OT’un narkotikle alakası yok!

Mesleğe efsanevi Gırgır dergisiyle başlayan karikatürist Metin Üstündağ, Öküz ve Hayvan’a da önayak oldu, kültürel hayata bu iki derginin kazandırılmasını sağladı. Hayvan’ın kapanmasının ardından uzunca bir ara veren ekip, OT dergisiyle yeniden bir araya geldi. Üstündağ, OT’u Vartan Estukyan’a anlattı

VARTAN ESTUKYAN
vartan@agos.com.tr

Mesleğe efsanevi Gırgır dergisiyle başlayan karikatürist Metin Üstündağ, Öküz ve Hayvan’a da önayak oldu, kültürel hayata bu iki derginin kazandırılmasını sağladı. Hayvan’ın kapanmasının ardından uzunca bir ara veren ekip, OT dergisiyle yeniden bir araya geldi. Yedinci sayısını çıkaran OT’ta bugüne dek Orhan Pamuk’tan Emrah Serbes’e, Hakan Günday’dan Burak Aksak’a, Sırrı Süreyya Önder’den Leyla Erbil’e kadar pek çok ismin yazısı yayımlandı. “İsimlerimizin marka değeri taşıması, içinde bulunduğum dergilerde hep en son plandaydı” diyen Üstündağ, hemen ardından “Ama ‘Met-Üst ne yapsa vardır bir iş, alalım bakalım’ diyen bir kitle de yok değil” diye ekliyor.

Söyleşi için beni gazeteci Ayça Örer karşılıyor. Ayça da, ‘maksat yeşillik olsun’ şiarıyla hareket eden OT’a emek veren isimlerden. Birlikte Met-Üst’ün odasına geçiyoruz. Odaya girdiğimde gözüme çarpan ilk şey raflardaki kitaplar oluyor; Üstündağ’ın elini sıkarken, gözlerim kitaplarda. Daha sonra kara tahtadaki “-Ali topu at./ -Kaya topu tut./ -Hrant top topla./ -Rojin formaları yıka./ -Temel yedek bekle” yazısını görüyorum. Daha fazla etrafıma bakıp dikkat çekmek istemediğimden, koltuğa oturuyorum. Çaylar geliyor. Odada ben, Ayça ve Met-Üst’ten başka bir kişi daha var. OT’un yeni sayıları için yazı getirmiş, Üstündağ’ı da ziyaret etmek istemiş. Kısa bir süre sonra ayrılıyor ve biz kalıyoruz odada. Metin Üstündağ’la tanışmak heyecan verici elbette. Yıllarca okuyup güldüğün eserlerin altına imzasını atmış biriyle yüz yüzesin, üstelik onunla röportaj yapıyorsun. Hoş, görüşmemizin ilk bir saati onun benimle yaptığı röportajla geçti ama olsun, o da benim için ayrı bir mutluluktu. Türkiyeli Ermenilere, Agos’a ve yaşantıma dair sorular sorduktan sonra “Seni daha fazla sıkmadan sözü sen al istersen” dedi ve röportajımız başladı.

‘Narkotik tarafıyla ilgilenmeyin’

“Neden OT?” diye soruyorum önce. Hemen uyarıyor beni: “Narkotik bir anlam yükleme!” İki isim arasında gidip geldiklerini, sonunda OT’ta karar kıldıklarını söylüyor: “Bugüne dek hep gereksiz olduğu düşünülen şeyler üzerinde durduk. ‘Öküz’ ve ‘Hayvan’ da hakaret barındıran kelimelerdi. Ot da her yerde biter ama çok değeri yoktur. Hep hayvan isimlerinden gittik, bir de bitki ismi koyalım dedik. Üç alternatif vardı. Çok gidip geldik ama ‘Ot’ kendiliğinden oluverdi. Narkotik tarafıyla ilgilenmeyin.”

Üstündağ, çıkardıkları dergilerin okuyucuda bağımlılık yarattığını, Öküz ve Hayvan’dan sonra dergicilikte bir boşluk oluştuğunu ve bu boşluğu OT’la kapatmak istediklerini söylüyor: “Bizim dergiler tiryakilik yapıyor. Çıkardığımız dergiler dergi formatında olmadığı için insanların hayatlarına değiyor. Dolayısıyla şahane oluyor. Mizah dergilerinde böyle bir gelenek var zaten. Önce okuru olursun, sonra zamanla çalışanı haline gelirsin. Öküz’de, Hayvan’da ve OT’ta yapmak istediğimiz de buydu – önce okuru olup sonra çalışanı olmak.”

Met-Üst sigarasını yakıp soluklanırken, sözü Ayça devralıyor. Ayça da 10 yıllık gazetecilik tecrübesiyle OT ekibinde. Öküz ve Hayvan dergilerinin kendisi için ayrı bir önemi olduğunu söylüyor ve dergiye nasıl dahil olduğunu anlatıyor: “Lisenin başında, yani gördüğüm her şeye anlam yükleyip politik bir ipucu çıkardığım zamanlarda, ilk okuduğum yayınlar Cumhuriyet ve Yeni Yüzyıl gazeteleri ile Öküz dergisiydi. Öküz o zaman bizim için çok kıymetli bir mecraydı, çünkü bilmediğimiz bir Türkiye panoramasıyla onun sayesinde tanıştık. Dergide okuduğum bir askerlik hikâyesini okulda arkadaşlarımla konuştuktan sonra evimizi basan polisler ilk olarak Öküz’e el koymuştu. Derginin o dönem büyük şehri taşraya taşıdığını düşünüyorum. ‘Belki bir gün İstanbul’a uğrar, ben de bir iş bırakırım’ dediğim geleneğe OT’la birlikte dahil oldum.”

‘Ece Ayhan’ın eksikliğini hissediyoruz’

Tekrar Metin Üstündağ’a dönüyorum. OT’ta, Öküz ve Hayvan’a nazaran işlerinin daha zor olduğunu söylüyor. Bunu eskiden gerek sanat, gerek siyaset camiasında daha renkli simaların bulunmasına bağlıyor: “Şu an çok kısır bir dönemden geçiyoruz. Öküz sürecinde hem siyasette, hem hayatta, hem de edebiyatta o kadar önemli isimler vardı ki – Can Yücel, Ece Ayhan vs... Şu anda onların eksikliğini yaşıyoruz. Çok neşesiz bir hayat var şimdi. Biz de buradan bir güzellik çıkarmaya, kendimiz üretmeye çalışıyoruz. İşimiz çok daha zor. Dergilerin neşe ve enerji vermesini istiyoruz. Yeşil bir platform olsun, dergiler üstü, gazeteler üstü olsun istiyoruz. Bizim doğrudan siyasetle bir işimiz yok.”

Üstündağ, döneme özgü dezavantajları, İstanbul dışındaki şehirlerden de gelen işlerle beslenerek avantaja dönüştürmeye çalıştıklarını söylüyor ve ekliyor: “İnsanlar bu dergiye ‘Ben ulaşamam’ diye değil, ‘Ben de gidip burada yer alabilirim’ diye bakıyor. Bizim amacımız da bu.”

‘Neşet Ertaş’ın mirasçısı yok’

Ayça, son bir yıl içinde hayatını kaybeden sanatçıların yerinin doldurulamaz olduğunu, dergide bu isimleri gelecek kuşaklara devretmeye çalıştıklarını söylüyor: “Bu ay Neşet Ertaş’ın sene-i devriyesi. Konuşurken ‘Eyvah’ deyip fark ettik ki bir yanda Neşet Ertaş, Müslüm Gürses, Ferdi Özbeğen; bir yanda Leyla Erbil, Peride Celal, Ahmet Erhan – hepsi bu bir yıl içinde hayatını kaybetti. Bir dönem kapanıyor. Benim kuşağım bu ortamdan kıyısından da olsa nasiplenebildi. Daha gençler bu isimlerle aynı havayı solumuyor. Bunun düşünsel ve yazınsal hayattaki karşılığı yokluk. Yeni kuşaklara önceki kuşakları hatırlatacak bir köprü kurmak hakikaten zor. Sürekli ‘Kim kimi daha iyi anlatabilir?’ diye düşünüyoruz. Portreler anlatmaktan ibaret bir iş değil bu; bir kültürel sürekliliği ağırlaştırmadan devretmek...”

‘Mühim olan Nihat Doğan’ın Özal’ı’

Çeşitli kitlelere hitap eden isimlerin yazılarına, görüşlerine yer veren dergi, okuyucu kitlesi tarafından zaman zaman eleştirilse de, Met-Üst’ün bu konudaki tavrı çok net: “Daha insanların isimlerine tahammül edemiyoruz, biz nasıl demokratız?” OT’un, diğer dergilerden daha açık bir perspektife sahip olduğunu vurguluyor: “Biz, çok farklı kitlelere hitap eden insanlara konuk yazar olarak sayfalarımızı açıyoruz. Bir dosya konusunda birkaç kişi hep belli bir görüş çerçevesinde yazsa, bu sürpriz olmaz, dolayısıyla çekiciliği kalmaz. Örneğin Nihat Doğan’ın Özal dosyasındaki görüşlerinden ben çok şey öğrendim. Bizim anlatacağımız Özal’ı zaten herkes biliyor, bence Nihat Doğan’ın Özal’ı daha sürpriz. Soldan Özal’a bakmak klişe kaldı. Görmediğimiz şeyler var. Bir paragrafı olan herkese açık bu dergi. Ama hakaret değil, bilgi içerecek bir paragraf olacak bu. İdeolojiden çok, neşeli şeylere ihtiyacımız var. Biz bu dergiyi yaparken çok eğleniyoruz. Bizim dergi toplantılarımız hiçbir dergininkine benzemiyor.”

‘Toplantılar yılbaşı gecesi gibi’

OT’un toplantı hikâyelerini de Ayça’nın ağzından dinleyelim:

“Farklı hayatlar yaşayan ve çok farklı hayat deneyimlerinden bugünlere gelen bir ekibiz. Toplantılar da o yüzden hem çok uzun, hem de çok keyifli oluyor. Arada birbirimizi düzeltip, ‘O öyle değil, bak sana anlatayım’ diye, saatlerce anlatıyoruz. Yılbaşı gecesi gibi bol bol meyve yiyoruz. Ayın ilk toplantısının konusu ‘son sayıyı yerin dibine sokma’. İmzaya bakmadan gördüğü tüm eksikleri sıralıyor herkes. Bunu da çok önemli buluyorum, çünkü imza hiyerarşisi Türkiye’de aşılamıyor. Bazı isimlerin yazıları eleştirilemez bir hal aldı ve kimse kimseyi eleştiremediği için, kimse eleştirinin sağlıklı bir işletim mekanizması olduğunu anlayamadığı için, ortaya çıkan işlerin sıkıcı olması normalleşti. O yüzden, bizim toplantılarımızda herkes birbirini eleştiriyor ve yeni şeyler öneriyor. Dergi çıkacağı zaman son dakika değişiklikleri de yaşanıyor ama esnek bir ekibiz, birbirimizi germiyoruz.”

‘Bıyıklı bir dergi değiliz’

Türkiye’deki birçok derginin ataerkil bir yapısı olduğunu hatırlatan Met-Üst, içinde yer aldığı tüm dergilerde, yazar-çizer kadrosunda kadınların daha fazla olmasına özen gösterdiğini söylüyor: “Dergilerin maço bir dili oluyor genelde. Ancak biz öyle olmamaya çalışıyoruz. Dergilerde kadınların sayısının daha çok olmasına özellikle gayret ediyorum. Bütün kadın çizerler Öküz’deydi mesela. Burada da çok bıyıklı, kıllı bir dergi değiliz. Sevmiyorum da öyle olmayı zaten. OT’ta henüz istediğimiz kadar oturtamadık bu sistemi, ancak zamanla sayıyı dengeleyeceğimizi düşünüyorum.”

Sohbetimiz, Met-Üst’ün bu temennisiyle son buluyor. Odadan çıkarken, onun ve Ayça’nın röportajda birkaç kez sarf ettiği “Mizah dergilerinin önce okuru olursun, sonra oraya dahil olursun” cümlesi vardı aklımda; sanırım haklılar.

Kategoriler

Kültür Sanat Edebiyat