamalar geliyor. Erdoğan, “Meşru hayat vardır, gayrimeşru hayat vardır” diyerek elindeki devlet imkânlarıyla, bu gençleri neredeyse suçlu ilan edecek dereceye kadar gidebileceğini, ne çapta bir taassup içinde yüzdüğünü ilan etmiş oldu. Ürkütücüdür. İçişleri Bakanı ise “Aman o kısmı da eksik kalmasın” diyerek bu evlerde terör örgütü elemanlarının yetiştiğini söyleyiverdi. Hani oradan ikna olmuyorsanız buradan ikna olun der gibi. Manzara şu: Hükümet bir arada oturan gençleri, yani hayatın ta kendisini, kendine hedef seçmiş ve tabanına da hedef olarak göstermiş bulunmakta.
Bütün bunlara, ‘demokrat’ son eki gelen bir kavram bulmak çok zor. Dolayısıyla kendinize yeni bir ceket bulmanızda fayda var.