‘Milli, dini aidiyetlerimizi, çıkarıp ‘çıplakh’ kaldık’

Türkiye ile Ermenistan arasında yıllardır kapalı olan sınıra inat, sivil toplum, ticaret ve kültür-sanat aralarında birbirinden değişik proje ve işbirliği ürünleri ortaya çıkmaya devam ediyor. Son olarak bunlara iki ülkeden bir araya gelen bir grup genç kadının tabu konu cinsellik üzerinden gerçekleştirdikleri yaratıcı buluşma eklendi

Ermenistanlı ve Türkiyeli kadınlar bir araya gelince ne konuşurlardı? Kendi aramızda konuştuk soykırımı. Bir yandan ağlayarak, bir yandan anlatarak acıları birlikte sağalttık. Sonra Ermeni ve Türk kelimelerinin buluştuğu başka duraklar olsun istedik. İlk durağı en özelimizden seçip cinselliği konuşmaya karar verdik

SENEM DONATAN
donatan@gmail.com

Türkiye ile Ermenistan arasında yıllardır kapalı olan sınıra inat, sivil toplum, ticaret ve kültür-sanat aralarında birbirinden değişik proje ve işbirliği ürünleri ortaya çıkmaya devam ediyor. Son olarak bunlara iki ülkeden bir araya gelen bir grup genç kadının tabu konu cinsellik üzerinden gerçekleştirdikleri yaratıcı buluşma eklendi. Erivan ve İstanbul’daki buluşmaların ardından 15 Temmuz’da İzmir’in Şirince köyündeki Tiyatro Medresesi’nde biraraya gelen ekip, paylaştıklarını iki dilde hikâyeleştirerek sahneledi. Seyyar Sahne üyelerinden ve Tiyatro Medresesi kurucularından Senem Donatan kadınların arasında kurulan bağı Agos için yazdı.

Yaklaşık bir buçuk sene evvel Ermenistan’da yaşayan birkaç kadın İstanbul’daki Amargi Kadın Akademisi Derneği’yle iletişime geçerek ortak bir çalışma yürütmek istediklerini söyledi. Daha öncesinde Azeri ve Gürcü kadınlarla çalışmalar yürütmüş olan bu kadınlar, şimdi de Türkiye’den kadınlarla bir araya gelmeyi arzu ediyorlardı.

‘İlk buluştuğumuzda yüz yüzeydik ama şimdi omuz omuzayız’

Medrese’deki son günümüzde Ermeni dostlarıma buluşmayla ilgili duygu ve düşüncelerini sormuştum. Bu sohbetin bazı bölümlerini sizlerle de paylaşmak isterim:

Anet: On günlük bir sürede dünyayı değiştirebileceğimizi sanmıyorum ama buradaki tartışmalarımız ve paylaşımlarımızla biz şimdi Türkiyeli ve Ermenistanlı kadınlar omuz omuzayız, ilk buluştuğumuzda yüz yüzeydik ancak şimdi omuz omuzayız. Süreçteki hissiyatım bu oldu.

Heghine: Bu proje özellikle kadınlar arasında ve kadınların öncülüğünde barışı oluşturma fırsatlarından biri bence. Gösterinin daha fazla kişiye ulaşmasını istiyorum. Bu projeye de daha fazla insanın katılmasını istiyorum. 

Hasmig: Ermeni cemaati içinde bu deneyimin tartışılmasını istiyorum. Böylece cemaat olarak neyin mümkün olduğu ve neyin mümkün olmadığıyla ilgili düşüncelerimizi değiştirme imkânına sahip olabiliriz. Biz burada Türklerle Ermeniler arasındaki iletişimin başka türlü olabileceğini kanıtladık ve bunun ne kadar güzel olabileceğini de gördük. Hem de bu iletişim çoğunlukla kendiliğinden gerçekleşti, çok az bir bölümü önceden planlanmıştı. O yüzden ben bu deneyimi başkalarına da taşımak istiyorum. Onların da bir şeylerin değişebileceğini hayal etmeye başlamalarını istiyorum. 

Nina: Burada bizi birbirimize bağlayan çok güçlü duygular oluştu. Birbirimize güvendik ve kendimizi ifade edebildik. Bunun hepimiz için önemli bir başlangıç olduğunu düşünüyorum.

Milena: Hepimiz birbirimize karşı dürüst ve açık davrandık. Elele tutuştuk ve karşımıza çıkan tüm engelleri birlikte aştık. Ve en önemlisi engelleri aştıktan sonra da birbirimizin elini bırakmadık, birbirimizin ellerini tutmaya devam ediyoruz.

Kara: Bu benim Türkiye’ye ilk gelişim ve kendimi gerçekten rahat hissediyorum burada. Öncesinde korkuyordum, Türkiye’ye gelince rahatsız olacağımı, kötü bir şeyler yaşayacağımı düşünüyordum, çünkü Türkiye hakkında bildiğim her şeyi Ermenistan medyasından öğrenmiştim. O nedenle Türkiye’ye dair izlenimim basmakalıp, sabit fikirlerden oluşuyordu. Ama şimdi bunlar değişti ve en önemlisi Türkiyeli kadınlarla diyalog kurma imkânım oldu.

Niyetleri; Türkiyeli kadınları daha yakından tanımak, onlarla birlikte ortak söz üretmek ve böylece sınırları birbirine kapalı olan iki ‘düşman’ ülke arasında bir barış köprüsü kurmaktı. Ermenistanlı kadınlardan gelen bu teklif bizleri heyecanlandırdı ve sevindirdi. İstanbul ve Erivan’da gerçekleşen iki kısa buluşma hem birbirimizi daha yakından tanımamızı hem de projenin genel çerçevesinin oluşmasını sağladı. Ermenistan’daki ve Türkiye’deki kadınların hikâyelerinden bir derleme oluşturup, sonrasında da bu hikâyeleri temel alan iki dilli bir gösteri hazırlama kararı aldık. Ekip, zamanla 2-3 kişiden 11-12 kişilik bir topluluğa evrildi. Proje internette Kickstarter üzerinden desteklenince, projenin maddi koşulları da oluşmaya başladı.*

İyi de ne anlatmalı?

Uzun süre kararsız kaldığımız nokta hikâyelerin teması oldu. Ermenistanlı ve Türkiyeli kadınlar bir araya gelince ne konuşurlardı? Soykırımı konuşmak istemedik. Daha doğrusu kendi aramızda konuştuk soykırımı. Bir yandan ağlayarak, bir yandan anlatarak acıları birlikte sağalttık. Kafamızdaki Türk ve Ermeni stereotiplerini konuştuk; öfkeyi, nefreti, önyargıları, korkuları konuştuk. Tüm bunlarla büyümüştük ve artık bunlarla devam etmek istemiyorduk. Sözün kısası; soykırım tartışmasından geçtik biz. Ermeni ve Türk kelimelerinin buluştuğu başka duraklar olsun istedik.

İlk durağı en özelimizden seçtik. Cinselliği konuşmaya karar verdik. Cinsellik; Ermenistan ve Türkiye topraklarında tabu olan bir konu. Her iki ülkede de kadın cinselliği ‘toplumun namusu’ olarak tanımlanıyor ve çeşitli şiddet mekanizmalarıyla bastırılıyor. Cinselliği yaşamak kadar konuşmak da ‘ayıp’ olduğundan travmalarla halleşmenin yolu yordamı da bulunamıyor çoğu zaman.

Biz kendimize ortak bir yol açalım, travmatik cinsel deneyimlerimizle halleşelim istedik. Birbirimizle ve en yakınımızdaki kadınlarla görüşmeler yaptık. Sözlü tarih yöntemiyle gerçekleştirdiğimiz bu görüşmeleri daha sonraki süreçte düzenleyip hikâyeleştirdik. Ermenice her hikâye Türkçeye, Türkçe her hikâye de Ermeniceye çevrildi.**

Duvarların kulağı var

Projenin en heyecan verici kısmı ise 15 Temmuz 2013’de İzmir’in Şirince köyündeki Tiyatro Medresesi’nde başladı.  Ermenistan’dan altı,  Türkiye’den dört kadın Tiyatro Medresesi’nde bir araya geldik ve birlikte on gün geçirdik. O huzurlu ve sakin atmosfer içinde her gün sabahtan akşama kadar birbirimizin nefesini, sesini ve dilini dinledik. Kırık dökük İngilizcemizle iletişim kurmak zor olduğundan, mümkün olduğunca farklı iletişim kanallarını kullanmaya çabaladık. Hareket doğaçlamaları yaptık; bazen aynı ritimde bazen farklı ritimlerde hep beraber devindik sessizce. Birlikte doğaçlama müzik icra ettik, birbirimize Ermenice, Türkçe, Kürtçe, Lazca şarkılar öğrettik. Hazırladığımız hikâyelerin hem Ermenicesini hem Türkçesini sesli okuyarak hikâyelerin sesini, melodisini kavramaya çalıştık. Ortamıza büyük bir resim kâğıdı koyduk; her hikâyenin bitiminde hikâyenin biz de bıraktığı hissiyatı çizgilerle, şekillerle o resim kâğıdına anlatmaya çalıştık. Hikâyelerle halleşirken, kimi zaman okunan hikâyenin çağrışımıyla kendi anılarımızı anlatmaya başladık. Kimi zaman da cinsellikle ilgili kendi tabularımıza çarptık. Duvarların kulağı vardır diye dillendirmekten korktuğumuz mevzular olduğunu fark ettik. Sustuk.

Kılıcın ucuna takılı elma

Birbirine benzeyen hikâyelerimiz olacağını tahmin ediyorduk, hele ki mevzu cinsellik olunca. Ancak farklı hikâyelerin içinde aynı cümleleri görmek, aynı benzetmeleri duymak bizi şaşırttı. Sadece hikâyeler değil, ifadeler hatta bazen kelimeler birbirine benziyordu. Diller farklıydı ama hissiyatlar birbirine çok yakındı. Mesela Türkiye'de bekaretin sembolü olarak geline kırmızı kemer takarlar ve ‘gerdek gecesi’nden sonra dışarıya kanlı çarşaf asarlar ya, Ermenistan'da da bekaretin sembolü kırmızı elmaymış. Gelin ve damadın ilk gecesinden sonra damat annesine “Her şey yolundaydı” minvalinde bir şeyler söylermiş. Bunun üzerine de damadın ailesi bir sepet kırmızı elmayı gelinin ailesine götürürmüş. Bazen de bir elmayı kılıcın ucuna takarak uzatırlarmış. Aktaran kişi durumu şu şekilde ifade etti: “Sanki şey demek istiyorlar; Zafer! Kızınızın içine girdik!”

Genelde bekaretle ilgili baskılar birebir aynı cümleler kullanılarak yapılıyordu: “O senin en değerli şeyin.” “Kızlık zarını kaybedersen vücudunun direnci düşer, çabuk hastalanırsın.” “Evlenmeden olmaz.” Hiçbir işlevi olmayan bir zar için bu kadar çok tantana yapılmasına kah güldük kah üzüldük.

Asıl mesele cinsellikle halleşmekti

Sonrasında hikâyeler içinden anlatılar seçmeye başladık; aynı konu hakkında birbirine çok benzeyen ve birbirinden tamamen ayrışan anlatıları eşleştirdik. Eşleşen anlatıları birbirine bağlamak ve genel bir çerçeveye oturtmak bizi epey zorladı. Birçok deneme sonunda zorlama bir kurgu oluşturmaktan vazgeçerek kendiliğinden oluşan samimi sohbet ortamını sahneye taşımaya karar verdik. Bir kafede ya da herhangi birimizin evinde toplanmış ve birbirlerine cinsellikle ilgili anılarını anlatan on kadını canlandırma fikrini benimsedik. Performansın adını da ‘Çıplakh Hikâyeler’ koyduk. Azericeden Doğu Ermeniceye geçmiş ve günlük dile yerleşmiş olan ‘çıplakh’, durumumuzu en iyi anlatan kelimeydi herhalde. Kelimenin somut çağrışımlarından ziyade soyut çağrışımları on günlük deneyimimizi çok güzel özetliyordu bence. Biz bu buluşmada, milli ve dini aidiyetlerimizi, önyargılarımızı, korkularımızı çıkarıp ‘çıplakh’ kaldık ve birbirimizle doğrudan iletişim kurabilmenin tadına vardık.

Benzer bir iletişimi seyirciyle de kurmak istedik. Bazılarıyla kurabildik, bazılarıyla ise kuramadık. Mesela, Nesin Matematik Köyü’nden performansı izlemek için gelen liseli kadınlar, gösteri biter bitmez etrafımızı sarıp cinsellikle ilgili sorular sormaya, kendi deneyimlerini paylaşmaya başladılar. Medrese’deki diğer kampların kadın katılımcıları arasında da cinsel deneyimler anlatılmaya başlandı.

‘Çıplakh Hikâyeler’, izleyen kadınları cinsellik üzerine konuşmaya, hikâyelerini başkalarıyla paylaşmaya teşvik etti. Ancak bizim esas derdimiz; cinsel hayatların anlatılabilir olmasından ziyade cinsellikle halleşilebilir olmasıydı. Biz grup olarak kendi aramızda halleştik cinselliğimizle, ancak bunu seyirciye aktarmak için başka bir hazırlık sürecine daha ihtiyacımız var. Performans akışında henüz detaylandırılma imkânı bulamadığımız birçok bölüm var. On günlük süre ve profesyonel sanatçılardan teşekkül bir ekip olmadığımız düşünüldüğünde henüz yolun başında olduğumuz söylenebilir. Öte yandan, yola çıkmak önemliydi. Önümüzdeki süreçte Erivan ve İstanbul’da performans üzerine çalışmayı ve bu şehirlerde iki gösterim daha yapmayı planlıyoruz. Yeni duraklarda barışı yeşertmeye devam edeceğiz.

*Sonraki süreçte proje İsveçli kadın örgütü ‘The Kvinna till Kvinna’ tarafından desteklendi. Ayrıca projenin şekillenmesi aşamasında başta Ayşe Gül Altınay olmak üzere tüm Sabancı Üniversitesi Gender Forum üyeleri de bizden desteğini esirgemedi. Onlara ne kadar teşekkür etsek az.

**Hikâyelerin tam metinlerine http://www.linking-our-stories.blogspot.com/ adresinden ulaşılabilir.