Udi Yervant: Bu vuslat hepimizin

Udi Yervant’ın adı, düne kadar kederi, acıyı çağrıştırıyordu. Ama 1976’da ayrılmak zorunda kaldığı memleketi Diyarbakır’a geri döndüğünden beri, o, yarına dair umudu ve heyecanı simgeliyor. Diyarbakır’ına kavuştuğu için kuş gibi hafif şimdi, yine de omuzlarındaki yük hafif sayılmaz. Sanatıyla ekmeğini taştan çıkaracağına şüphe yok da, bu ülkede birlikte yaşamaya dair umudu yeşertme çabasının en çok göz önündeki rol modellerinden biri artık o. Yolu, tertemiz yüreği kadar açık olsun.

Yervant, Diyarbakır Belediye Başkanı Osman Baydemir, Sur Belediye Başkanı Abdullah Demirbaş ve Diyarbakırlı dostlarıyla.

ROBER KOPTAŞ
rober.koptas@agos.com.tr

Has Diyarbakırlı. Onu tanımlamak için başka söze gerek yok. Memleketinin toprağı, havası, suyu şekillendirmiş her şeyini. Puşici Keke Yako’nun oğlu. Doğuştan müzisyen. “Dört yaşında darbukaya, 10 yaşında bağlamaya, 11 yaşında cümbüşe başladım” diyor. Birkaç yıl önce Amerika’daki bir konserinde, “Kültür insana kanla bulaşmaz, toprakla bulaşır” demişti.Kerameti hep kanda arayanların, tarihi ve geleceği kanla yazmak isteyenlerin bunca çok olduğu bir memlekete geri dönme cüreti gösterişi, başlı başına bir meydan okuyuş değil mi? O zaman, onun vuslatı, başka bir Türkiye hayal eden herkesin, hepimizin umududur aynı zamanda.

Kayıp 27 numara

Onu ve ailesini, Mıgırdiç Margosyan’ın o her biri cevher tanesi değerindeki kitaplarından bildiğim, tortusunun tortusu kalmış halini ise birkaç kereler kendi gözlerimle gördüğüm Hançepek’in, Gâvur Mahallesi’nin içine yerleştirebiliyorum hayalimde. Hasırlı Mahallesi, Karadeniz Sokağı 27 Numara. Keke Yako, Yakup, ya da Hagop Bostancı, başında kasketi, dudağının kenarında cigarası, sabah serinliğinde evin kapısından çıkıp işine gidiyor. İçeride çocuklar ve karısı Hatun Baco var. Hani, Diyarbakırlı yazar Şeyhmus Diken’in anası art arda beş çocuğunu bir yaşına varmadan kaybedince, “Hele dur, bir çocuğun daha olursa, söz ver, ona ilk kıyafetlerini ben giydireceğim” diyen ve  Şeyhmus doğunca da ona ilk zıbınını kendi elleriyle giydiren Hatun Baco.

Şeyhmus Diken, 1976’da Diyarbakır’dan kopan arkadaşı 2013’te kesin dönüş yaptığında, havaalanında ona dikenli bir gül hediye etmiş ve “Bir zamanlar bu coğrafyadan gittiğinizde gülün gövdesindeki dikenler hepimizin ruhunu, yüreğini bedenini yaraladı. Umarım bu defa o gülün dikenlerini hep beraber bedeninden ayıklarız ve ruhumuz ikinci defa acımaz” demişti. Udi Yervant, Diyarbakırlıların, Kürtlerin bu cümlelerde ifadesini bulan dostluk çağrısının samimiyetine inanarak geri döndü memleketine.

Neredeyse 50 yıl sonra tesadüfen tanıştığı ve annelerinin yoldaşlığını ve bu zıbın hikâyesini çok sonraları birlikte keşfedeceği Şeyhmus Diken’le derin bir dostluğu var bugün. 2004’te, tam 28 yıl sonra ilk kez Diyarbakır’a ayak bastığında onu karşılayanlardan biri de, ilk kıyafeti Hatun Baco’nun diktiği zıbın olan aynı Şeyhmus Diken’di: “2004’ün Haziran’ında Hasırlı mahallesi Karadeniz sokağı 27 nolu evine doğru yol alırken ‘Şéxmus abé, üregım pır pır édi’ diyordu. Bazalt taşlı dar küçelerde yürürken; ‘Aşkı da, kavgayı da bu mahallede, bu şehirde öğrendim’ diyordu Yervant. İlkokulu tam da Mardinkapı’nın Keçi Burcuna karşı Alpaslan İlkokulu’nda okumuş.’Sesim güzeldi.Her fırsatta okurdum, şarkı, türkü baş tacımdı. İlkokul ikideyken bir gün mahallenin büyükleri beni yakalayıp sesim güzel diye ezan okuttular. Sonra da diğer çocuklara bastılar küfürün katmerlisini, hem de beni göstererek; ula halızdan utanın. Baxın gâvur söli, sız bılmisiz!’“

İşte o ilk ziyarette, Leylek bahçesi, Merheli köşesindeki evinin yerini buldular beraber.Ama makus kader oyununu yine oynadı. 25’ten 29’a atlıyordu kapı numaraları. Keke Yako’nun başında kasketi, ağzında cigarasıya kapısından çıktığı 27 numaranın yerinde ise koca bir arsa vardı.Evin tek bir taşı bile yoktu. Şeyhmus Diken diyor ki, “Sonra mahalleliler toplandı başımıza, tanıyanlar çıktı Yervant’ı.” ‘Üreği pır pır” Yervant, o kırgınlıkla, önce çocukluk arkadaşı Nizam’a; “Helal olsun cirano, ma ben evimi sahan béle bıraxmiştım?” diye sitem etti, ardından da mahallelinin anlayacağı dilde bir türkü tutturdu: “Ay lé dilé min, dilé min. / Baran é şil kir cilé min. / Felek é xira kir mala min” (Ay gönlüm, gönlüm / Yağmur ıslattı giysilerimi / Felek de yıktı evimi.)

İki ayrılık birden

Peki, bu geri dönüşün bir de ayrılışı var değil mi? Neler yaşamıştı da, ruhunu toprağında kardığı Diyarbakır’dan ayrılmış, ya da ayrılmak zorunda kalmıştı Yervant Bostancı?

Bu yazının nihayetinde bir gazete yazısı olduğunu unutmayalık ve 1915’e, Diyarbakırlı Ermenilerin deyişiyle Kafle günlerine, kırıla döküle bir avuç kalan, akrabalarının büyük çoğunluğu katledilen Liceli Ermenilerin, Mele köyünden dedeleri Şemun’un, Temo Haçadur’un hikâyelerine kadar geri gitmeyelim. Ama bir mim koyalım ve Udi Yervant’ın da, bütün Anadolu Ermenilerin de gidiş hikâyesinin asıl başlangıç noktasının orada olduğunu unutmayalım. 

Dört yaşında Diyarbakır’da darbuka ile ritim tutmaya başladı Yervant. Örnek aldığı, darbukacı Kel Beşo’ydu.”Ben büyüyünce Kel Beşo olacağım” diyordu. Müzikte en büyük ustası babası Puşici Keke Yako oldu. Sonradan Amerika’ya göçen cümbüş üstadı Zaven Özatmacıyan, dökümcü Sıraç, Hüsnü İpekçi kalfaları oldular.Dedesi Temo Haçadur’un yanık sesiyle öğrettiği şarkıları ise hiç unutmuyor.

Düğünlerde çalıyor, genç yaşta ekmek parasını çıkarıyordu. Daha 18’indeyken, cümbüş çalmak için gittiği bir düğünde bir Kürt kızına âşık oldu.”İşten çıkarken uzaktan bakışırdık” diyor. Kızın çalıştığı konfeksiyon atölyesindekiler durumu fark edince “Gâvur oğlu gâvur!” deyip fena halde dövdüler Yervant’ı. Husumet büyüyünce, işi gücü, evi barkı bırakıp İstanbul’a taşınmaktan başka çare kalmadı.

Sene 1976’ydı. Zaten 1974’den sonra, Anadolu’nun diğer şehirlerinde olduğu gibi Diyarbakır’da hava bulanmaya, bozulmaya başlamış, geride kalan bir avuç Ermeni, Süryani, Keldani, Rum ve Yahudi için çanlar çalmaya başlamıştı. Diyarbakır’da papazların önünün çocuklar tarafından “Keşiş keşiş, götüne bir şiş!” diye kesilmeye başlandığı, mezarlıkların, kiliselerin taşlandığı, Sofu Galip adında sakallı bir adamın eline sopaları alıp sokak sokak dolaşmaya, “Ya Kıbrıs’ın yarısı ya Bedros’un karısı” diye bağırmaya başladığı zamanlardı.

İstanbul’da da ekmeğini uduyla, cümbüşüyle kazandı. Bezciyan Okulundan Yetişenler Derneği’nde Anadolu Ermeni halk müziğini taşıdı. Üsküdar Musiki Cemiyeti’nde, Beyazıt’ta Kubbealtı Musiki Cemiyeti’nde klasik Osmanlı müziği ve tasavvuf müziği eğitimi aldı. 1982’de, Tanyel Haçikoğlu, Narbey Haçyeresyan ve Ara Hamparyan’la birlikte amatör bir ruhla, ‘Sireli Udıs’ (Sevgili Udum) adında bir kaset yaptı. 1984’te Nişantaşı’nda dönemin popüler mekânlarından Faslı Şahane’nin orkestrasına katıldı, pek çok ünlü sanatçıya eşlik etti. 1992’de, bir tavernada çalışırken, Ermenice şarkı söylediği için emekli bir albay tarafından tehdit edilince şevki kırıldı ve ülkesini terk etmeye karar verip Amerika’ya göçtü. Türkiyeli Ermeniler için hayli tanıdık bir son. 

Udi Yervant udunu ömrü billah bırakmadı. Klasik deyişle, “sanatını icra etmeyi” Yeni Dünya’da da sürdürdü. Kıtada nerede Anadolu göçmeni varsa orada konserler verdi, albümler yaptı. Ama dedik ya, onun ruhu Diyarbakır toprağıyla karılmıştı. Rahat ettiği, hayatının maddi manevi güvence altında olduğu yaban elde yapamadı, çünkü içinde bir ekşilik, ruhunda bir diken vardı. Diyarbakır’ı özlüyordu.

Gülün dikeni

2004’de Diyarbakır Belediyesi’nin düzenlediği festivale davet edildi; yüreğinde kaygılarla memleketinin yolunu tutup büyük bir sevgiyle karşılanınca, Osman Baydemir’le ve Diyarbakırlı dostlarıyla yeniden tanışınca, yüreğindeki bulutlu hava güneşe döndü. Zaman değişmiş, Ermenilerini öz memleketlerinden kovan Diyarbakır, onları adeta mumla arar, geri dönmeleri için çağrı üstüne çağrı yapar hale gelmişti.

Şeyhmus Diken, 1976’da Diyarbakır’dan kopan arkadaşı 2013’te kesin dönüş yaptığında, havaalanında ona dikenli bir gül hediye etmiş ve “Bir zamanlar bu coğrafyadan gittiğinizde gülün gövdesindeki dikenler hepimizin ruhunu, yüreğini bedenini yaraladı. Umarım bu defa o gülün dikenlerini hep beraber bedeninden ayıklarız ve ruhumuz ikinci defa acımaz” demişti. Udi Yervant, Diyarbakırlıların, Kürtlerin bu cümlelerde ifadesini bulan dostluk çağrısının samimiyetine inanarak geri döndü memleketine.

Elinde gülü ve bavuluyla havaalanından Kayapınar’da kiraladığı evine geçtiğinde, kapıyı açar açmaz elektrik ve su faturalarıyla karşılaştı Udi Yervant. Dileyelim ki, memleketine döndüğü için ödeyeceği tek fatura, evinin elektrik ve su faturaları olur. Zira onun da, hepimizin de bugüne kadar ödediğimiz faturalar, borçlarımızın tümünü ödemeye çoktan yeter de artar.