Albert İsoyan’ın yayına hazırladığı ‘Kara Kitap- Ünlü Yabancıların Gözüyle Türk Mezalimi ve Ermeni Soykırımı’ Türkçe olarak basıldı. 2011’de Ermenice, 2012’de Rusça olarak yayımlanan eseri, Dr. Hakob Çakryan Ermeniceden çevirirken, Aram Karapetyan da yayım sorumluluğunu üstlendi. Eser, farklı milletlere mensup ve insanlık tarihinde iz bırakmış 88 düşünür, büyükelçi, devlet adamı, gazeteci, seyyah ve yazarın gözünden mezalimin farklı boyutlarını sergiliyor.
KARİN KARAKAŞLI
Yıllarca resmi tarih anlatımının tabularına terk edilen Ermeni Soykırımı'na ilişkin alternatif kaynaklar son on beş yıldır çeviriler aracılığıyla Türkçede de okurlara buluşuyor. Yakın tarihin bu acı ve dehşet veren günlerine tanıklık eden yabancı yazar, sanatçı, bilim insanı ve siyasetçilerin tanıklıkları da bu literatürde yerini aldı. Yerevan’da Hayagitak Yayınevi tarafından basılan, Albert İsoyan’ın yayına hazırladığı ‘Kara Kitap- Ünlü Yabancıların Gözüyle Türk Mezalimi ve Ermeni Soykırımı’ Türkçe olarak basıldı. 2011’de Ermenice, 2012’de Rusça olarak yayımlanan eseri, Dr. Hakob Çakryan Ermeniceden çevirirken, Aram Karapetyan da yayım sorumluluğunu üstlendi. Eser, farklı milletlere mensup ve insanlık tarihinde iz bırakmış 88 düşünür, büyükelçi, devlet adamı, gazeteci, seyyah ve yazarın gözünden mezalimin farklı boyutlarını sergiliyor.
Eserin önemi, sonradan büyük bir suskunluk ve inkâr ile kuşatılan 1915’i, yaşanan dönemin tanıklarının kaleminden kayda geçmesi. Dolayısıyla soykırımın, sanılanın aksine o dönem Avrupa’nın pek çok parlamentosunda, uluslararası kamuoyunun sayısız platform ve yayın organında hararetle tartışılan bir gündem oluşturması. Görüş ve saptamalarına yer verilenler arasında her biri konuya dair en güvenilir kaynakları oluşturan ABD’li diplomat Henry Morgenthau,Alman din adamı Johannes Lepsius, Alman gazeteci-yazar Armin Wegner, Danimarkalı misyoner rahibe, doktor Maria Jakobsen, Rus diplomat, hukukçu, tarihçi Andrey Mandelstam gibi yakından bilinen isimler yer alıyor. Kapsamlı listenin diğer öne çıkan isimleri arasında ise Mark Twain, Anatole France, Ernest Hemingway, İlya Erenburg, Louis Aragon gibi yazarlar ile Lev Troçki, Winston Churchill, İosif Stalin, Papa Benedikt XV gibi devlet ve din adamlarını da saymak mümkün.
İttihat ve Terakki yönetiminin Anadolu’nun dört bir yerindeki Ermeni halkına yönelik sistematik imhasına ilişkin
Albert İsoyan |
dehşet kayıtları kimi zaman katlanılmaz ayrıntılar içerse de söz konusu tanıklıklar Avrupa’ya siyasi sorumluluğunu anımsatan boyutuyla da ibretlik. Kitabı yayına hazırlayan Albert İsoyan, soykırımın inkâr süreci ile perçinlenen yıkıcı gücüne de dikkat çekmiş: “Kitabın asıl yazarı olan ünlü yabancılar, soykırımın sadece kanlı katliamlar, zoraki din değiştirmeler, ırza tecavüz, yağmalar, ev bark, mal mülk gaspı, tutuklama, işkence, tehcir, açlık, salgın hastalıklar ve moral çöküntüleriyle sınırlı kalmadığını belirtirken, hafıza kayıpları, yer isimlerinin ivedilikle değiştirilmesi, kilise, manastır gibi kutsal mekânların ahlâksızca kirletilmesi eylemleriyle sürdürülmüş olduğuna işaret etmektedirler.”
Yaşatılan zulme ilişkin gerçeklerin sürekli gizlendiğini ve tahrif edildiğini vurgulayan İsoyan, Türkçe baskının özel önemini ise şu sözlerle ifade ediyor: “ ‘Kara Kitap’ın yazarları, adeta uluslararası bir parlamento oluşturarak, Ermeni Soykırımı’nı oybirliğiyle tanımakta, ayrıca bu soykırımı dünya nezdinde kınamaktadırlar. Kitabın Türkçe baskısı, Türk okurlara hitap etmektedir. Burada amaç Ermeni ‘yalanlarının’ hiç de yalan olmadığını göstermek, sözde yalana dair bu aşınmış, çağdışı görüşlerin tutarsızlığını yabancıların gözlemleriyle çürütmektir.”
‘Kara Kitap’tan yaptığımız bir seçkiyi sunuyoruz.
Anatole Leroy-Bolier(Fransız yazar, tarihçi):
Katliamın başlıca sorumlusu Avrupa’da var olan egoizmdir
“Çektiği eziyetlerden dolayı halkınıza yakınlığımı, vermekte olduğunuz kahramanca mücadeleye ve ezilen milletinize olan fedakârca tutumunuza hayranlığımı belirtmeyi bir borç addederim.
Gururluyum, zira Paris’teki mitingde milletinizin şahadetini Avrupa’ya ilk olarak anlatmış, Berlin Konferansı’nda resmen vermiş olduğu taahhüdü unutarak, sizi kayıtsızlık uçurumuna iten Avrupa diplomasisini ilk ben protesto etmiştim. Siyasal Bilimler Yüksek Kolejinde hiç hak etmediğiniz ancak maruz bırakıldığınız felaketleri ve çiğnenen haklarınızı öğrencilerime anlatmayı kendime vazife edinmiş bulunmaktayım.
Malumunuz olsa gerek, Fransa’daki tüm partiler, ayaklar altına alınan adaletin nihayet yerini bulması konusunda görüş birliği içinde olmayı benimsemektedirler. Eğer sizi sömürenler hâlâ cezalandırılmamış, soydaşlarınızın maruz kaldığı katliam ve şiddet son bulacağına, hâlâ Küçük Asya’da kol geziyorsa, bilesiniz ki, bunun başlıca sorumlusu, her şeyden önce, Avrupa’da var olan rekabet, kıskançlık ve daha da kötüsü egoizmdir. Bundan dolayı da, halkınızı topyekün yok etmekten başka herhangi bir maksat gütmeyen, koordineli barbar yönetime karşı protestoları sürdürmek, hepimizin görevi olmalıdır. Hıristiyanlığı Asya’da ilk kabul eden yegane millet olan, tarih boyunca önemli roller üstlenen, her türlü deneyimlere metanetle göğüs geren, saygıdeğer ve sempati kazanan halkınızın içinde bulunduğu durumu medeni dünyaya tekrar hatırlatırken, doğru davrandığımızın bilincindeyim.
Hürriyet ve medeniyet uğruna sürdürülen Ermeni davasına olan duygusallığınızı bütün gücünüzle koruyunuz. Eğer sizler yaşamaya layık olduğunuzu göstermeye devam ederseniz, ben de halkınızın eziyetlerle yoğrulmasına rağmen, yeniden hayat bulacağına ve Eski Doğu’da Hıristiyanların omuzlarına yüklenen kendini yenileme görevini tekrar yerine getireceğinize olan inancımı dünyaya haykıracağım.”
Anatole France (Fransız yazar):
Ermeni davası artık Avrupa başkentlerinin tümünde gündemi oluşturmuş bulunmaktadır
Bayanlar, Baylar,
Eğer ben bugün sizlere hitap etmek ve bu salonda, Roma’daki hatiplere katılmak için kulübünüze davet edilme şerefine layık görüldüysem Paris’te kurulan, büyük bir davaya mütevazı katkılarda bulunan ‘Pro Armenia’ gibi küçük bir gazetenin editörü olmam sayesindedir.
Siz Avrupa’da barışın tesisine katkı sağlamak için burada bulunuyorsunuz. Burada toplanmış olan sizlerin sayısı asla küçümsenmemelidir, zira sizler hiç de hafife alınmayacak beyin gücüne sahipsiniz. Biz burada sadece parçalanmış Makedonya’nın veya feda edilmiş olan Ermenistan’ın sorunlarına eğilecek değil, aynı zamanda medeni Avrupa’nın ahlaki değerler konusunda birleşmesine ve düşünce birliği alanında dayanışmayı sağlamasına da önayak olacağız. Ermeni davası artık Avrupa başkentlerinin tümünde gündemi oluşturmuş bulunmaktadır. Bu konu Paris’in gündemine kışın alınmıştı. Siyasi arenanın birbirlerine karşı amansız bir mücadele veren, ezeli iki rakip parti arasında paylaşıldığı ülkemde, Ermeni davasına arka çıkmak konusunda her iki parti de görüş birliğine varmıştır… Sizin talebiniz en az bizimki kadar belirgindir, hepimiz Berlin Antlaşmasının yürürlüğe konulmasını arzu etmekteyiz…
Kamuoyu etkin bir güçtür. Günümüz Avrupa’sının en azından bir bölümünde, güçlerin en etkilisi konumundadır. İtalyan kamuoyunun diğer medeni halkların görüşünü destekleyerek, uluslar arası hak ve hukukun oluşumuna katkıda bulunacağından kimsenin kuşkusu olmasın.”
Pierre Quillard (Fransız şair, gazeteci-yazar):
Bilgiler misyonerler, gezginler, hatta Türkler tarafından konsoloslara ulaştırıldı
Ermenilerin maruz bırakıldıkları en korkunç ve son uygulama, halkın topyekun, zoraki, kitlesel tehciridir. Kendi topraklarından koparılan Ermenileri, akla gelebilecek her türlü cürümü işlemek suretiyle, ücra çöllere sürdüler. Tehcir edilenlere taşıma aracı ve erzak temini asla öngörülmemişti. Aralarında münevver kişilerin ve asil kadınların da bulunduğu bu bedbahtlar yayan yol alıyor, yolda önceden uyarılan cani eşkıya çetelerinin işkencelerine maruz kalıyorlardı. Evleri, kelimenin tam anlamıyla yağmalanmış olan, fertleri birbirinden ayrılan aileler dağılmış, erkekler katledilmiş, kadınlar ve genç kızlar ise yolda ya kaçırılmış ya da hareme kapatılmıştı. Küçük çocuklar suda boğulmuş veya açlıktan ölmemeleri için anaları tarafından yabancılara satılmışlardır. Görgü tanıklarının güvenilirliği kuşkuya mahal vermeyen kanıtları ve sefarete sunulan rapordaki veriler, yapılan canavarlıkların vahşet bakımından, insanlık
Katliama ilişkin bilgi ve belgelerin itinayla korunması için, ben görgü tanıklarının bana sunulan raporlardaki bilgileri kanıtlayacak ifadelerini kelimesi kelimesine kayda almayı sağladım. Söz konusu raporlar, farklı tabakalara mensup mültecilerin, Hıristiyan misyonerlerin ve çok sayıda tanığın müşahedelerini içermektedir. Bunların bilançosu Ermeni kıyımının çeşitli evrelerini içeren özgün bir trajedi olup, aynı zamanda çirkef canileri insanlığın vicdanında mahkum eden yargı hükmüdür. Bu belgelerin önemli bir bölümü, Vikont Bryce tarafından temel kanıtlarla teyit edilerek, yayınlanmış bulunmaktadır.”tarihinde şimdiye kadar işlenen tüm cinayetleri, hatta tasavvur dahi edilemeyecek cehennem azabını gölgede bıraktığını göstermektedir. Türk hükümeti, başkentin liman şehirleriyle olan tüm irtibatını, yabancı devletler memleketin iç kesimlerinde olan cinayetlerden haberdar olmasın düşüncesiyle, tamamen kesmişti. Ancak, gerekli bilgiler yine de misyonerler, yabancı gezginler, hatta Türkler tarafından konsoloslara ulaştırıldı. Ayrıca, mahalli idarecilerin kendi mıntıkalarındaki tüm Ermenileri cinsiyet ve yaş farkı gözetmeksizin bulundukları yerlerden sürmelerine ilişkin talimat aldıkları gerçeği ortaya çıktı. Mahalli idareciler de bu talimatları istisnasız, büyük bir titizlikle yerine getirdiler. Eli silah tutabilecek Ermeni erkeklerin tümü, tamamen silahsızlandırılmış olarak askere alındı, geri kalan ihtiyarlar, kadın ve çocuklar ise en korkunç, en iğrenç vahşete maruz bırakıldılar.
Maria Jakobsen (Danimarkalı rahibe, doktor):
Satenik öğretmen İslam dinine geçmezse sevk olacaktı
“21 Temmuz, 1915.- Kharberd’de kalmayı sürdüren Ermeniler, kızlarını Türklere vermiş olanlardı. Diğer beş aileye gelince bunlar zanaatları, kunduracı, tenekeci, saatçi, gümüşçü, beşincisi ise ciltçi olmalarından dolayı, hükümetin emriyle yerlerinden edilmemişti. Sonunda onları da evlerinden attılar. Bu insanlar sabahtan akşama kadar, Kharbert girişi sevk olunmayı bekliyordu, ölüm yolculuğuna çıkmak için.
6 Ağustos, 1915.- Satenik öğretmenin annesi kızını görmek ve Müslüman olmaya, böylece ailesini kurtarmaya ikna etmek için, bugün bize geldi. Satenik öğretmen kaymakamlarda kalıyormuş, çocuğunun öğretmeni kaymakam kendisine arka çıkmış. Ancak sonunda kaymakam onu yanına çağırmış, derhal idari makamlara müracaat ederek, İslam dinine geçmesini, aksi takdirde kendisinin ailesiyle birlikte sevk olunacağını söylemiş. Dinini inkâr edemeyeceği için kızcağız çareyi kaçmakta bulmuş, dağ yollarını takip ederek gelip, bize sığınmıştı.
Şimdi annesi de gelmişti, yaşlı bir kadın, İslam’ı kabul edip, ailesini kurtarsın diye kızına yalvarıyordu. Satenik’in durumu hakikaten çok zordu, zira yaşlı annesine istediğini yapamam dese, ailesini kendi eliyle tehlikeye atacak, sefalete sürükleyecekti.
Yaşlı kadın hüsran içinde kızından ayrıldı. Onlar vedalaşırken çok hüzünlenmiştik. Fakat bir yandan da seviniyorduk, zira Satenik öğretmen kararlılık gösterip, din değiştirmeyi reddetmişti.”
Ernest Hemingway (ABD’li yazar):
İliklerine kadar ıslanmış yaşlılar, kadınlar yol kenarından yürürken hayvanları sürmekteydi
Bataklıklara hakim tepeden, yağmur perdesinin ardında Adrianapolis’in minareleri görünüyordu. Otuz mil uzunluğundaki Karaçağ yolu kağnılarla tıkanmıştı. Öküzler ve mandalar balçığa batmış olan kağnıları güçlükle çekmekteydi. Kervanın ucu bucağı gözükmüyordu. Görülen her türlü kap kacak, çanak gibi ev eşyası yüklü kağnılardı. İliklerine kadar ıslanmış yaşlılar, kadınlar yol kenarından yürürken hayvanları sürmekteydi. Maritsa Nehri çamur rengine bürünmüş, nerdeyse köprü seviyesine yükselen sularını, akıntıya salmıştı. Kağnılar köprünün üstünü de tamamen doldurmuştu. Develer salınarak, aralarından güçlükle geçmekteydi. Yunan süvarileri mültecilerin akışının düzenlemekteydi. Kağnılardaki bohçaların, yatak yorganın, ayna ve dikiş makinelerinin arasına çocuklu kadınlar türemişti. Bunlardan birinin doğum sancılar tuttu. Yanında oturan kız üzerine yorganları örtüp, ağlamaya başladı. O korkuyordu. Yağmur ise sürekli yağıyor.
En kötü durumda olanlar, çocuklarını yitirmiş kadınlardı. Evlatlarından bir türlü ayrılamamaktaydılar. Bu kadınlardan bazıları altı gün boyunca ölen evlatlarının cesedini yanında taşıyordu. Kimseye vermiyorlardı. Sonunda mecburen ellerinden aldılar… Türkler güverteye çıkmamızı yasakladı ve ölüleri toplamaya başladı. O sabah korkmuştum. Türkler yeterince havan topuna sahipti. Dalgakıran olduğunca yaklaşarak, demir atıp, İzmir’in Türk mahallesini ateş altına almayı kararlaştırmıştık. Onlar bizi belki denize dökerdi, ama biz de şehri cehennemin dibine gönderirdik.
…Rıhtımı hatırlamanız gerek, suyun üzerinde ne dersen var. Öylesine etkilenmiştim ki, kabus görür gibiydim. Dikkatimi doğum yapmakta olan kadınlardan çok, ölü hamile kadınlar üzerinde yoğunlaşmıştı… üstlerine herhangi bir şey örtüp gömüyorlardı. Doğum yapanlar ise gemi ambarlarının en kuytu köşelerine çekilip, burada çocuk dünyaya getirmekteydi.
Louis Aragon (Fransız yazar):
Bu tarihi cürüm asla ne yargılandı, ne de kınandı
“Dönemin Türk hükümetince özenle hazırlanan program çerçevesinde, yaş ve cinsiyet ayrımı yapılmaksızın, bir buçuk milyonu aşkın Ermeni’nin hunharca, sürekli olarak katline sebebiyet veren o korkunç olayları birkaç kelimeye sığdırmak mümkün değildir. Bu nedenle ilk soykırım suçunun kendi ülkesine yaşamakta olan bir halka karşı 20.asrın başlarında, 1914-1918 yıllarını kapsayan savaş esnasında işlendiğini belirtmekle yetinelim. Ve bu cürüm asla ne yargılandı ne de kınandı. Bundan dolayıdır ki, barışın değerini başkalarından çok daha iyi bilen Ermeniler, sadece alelade bir anıyı değil, topyekun bir halkın varlığına kasteden o yılın tarihi gerçeğini unutamıyor.
Ermeniler oluk gibi akan kanı, olmadık eziyetleri, çöllere sevkiyatı, ölüm yolculuğunu, maruz kaldıkları açlığı, susuzluğu, salgın hastalıkları ve her türlü işkenceleri unutamazlar. Bir buçuk milyon kurbanı unutmak ise olanaksız.
Bununla beraber bir milyon Ermeni’nin çeşitli ülkelere dağılmış olduğunu da ifade edelim. Bunlar arasında korkunç katliamlardan Batıya kaçan on binlerce mültecinin çocukları da mevcut. Avrupa’da, özellikle de Fransa’da Anatole France, Marcel Cachin, İve Farge gibi daha birçok ünlü isim, bu bedbahtların kurtuluşu için 1915’ten beri dünyaya seslenmektedir. Bu yüce insanların cesareti her türlü övgüye layıktır. Nazi işgalinin o karanlık döneminde Fransa’ya sığınmış olan Ermenilerin, Fransız halkıyla kader birliği yaptıklarını ayıca belirtmeye gerek yok.
1943 yılında, İkinci Dünya Savaşı tüm hızıyla sürerken, Türk hükümeti milliyetçi cepheyle işbirliğine girerek, Ermenilere karşı 1915’te başlattığı imha planını hedef noktasına ulaştırmaya hazırlanıyordu, ancak Sovyet haklarının Stalingrad Meydan Muharebesi’ndeki zaferi, Türkiye’nin askeri harekâtına engel olup, Türkiye ve Ermenistan’da yaşayan binlerce Ermeni’yi ölümden kurtardı.”
İlya Ehrenburg (Rus gazeteci-yazar):
Sağ kurtulanlar darmadağın vaziyette, ama Ararat her yerde
Eskiye ait bir hikâye hatırladım, anlatmaya kendimi mecbur hissediyorum. 1926’da Trabzon’a gitmiştim. Sovyet Konsolosluğu çalışanı bana, Ermenilere ait eski bir manastırın berbat edilmiş kabartma figürlerini gösteriyor ve bundan on yıl kadar önce, Dahiliye Nazırı Talat Paşa’nın emriyle Türklerin, Ermenileri topyekun nasıl katlettiklerini anlatıyordu. Sivas’a göndereceğiz bahanesiyle, bedbahtları gemilere dolduruyor, bu gemilerse Ermenileri denize döküp, bomboş geri dönüyordu.
İçinde bulunduğumuz yüzyıl, her yerde milliyetçi hislerin alevlenmesine şahit olmaktadır. Ancak, öldürülenlerin anısı da, öldürenlerin anısından ayırt edilmeli. Ben Ermenilerin hislerini anlıyorum. Batı Ermenistan yok oldu, muhteşem mimari eserler de öyle, Ortaçağ’ın büyük üstatlarının, asrımızın balarındaki genç yazarların mirası ile birlikte… Sağ kurtulanlar ise darmadağın vaziyette. Her üç Ermeni’den biri Yerevan’dan uzak, belki Lion’da, belki de Beyrut veya Detroit’te. Ama Yerevan üzerinde yükselen Ararat her yerde, tablolarda, sigara paketlerinde, konyak şişelerinin üzerindeki etiketlerde ve davetiyelerde.