‘İslamiyet açısından Ermenilere yapılan şey bir soykırımdır’

Mücahit Bilici, Kürt siyaseti ve AK Parti iktidarından, 1915 Ermeni Soykırımı’na uzanan sorularımızı yanıtladı. Bilici’ye göre AK Parti ve Gülen Cemaati arasında yaşanan ayrışma kaçınılmaz ve önümüzdeki süreçte Kürt siyaseti Kürtlerin dindarlık hakikatiyle de yüzleşmek durumunda kalacak.

FERDA BALANCAR

Son dönemde Taraf gazetesinde yazdığı köşe yazılarıyla adından söz ettiren Mücait Bilici, halen City University of New York (New York Şehir Üniversitesi), John Jay College'da sosyoloji bölümünde öğretim üyesi olarak dersler veriyor. ABD'de, İslam ve Türkiye siyaseti üzerine yayımlanmış İngilizce makaleleri bulunan Bilici’nin İslam'ın Amerika'yı vatan edinme sürecini inceleyen ‘Finding Mecca in America’ (Amerika’da Mekke’yi Bulmak) adlı bir kitabı da var. Bilici’nin Türkçede ise ‘Kırk Aynadaki Güneş [Gökçekimi]’ ve ‘Yeni Başlayanlar İçin Amerikan Rüyası’ başlıklı iki deneme kitabı mevcut.

Mücahit Bilici, Kürt siyaseti ve AK Parti iktidarından, 1915 Ermeni Soykırımı’na uzanan sorularımızı yanıtladı. Bilici’ye göre AK Parti ve Gülen Cemaati arasında yaşanan ayrışma kaçınılmaz ve önümüzdeki süreçte Kürt siyaseti Kürtlerin dindarlık hakikatiyle de yüzleşmek durumunda kalacak.

  • Geçen hafta sonu gerçekleşen HDP’nin Olağanüstü Kongresi’nde Kürt siyasetinin Batıda ve Doğuda iki parti olarak seçimlere girmesi kararlaştırıldı. Batıda seçimlere girecek HDP’nin yapısıyla ilgili olarak başta Diyarbakır Milletvekili Altan Tan olmak üzere dindar Kürtlerden ciddi eleştiriler geliyor. Bu konu hakkında ne düşünüyorsunuz?

Kürtler, bir kez daha Cumhuriyeti kurtarmak üzere göreve koşuyorlar. Sadece BDP üzerinden Kürtlerin Türkiyelilikte kalması hedeflenmiyor, aynı zamanda HDP gibi bir oluşumla dindarlara gelmeyecek irili ufaklı solculukları, laik Kürtlük veya Kürtlüğün laik sahiplenilişi üzerinden devlete bağlı hale getirme işlemi gerçekleşiyor olabilir. Dindar, merkeze tehdit olmaktan çıkıp işbirliği yapmışken, laikliği de CHP’den ve müzminlikten kurtarmak için el atılıyor galiba. Allah hayırlı etsin diyelim. Bu da hassas bir sürece benziyor.

  • Osmanlı Millet Sistemi’nin temel kavramlarından biri olan ‘milleti hakime’ kavramı da son günlerde sık gündeme geliyor. Kürtlerin hak taleplerine karşı Türklerdeki tepki ve mesafenin milleti hakime zihniyetinden kaynaklandığını iddia eden yazılar okuyoruz. Sizce de Kürtlerin hak taleplerine yönelik Türk toplumunda ya da devleti yönetenlerdeki bu olumsuz tutum ‘milleti hakime refleksi’nden mi kaynaklanıyor?

Millet-i hakime fikri kısmen hükmünü icra etse de, asıl Türkleri ‘misyon’ gereği tâbi olunması gereken bir millet kategorisine sokan, bence ondan biraz daha farklı olan ‘İslama bayraktarlık yapmış millet’ statüsüdür. Yani basit bir ‘hakime’ ve ‘mahkume’ millet hiyerarşisi olsa, orada Kürtler, Müslüman oldukları için millet-i hakimenin içinde kalırdı. Tabii, kısmen sekülerleşme, Kürtleri hükmün nominal ortağı olmaktan hükmün derbeder mahkumu haline getirdi de denebilir. Benim kanaatim, millet-i hakimeden daha ziyade etkisini gösteren ve Türklere onların diğer Müslümanlardan ve elbette gayrimüslimlerden üstün olduğu fikrini utanmadan taşıma imkânı veren şey, Osmanlıcı ‘ecdatçılık’ anlayışıdır. Ki bu anlayış Türklere tarihi bir dini misyon yüklüyor. Dine hizmet edene kim itiraz edebilir ki? Dine hizmet ederken arada milletin de üstünlük koltuğuna oturması Türklerin gözüne batmıyor ve hoşuna gidiyor. Kürtler ses çıkartacak olsa onlara misyon hatırlatılıyor. Böyle ilginç bir dinamik var.

  • AK Parti son tahlilde İslami referanslara önem veren, en azından kamuoyunda böyle tanınan ya da tanınmaya özen gösteren bir siyasi parti. AK Parti, Türk milliyetçiliğiyle arasına ne ölçüde  mesafe koyabildi?

AK Parti milliyetçi bir parti değildir. Ancak mukaddesatçılığa doğru meyillidir. Çünkü muhatap eskiden laik tahakküm olduğu için vurgu özgürleşme ve dolayısıyla liberalleşmede idi. Şimdi muhatap, desteğinin devamının temin edilmesi gereken dindar kitlenin kendisidir. O yüzden onlara mukaddesatçılık sunmak zaruret haline geliyor. Politik fırsatçılık dolayısıyla AK Parti’nin milliyetçi çıkışlar yapmasına rağmen özünde milliyetçilikten uzak olduğunu ama dini bir milliyetçilik olan mukaddesatçılığa yatkın olduğunu söyleyebilirim.

  • Gezi olayları sırasında ve sonrasında, dindar Müslüman kesimde AK Parti’ye yönelik olarak korumacı bir refleks sergilendiğini gördük. Daha önce AK Parti’ye karşı mesafeli ya da eleştirel tutum alan dindar kesimlerin önemli bir kısmı Gezi sürecinde bu tutumlarından vazgeçtiler. Sizce bu tavır değişikliğinin ne tür nedenleri var?

Gezi olayları çok karmaşık bir hadise. Ben her zaman insanların protesto hakkını savundum. İçeriğe ilişkin bir yargıda bulunmadım hiç. Suç işleyen suç işlemiştir ve gereğini polis yapmalıdır ama demokraside vatandaşın protesto hakkı kutsaldır. Bu, işin forma ilişkin kısmı. Diğer taraftan Gezi olaylarının açtığı meşru itiraz ve duruşa, boyundan büyük bir söylemle yük bindirildiği için Gezi bir anlamda o sikletin altında kaldı. Küçücük bir gediğe bu kadar büyük bir misyon, içerik ve agresiflik (yani diktatörlük, hükümet düşürme söylemleri) yüklerseniz neticede o gedikten bir şey geçiremezsiniz. Hükümet de varoluşsal bir endişeyle bütün gazlı ve gazsız kurumlarını seferber edip karşılık verdi. Dindarlar ise henüz bir asır sonra ilk kez ağız tadıyla iktidar olmanın sevinç balayındayken böyle bir kazayla karşılaşmak istemediler. Çok kızdılar. Hükümetin  topyekün savaş kararı alması sanıyorum bundan. Gülen Cemaati’nin desteği olmadığı için diğer aşağı yukarı tüm cemaatler hükümetin sahiplenilme paniğine başarılı bir şekilde monte edildiler. Gezi yamalı bohça olduğu için sahiplenilmesi dindarlar için zor olacaktı ama dindar tabana görünen hali vandalizm seviyesinde kaldı. Türkiye’nin meşru ve medeni muhalefete, eleştirel şuura ihtiyacı var. Gezi’de, birikmiş negatif enerji müspet bir değişim doğrultusunda yönetilemedi. Türkiye’de muhafazakâr dindarlık sokak üzerinden siyaseti sevmiyor. Müspet hareket, yani kötüyü kırmaktan çok iyiyi kuran bir yaklaşım, tedriciliği seven bu toplumda daha çok karşılık buluyor. Menfi hareket (demokratik açıdan meşru olsa bile) karşılık bulamayabiliyor.

  • Gezi sürecinde AK Parti’ye karşı mesafeli tutum takınan dindar kesimlerin başında Gülen cemaati geliyordu. Cemaatin yayın organlarında hükümetin ve Başbakan Erdoğan’ın tutumunu eleştiren haber ve yorumlar gözlemledik. Gezi’den önce ve sonra Gülen Cemaati ile AK Parti arasında bir gerilim olduğunu gözlemliyoruz. Neden böyle bir gerilim var?

AK Parti ve Gülen Cemaati arasındaki makas farkı açılırken bunun bir kısmı Gezi’ye tesadüf etti ve orada ayrışma için somut bir dil görünür hale geldi. Aradaki ayrışma, MİT gibi kurumlar üzerindeki kavga olarak yaşansa da temelde iki vizyonun çatışması diye görüyorum. Sivilleşmiş siyasal İslam ile siyasallaşmış sivil İslamın Türkiye’de devrim yapan sinerjisi bozuldu. Bu iki gücün de birbirlerini dengelemeye, işbirliği yapmaya ve toplumun bütünüyle çalışma kıvamına gelmeye ihtiyacı var. Bu kavga aslında Türkiye’de demokrasinin (laiklik duvarı yıkıldıktan sonraki) ikinci aşamasının başlangıcıdır. Artık İslam içi siyaset olacak. Yani mukaddesatçı İslamcılığa karşı, liberal Müslümanlık çıkacak. Bunun siyasi somutlaşmasını henüz görmedik ama olacak diye düşünüyorum.

  • AK Parti-Gülen Cemaati arasındaki gerilim ve mücadelenin ne tür sonuçları olabilir?

Birbirlerine ve ülkeye zarar vermeden ayrışma ve rekabet etme ustalığını gösterirlerse aslında herkes kazanacak. Bu demokrasinin dindarlar arası münasebete nüfuz etmesi anlamına gelecek. Yani bu tarz bir ayrışma kaçınılmazdı. Kemalist duvar yıkıldıktan sonra dindarlar arası ayrımların siyasileşmesi ve partilerin çoklaşması gerekecekti. AK Parti iktidarı ve Kemalizmin devrilmesi ile birlikte ‘tarihin sonu’na varmış değildik. Diyalektiği mümkün kılacak bir ayrışma, bir mücadele mutlaka olacaktı. Cumhuriyetin dindarlarca fethi gerçekleşti. Demokrasinin dindarları feth ise daha tamamlanmadı.

  • Bu bağlamda Türkiye’nin en eski meselelerinden 1915’te Ermenilerin yaşadıkları hakkında ne düşünüyorsunuz? 1915 ve sonrasında Ermenilerin başlarına gelenler konusunda Türklerin ve Kürtlerin sorumlulukları nelerdir?

Tarihçi değilim ama sözlü tarihten ve tartışmalardan anlayabildiğim kadarıyla ulaştığım şahsi kanaatim, ortada bir soykırımın olduğudur. Uluslararası kanunların ve kurumların bunu nasıl tanımladığından bağımsız olarak, benim anladığım haliyle İslamiyet açısından Ermeni vatandaşlara yapılan şey bir soykırımdır. İslamda yeri yoktur. Yapan babam da olsa zulüm zulümdür. İslamda yeri olmayan zulmün, soykırımın Müslümanlar arasında ise hayli hayli yeri vardır. Değil gayrimüslime, Müslüman Müslüman’a da soykırım uygulayabilir. Hele hele Türklerin böyle bir şey yapamayacağını söylemek, Allah’ın kainata koyduğu kanunlara, insanın imtihan edildiği gerçeğine aykırıdır. Her insan zulmedebilir. Müslüman milleti gibi seküler bir kategoriyi meydana getirmek için yine seküler bir ideoloji olan Müslüman milliyetçiliğinin işlediği bir cinayettir. Ulus inşa müteahhitlerinin yaptığı bir katliamdır, İslamın adaletine aykırıdır. Zulme karar veren devlete itaat ettilerse, Müslüman Türk ve Kürtlerin hatasıdır. Devletin Ermeni vatandaşlarından özür dilemesi ve tüm Ermenilere vatandaşlık hakkı verip, mülklerini iade için samimi çaba göstermesi gerekir. İslamda misilleme yoktur. Zulme zulümle karşılık verilmediği gibi “birisinin hatasıyla başkası mes’ul olmaz” diyen Kur’an ilkeleri vardır. Dile, dine, renge göre millet inşa edildiği gibi, bunlara dayanılarak zulüm ve katliamlar da irtikap edilebilir. Müslüman da insandır. İslam der ki Müslüman hata yapabilir ve hata yaparsa istiğfar etmelidir. Milliyetçilik ise der ki biz hata yapmayız; dolayısıyla yaptığımız her şey doğrudur. Aradaki fark budur. Fakat Türkiye toplumu bu konuda rejimin beyin yıkamasına maruz kalmıştır. Bunun temizlenmesi ve İslamın vicdanlarda insaf duygusunu uyandırması biraz zaman alabilir. Fakat dindarlar milliyetçiliğe rağmen er geç hakikate teslim olacaklar diye düşünüyorum.

  • Dindar Kürtleri, yakın gelecekte bir siyasi aktör olarak Türkiye siyasetinde görebilecek miyiz? Eğer göreceksek bu kesimlerin Kürt milliyetçiliği ile nasıl bir ilişkisi olacaktır?

Esasen Kemalist Türkiye’nin uğursuz gölgesi Kürdistan’ın üzerindeydi. Türkiye’deki dönüşümün paralel bir versiyonu da Kürtler arasında yaşanıyor yahut yaşanacak. Şu anda hâlâ PKK kredisinin hükümet ve örgüt tarafından (demokratik ama aynı zamanda da kurumsal menfaatler çerçevesinde) nakte çevrilme sürecini yaşıyoruz. Bunun resmi adı; barış süreci. Kürt siyaseti Kürtlerin dindarlık hakikatiyle ve dindar Kürtlerin Kürtlük siyasetine katılımıyla yüzleşmek zorunda. Tekeller iki tarafta da kırılacak ve birliktelik olacaksa daha sağlıklı bir birliktelik böylesi ayrışmalar yaşanırsa olacak.