Ayşe Hür yazdı: ‘İçki bütün cürümlerin anası’ mıdır?

Alkol ile ilgili düzenlemeleri de içeren kanun Meclis’ten geçti. Buna göre alkollü içkiler, 22.00 ile 06.00 saatleri arasında perakende satılamayacak, alkollü içkilerin reklamı ve tanıtımı yapılamayacak. Peki, bu yasaklar neden, ‘İçki bütün cürümlerin anası’ mıdır?

AYŞE HÜR
hurayse@hotmail.com

2006’da Ramazan ile yılbaşı üst üste düştüğünde, dinin yasakları ile dünyevi bir kutlamanın adetleri arasındaki çatışmanın nasıl çözüleceği epey sorun olmuştu. O tarihten beri içki aleyhinde açık politikalardan söz etmek mümkün değil ancak AKP Hükümeti tarafından içkiye konulan yüksek vergiler, bazı AKP’li belediyelerin işlettiği yerlerde içki servisi yapılmaması, bazı yöneticilerin içkinin zararları üzerine nutukları ve resmi toplantılarda içkiye yer verilmemesi, bu yılın Temmuz ayında Başbakan Erdoğan’ın “Sulusu da kurusu da zarar. Alkol yerine meyve yiyin, üzüm yiyin” şeklindeki tavsiyesi veya Ekim ayının son günlerinde alkollü içkilerdeki Özel Tüketim Vergisi’ne (ÖTV) yapılan yüzde 30’luk rekor zammı açıklarken Maliye Bakanı Mehmet Şimşek’in “Bizim için gelir değil, vatandaşın sağlığı önemli” demesi bazı yüzlerde gülümseme yaratmış olabilir ama alaycı biçimde ‘endişeli modernler’ diye adlandırılan kesimlerde, haklı olarak Türkiye’nin giderek muhafazakâr bir çizgiye kaydığışeklinde bir düşüncenin ortaya çıkmasına neden oluyor.

Gerçi CHP lideri Kılıçdaroğlu da, 12 Eylül 2010’daki Anayasa referandumunun Ramazan’a gelmesi ihtimali söz konusu olduğunda partililere “İçki içmeyin, camiye gidin” tavsiyesinde bulunmuştu ama esas endişenin iktidarın tavrından kaynaklanması normal diyelim ve bu hafta Cumhuriyet’in ilk yarısında içkinin tarihine göz atalım. 

Men-i Müskirat Kanunu


Ali Şükrü Bey

İçki satışından elde edilen gelirlere en çok ihtiyaç duyulan bir dönemde, Milli Mücadele’nin en civcivli günlerinde içkiye yasak konulmuştu. Men-i Müskirat Kanunu (İçkiyi Yasaklama Kanunu) teklifini 1923 yılında Mustafa Kemal Paşa’nın Muhafız Alayı Kumandanı Topal Osman tarafından öldürülecek olan Trabzon Milletvekili Ali Şükrü Bey vermişti. Muhafazakâr eğilimleriyle tanınan Ali Şükrü Bey kanunu gerekçelendirirken içkinin dinimizce haram olmasıyla başlamış, içkinin yarattığı belaları saymış, ABD’nin içki yasağını överek bitirmişti. Gelir kaybı gerekçesiyle yasaklamaya karşı çıkanları da “1 milyon lira kaybetmek mi yoksa Rum ve Ermenilerin cebine içki satışından 120 milyon lira girmesi mi tercih edilir?” diyerek ikna etmişti. Hızını alamayıp afyonu da yasaklamaya kalkan Ali Şükrü Bey’i, Burdur Milletvekili İsmail Suphi Bey, Anadolu’da binlerce insanın ekmeğini haşhaştan çıkardığını hatırlatarak engelleyebilmişti. Altı gün, yedi celse süren ateşli tartışmalardan sonra 14 Eylül 1920’de yapılan oylamada 71 oy lehte, 71 oy aleyhte çıkınca, celseyi yöneten Vehbi Bey’in oyu iki oy sayılarak sorun çözülmüştü.

80 değnek mi, hapis cezası mı?

Sekiz maddelik kanunla her türlü içkinin üretimi, satışı ve kullanılması yasaklanıyor, kanuna aykırı hareket edenlerden ‘müskiratın beher okkası için’ 50 lira para cezası alınması öngörülüyordu. Açıkça içki içenler veya gizlice içki içip sarhoşluğu görülenlere de şeriatın öngördüğü ‘had ceza’ olan 80 değnek veya 50 liradan 250 liraya kadar para cezası veya üç aydan bir yıla kadar hapis cezası verilecekti. Bu yasaya uymayan devlet memurlarına temyiz ve itiraz olmamak kaydıyla memuriyetten çıkarılma cezası veriliyordu. Mevcut içkilerin imhası için iki ay süre tanınmıştı.

İyi bir içici olduğu bilinen Mustafa Kemal, oylama sırasında Meclis’te hazır bulunmamıştı. Hatta Ali Fuat (Cebesoy) Paşa’nın anılarına bakılırsa ülkenin içinde bulunduğu kritik ortamda içki yasağı gibi meselelerle uğraştığı için Ali Şükrü Bey’e çok kızmış, “memleketin zararına işlerle uğraşıyorsunuz” diye bağırmıştı.


Beyaz Rusların işlettiği Turkuvaz Lokantası (Beyoğlu, 1930'lar)

Yasağın kışkırtıcılığı kanundan sonra olanları, Hüseyin Rahmi Gürpınar Meyhanede Kadınlar risalesinde şöyle anlatır: “Hükümet bu yasağı koymakla içki içmeyi engellemek şöyle dursun, herkesi içmek için kışkırttı. İsteği artırdı. Bu yasaktan sonra içkiye rağbet yüz kat arttı. En pis, zararlı rakılar üç, dört yüze satıldı. Bütün meyhanelerde küp dibi tortularına kadar bayat sermayeler sürüldü. Hiç kullanmayanlara bile iştah geldi. Her yerde yeniden imbikler ısmarlandı. Açık olmayan bir yasaklama... Hükümet, kapalı gişe, açık gişe, dam altında, damsız yerde içenlerle, kendini bilecek, bilmeyecek kadar sarhoş olanlar, bir okka fazla-eksik gibi ayarsız, ölçüsüz, tartılı-tartısız uygulanması olanaksız muammalarla oynarken sokaklar sarhoş naralarıyla inliyor. Zabıta her gün birbirini vuran, öldüren en korkunç olayları kaydediyordu...”

Polis Müdürü Dilaver

Peki, devletin zirvesi yasağa uymuş muydu? Bunu da Mustafa Kemal’le ters düştüğü için 1926’da yurt dışına kaçmak zorunda kalacak olan Dr. Rıza Nur’dan dinleyelim: 'İmbikler toplandı, amma bazı nüfuzlu memurlar Hükümet'in muhafazası altında bulunan bu imbiklerden bir kısmını alıp evlerine yerleştirdiler. Bunların biri Ankara Polis Müdürü Dilaver, diğeri Bursa Valisi olan Fatin'dir. Mükemmel rakı çıkarıp iyi ticaret yaptılar. Dilaver Rumelilidir. Galiba Arnavut. Fatin Giritli. Bunların ikisi de Mustafa Kemal'in gözdeleridir. Zaten böyle olmasalar meyhanecilik yapamazlar. Mustafa Kemal'in rakılarını da bunlar yaptılar. Mustafa Kemal bir gün rakısız kalmadı…”

Çankaya ‘akademisi’

Mustafa Kemal’in ölümünün kendisini tabulaştıranlar tarafından inkâr edilse de, alkolle bağlantılı bir hastalık olan sirozdan olduğunu biliyoruz. Peki, Mustafa Kemal ne tarz bir içiciydi? Uşağı Cemal Grande bu konuda şöyle der: “Her gece içtiği halde Atatürk’ün bir kere bile içki yüzünden kendinden geçtiğini, taşkınlıklar yaptığını görmedik, duymadım. Aksini iddia edenler varsa, bunların yaptıkları düpedüz dedikodudan başka bir şey değildir…”

Mustafa Kemal’e en yakın kişilerden biri olan Ankara İstiklal Mahkemesi Başkanı Kılıç Ali ise Mustafa Kemal’in sofrasının sıradan bir içki sofrası olmadığını, politika, ekonomi, tarih, coğrafya, dil gibi çeşitli konuların konuşulduğu bir çeşit ‘akademi’ olduğunu söyler ancak bazı kaynaklarda bu ‘akademide’ alınan kararlara ‘Çankaya kararları’ dendiği, bunların uygulanmaya konulması için sabaha kadar beklemenin adet olduğu yazılıdır.

Hayatın gerçekleriyle uyuşmayan her kanun gibi Men-i Müskirat Kanunu da bir süre sonra (1926’da) tarihe karıştı ve bu tarihten sonra içkiseverler ülke ekonomisinin ve teknolojisinin izin verdiği oranda, çakırkeyif olmaya devam ettiler.

Mavi ispirto kurbanları

İkinci Dünya Savaşı yıllarında ise hayatın bütün alanlarında olduğu gibi bu alanda da sorunlar baş gösterdi. Halkın zayıflayan alım gücü düşünülerek 1942'de hafif alkollü içkilerin fiyatları ucuzlatılmış, içkide en büyük kalemi oluşturan rakı fiyatları ise sabit tutulmuştu. Ancak savaşla birlikte ekonomik durum bozuldukça, yoksullaşan tiryakilerin bir kısmı daha ucuz olan bira ve şaraba geçerken, fanatik rakıcılar, mavi (boyalı) ispirto içmeye başlamışlardı.

İkinci Dünya Savaşı’nın arkasından Çok Partili Dönem’in ilk genel seçimi 21 Temmuz 1946 tarihinde yapıldı ve Cumhuriyet Halk Partisi’nin (CHP) tartışmalı zaferiyle sonuçlandı. 7 Ağustos 1946’da göreve başlayan Recep Peker Hükümeti’nin en önemli görevi, İkinci Dünya Savaşı’nın neden olduğu yaraları sarmaktı. Bunlardan biri de mavi ispirto konusuydu.

Yeşilaycılar cephede

Tekel Bakanı Tahsin Coşkan’ın 1946 yılının Aralık ayının son günlerinde TBMM’de yaptığı konuşmada, sağlık gerekçesiyle rakı fiyatının düşürüleceğinin işaretlerini vermesi üzerine hükümetle Ord. Prof. Dr. Fahrettin Kerim Gökay’ın başkanlığını yaptığı Yeşilay Cemiyeti arasında meydana gelen cepheleşme bir süre sonra başta şarap ve bira üreticileriyle gazeteciler olmak üzere toplumun geniş kesimlerini içine alacaktı.

Şarap üreticileri hükümetin üzümcülüğü ve şarapçılığı teşvik etmesine güvenerek bir sürü yatırım yaptıklarını, şimdi ise aynı hükümetin 'renkli ispirto ve tuvalet ispirtosu için bir iki ayyaş yüzünden' politikalarını değiştirerek kendilerini mahvedeceğini iddia ederlerken, gazeteciler içkiye tamamen karşı olanlar, içkiye karşı olmayıp hükümetin politikalarına karşı olanlar şeklinde iki ana kola ayrılmıştı.

Ayyaşlığa övgü mü?

Örneğin Son Saat gazetesinden Bedii Faik, ‘Ayyaşlara açık mektup’ başlıklı yazısında hükümetin ‘ayyaşları himaye siyasetini’ alaya alıyordu. Yeşilaycı Fahrettin Kerim Gökay gibi içkiyi her türlü kötülüğün kaynağı olarak gören Cumhuriyet gazetesi yazarlarından Burhan Felek, “Yani efendim, bu zıkkımı içen biraz fazla para verirse ne olur? Kendine, cemiyete, millete ne hizmeti var ki ona bir kolaylık yapalım?” diye sorarken, aynı gazeteden Nadir Nadi (Abalıoğlu), biraz daha yumuşak bir tarzla da olsa rakının ucuzlatılmasının, şarap tüketimi ile birlikte artan üzüm tarımını olumsuz etkileyeceği, dolayısıyla rakıdan kazanılacak paranın başka alanlarda kaybedileceğini söyleyerek hükümeti uyarıyordu.

İyi bir rakı içicisi olan Akşam yazarı Refik Halid Karay ise, taassup ve ifrat derecesine vardırmamak kaydıyla içki aleyhine propagandayı destekliyor, alkol kullanmanın zararları üzerine yazılar, broşürler, konferanslar, resimler, vecizeler yoluyla “halkı alkolden tiksindirme işine devam etmeliyiz' diyordu. Karay bu işler yapılırken, bir yandan da halka temiz, saf içki sunmak, içkiden aşırı kâr elde etmeyi engellemek, bira, şarap gibi hafif içkileri çoğaltıp ucuzlatmak, halka içki içme terbiyesi vermek gerektiğini de hatırlatıyordu.

Cumhuriyet gazetesindeki “Rakıyı ucuzlatmayalım” başlıklı yazısında “Korkarım ki, yarın içimizde eroin, morfin ve kokain gibi zehirlerin de kolayca ve ucuza temini için teklifler, düşünceler bulunsun” diyerek tartışmaya katılan Bakırköy Ruh ve Sinir Hastalıkları Hastanesi Başhekimi Prof. Dr. Mazhar Osman’a göre de rakı tüketiminin artması demek, cinayetlerin, hastalıkların ve her türlü kötülüğün artması demekti.

Rakı mı yoksa şarap mı?

Hükümet bu tür tepkilerin etkisiyle rakı fiyatının ucuzlatılmasını kararını 15 Ocak 1947 tarihine ertelediğini açıkladı ama tartışma durmadı. Gazetelerin röportaj yaptığı meyhaneciler rakının insanı kabadayı yaptığını, şarap ve bira içenlerin tersine, rakıcılar arasında hesabı ödemeden gidenlere dair hikâyeleriyle yasakçılardan yana tavır alırken duvarları Yeşilay’ın içki düşmanı afişleri kaplamıştı. Bu afişlerden birinde bir ayyaşın kıpkırmızı elinde, ucundan kan damlayan bir bıçak görünürken altında 'İçki bütün cürümlerin anasıdır' yazısı okunuyordu.

Sonuçta,  Recep Peker hükümeti, bütün bu eleştirilere, Yeşilay Cemiyeti ve başkanı Fahrettin Kerim Gökay’ın büyük çabalarına rağmen 15 Ocak 1947 tarihinde rakı fiyatlarını ucuzlattı. Fiyatların ucuzlatılmasıyla 1946’da yaklaşık 5.2 milyon litreye düşen rakı tüketimi 1947 yılında yaklaşık 8.7 milyon litreye ulaşarak rekor kırdı. Savaşın yaralarının sarılmaya başlamasına paralel olarak mavi ispirto müptelâlığı yavaş yavaş yok olmaya başladı.

Bu kısa tarihçenin ülkenin ‘modern’ kesimlerinin bile içki konusunda ne kadar muhafazakâr olduğunu gösterdiğini sanıyorum. Moderni böyle olan ülkede muhafazakârlar kim bilir nasıl davranır diyorsanız, yine bu sayfalarda 17 Temmuz 2009 tarihinde yayımlanan “Gidelim Göksu’ya bir âlem-i âb eyleyelim…” başlıklı yazım bir fikir verebilir. (EE)

Bu yazı, 5 Kasım 2010 tarihinde Agos’ta yayımlanmıştır.

Kategoriler

Güncel Yaşam