Kültür ve Turizm Bakanı Ömer Çelik, Türkiye’yi terk etmek zorunda kalan gayrimüslimlere yaptığı “Yurdunuza dönün” çağrısıyla dikkat çekti geçen ay. Bakan Çelik’le bu çağrının arka planını konuştuk. Çelik, 1915’te yaşananlar hakkında soykırım kavramının kullanımına karşı çıksa da, Türkler ve Ermeniler arasında yeni bir dil üretilmesine yarayacak siyasi iklimi oluşturmak için çalışmak gerektiğini söylüyor.
ROBER KOPTAŞ
rober.koptas@agos.com.tr
• Geçen ay Moskova’da,“Geçmişte azınlıklara karşı yapılan bazı yanlışlıklar artık söz konusu değil. Türkiye, tüm kimlikleri, tarihsel mirası koruyan bir demokrasi haline gelmiştir” diyerek ‘dönün’ çağrısı yaptınız.Biz de Agos olarak, gidenlerin geri dönmek konusundaki kaygılarına dikkat çekmek için “Dön demesi kolay” sözlerini manşete taşıdık. Geçmişin acılarını taşıyan bu insanlar güvence ve somut adım bekliyor. Bu konuda hükümetin bir programı var mı?
Böyle bir çağrı yapmak zorunda kalmak bile üzücü aslında. Geçmişte travmatik bazı olaylar yaşanmış. Ama bu travmaları yaşamayan kesim hemen hemen yok. Herkesin bir anısı var.
• Neden yaşanmış bu travmalar?
Devlet kurulurken, ulus devlet mantığı içinde, tektipleştirici bir devlet kurulmak istendi.Bu yapı içinde de hiçbir ihtilaflı alan kalmasın istendi. Türklerin bile hafızalarında karşılığı olmayan bir Türkçülük ve milliyetçilik üretildi. Ve bunun somut siyasi uygulamaları oldu. Batı’da ulus devlet modernleşmenin sonucunda, muazzam bir sosyolojik değişim sonucunda oluştu. Bizde ise ulus devlet, bir “devlet ulus” olarak oluştu.
• Yani?
Yani, devlet kendisine yönetecek bir ulus oluşturmak istedi. Tek parti döneminde bu tektipçi anlayış her kesim için travmalar yarattı. Biz en güçlü olduğumuz dönemleri hep kozmopolit bir yapıyı koruyabildiğimiz zamanlarda yaşamışız. Kozmopolit yanımızı ne kadar eksiltmişsek, bünyemizi o kadar kırılgan hale getirmişiz. Bu işin sosyolojik tarafı… Bir de ahlaki ve vicdani tarafı var. Anadolu’da doğmuş, eşit hakka sahip, aidiyet dünyası bu topraklar olan insanların, çeşitli Özel Harp taktikleriyle veya başka sebeplerle gönderilmiş olması, bu insanlarla helalleşme dediğimiz bir ihtiyacı ortaya çıkarıyor. Yaptığımız çağrı, bugün Türkiye’nin geldiği noktada kendiliğinden olgunlaşmış bir çağrı.
• Nasıl tepkiler aldınız yurtdışından? “Dönelim ama geçmişte yaşanmış acılar var, onların tekrarlanmayacağını nereden bilelim?” diye sordu insanlar genellikle.
Evet. Onlara şunu dedik: Unutmayın ki, sizin yaşadığınız acıların yakın zamanlarda benzerini yaşamış bir kadro yönetiyor Türkiye’yi. Birtakım darbe teşebbüsleri eğer başarıya ulaşsaydı, bugün pek çoğumuz belki hayatta olmayacaktık. Bu kadronun bunu söylüyor olması başlı başına bir güvencedir zaten. Açıklamamdan sonra, Avrupa’daki Süryanilerden mektup geldi. Bazı Yahudi gruplardan mektuplar geldi. Ortak özellikleri şu: Çağrı doğrudur, dönüşe dair niyet var ama bir tereddüt de var. Çünkü geçmişte yaşanmış çok acı var. Eski Türkiye’nin geride kalıp kalmadığı konusunda şüpheler var.
• İnsanlar yasal güvenceler bekliyor.
Ben yasal güvenceden daha önemli olanın zihniyet değişimi olduğunu düşünüyorum. Bugün eski Türkiye mentalitesi büyük ölçüde marjinalleşmiş durumda ve bu bize eski zenginliğimizi üretme şansı veriyor. Bunları, biz Türklerin zihniyet dünyasında olmayan sentetik bir Türkçülük adına devletin içinde birtakım kesimler yaptı. Ki bunu yapanlar, Türklüğe ve Anadolu’ya aidiyeti de sorunlu kimselerdi. Bunun sebebi de, devlet içindeki bir çeteleşmeyi, bir iktidar oluşumunu sürekli kılmaktı. Üretilen travmayla devlet içindeki çeteleşme birbirini besledi.
• Gelen mektuplara cevaben somut olarak ne diyorsunuz? Vatandaşlık hakkı veya başka projeler var mı?
Bugün bile İçişleri Bakanımızla bir eski vatandaşımızın işlemleriyle ilgili istişarede bulunduk ve sorununu çözeceğiz. Geçmişte sorun olan şeyler artık sorun değil. Geçmişte devletin başarısı gibi sunulan azınlık mallarına el koyma gibi uygulamalar bugün tam aksi yönde, mülklerin iadesiyle geri çevriliyor. Hiçbir şey bir paketle halledilmeyecek. Zihinsel dünyadaki dönüşümle birlikte somut adımlar da paralel olarak gelecektir.
• Az önce, İttihatçı zihniyet diyebileceğim bir yaklaşımın köklü bir eleştirisini dile getirdiniz. Bunu, sizin şahsi duruşunuzun ötesinde bir hükümet tavrı olarak değerlendirebilir miyiz?
Yüzde yüz. Benim bahsettiğim uygulamalar, hükümetin ortak iradesidir. Sayın başbakanımızın bu konuda çok net açıklamaları olmuştur. Türkiye’de, bu tip bir özgürlükçü tavır, başka partilerden, özellikle sosyal demokrat partilerden beklenirken, bizde muhafazakârlardan geliyor. Çünkü Anadolu’daki tarihsel akış, daima kozmopolitti. Türklerde, Göktürkler hariç hiçbir devlette etnik isim kullanılmadı. Türk kültürü sadece Türk etnisitesine ait bir kültür olarak ortaya çıkmadı, çoğulculuğu kuşatan bir kültür olarak ortaya çıktı. Türkler, Türk milleti kavramını hiçbir zaman etnik veya ırkçı anlayışla kullanmadılar. Aksine, toplumu tektipleştirmeye çalışan oligarşik oluşumlar bunu ırkçılığa veya etnik radikalizme dönüştürdüler.
Geçmişte, Türklerin tarihi Ermenilerden, Ermenilerin tarihi Türklerden bağımsız yazılamazken, Türklük adına ırkçılık üretenler, Türk kimliğinin çoğulcu yapısını ortadan kaldırarak, kimliği reaksiyoner bir kimlik haline getirmeye çalıştılar. Bunun içerisine de, Ermeni kimliğini ve diğer bazı kimlikleri öteki kimlik olarak koydular.
Buna reaksiyon olarak da Anti-Türk bazı kimlikler doğdu. Burada, halklar arasında bir kavga yoktu; siyasi elitlerin kendi aralarındaki kavgalarının aşağıdaki izdüşümüydü. Tarih ve geçmiş arasında bir ayrım yapmak lazım.Tarihi, belgeler ve bilgilerle, bilim adamlarının araştıracağı bir şey haline dönüştürmek gerekir. Soykırım lobisinin “Soykırımcı Türk’ kavramını üreterek, bunu Türk kimliğinin mütemmim cüzü olarak sunması,tüm Ermeni diasporasının “Soykırım lobisi”ne indirgenmesiyle eş anlamlı bir şey. İşin içine radikal kimlikler girdiğinde ayrımlar gözden kaçıyor. Önümüzde somut bir problem ve karar var.
• Nedir o problem ve karar?
Ermenilerin Ermeni kimliğini Ermeni diasporasına, Ermeni diasporasını da soykırım lobisine indirgemek şeklindeki yanlışa son vermemiz gerekir. Anadolu kökenli Ermenilerden oluşan diaspora, Türkiye diasporasıdır. Aradaki iletişimi radikal kimlikle üzerinden bozmaya yönelik her çaba, ekonomik boyutu da olan bir sektöre dönüşüyor. Bugün, soykırım lobisi dediğim şey, ekonomik sektöre, bir iktidar biçiminin daim kılınması şeklinde bir siyasi sektöre dönüşüyor.
• 1915’te yaşananı siz nasıl yorumluyorsunuz?
600 yıllık büyük bir imparatorluğun dağılma döneminde, büyük bir sarsıntı geçirilirken yaşanmış büyük depremler var. Her biri büyük trajedilerdir. Burada, her etnik grubun yaşadığı acılar var. Mukatele dediğimiz karşılıklı katliamlar var. Bir şeye karar vermek durumundayız:Merhamet ve vicdan pastasını dilimlere ayırıp her bir etnik gruba dağıtacak mıyız, yoksa yas tutmanın soylu bir erdem olduğunun altını çizerek ortak acımızı, ortak bir gelecek kurmak için bir zemine mi dönüştüreceğiz.
Ben diyorum ki: Hayatını kaybeden Türklerin acısı bizim, Ermenilerin acısı Ermenilerin değildir. Türklerin de, Ermenilerin de, Arapların acısı da bizim acımızdır. Bu biz kavramı çok önemlidir. Nihayetinde, o büyük altüst oluş sırasında, büyük travmalar ortaya çıkmıştır. Eğer ortak acımızı soylu bir yas tutma alanından dışarı çıkarırsak, bunu radikalleştiren siyasetlerin enstrümanı haline geliriz.
• Türkiye, soykırım meselesinin hukuki ve siyasi sonuçlarından çekindiği için mi bu kavramdan kaçınıyor?
Çok samimi bir şekilde ve soykırımın bütün anlamlarını göz önünde tutarak söylüyorum, bence burada yaşananlara soykırım denmesi mümkün değil. Burada, büyük bir savrulma zamanında, büyük bir otorite boşluğunda karşılıklı katliamlar yaşanmış. Bu durumda, ya yas tutmanın büyük bir erdem ve geleceği inşa etmek açısından halkları olgunlaştıran bir eylem olduğu gerçeğine yaslanan yeni bir gelecek kuracağız. Ya da, soykırım lobisinin ve buna karşılık veren birtakım radikal siyasetlerin arasında ortak tarihi, ortak yası, ortak kültürü sürekli olarak hırpalayan ve bu radikal siyasetlerin oyuncağı haline getiren bir sıkışmışlık içerisinde bunu sürdüreceğiz.
•Kullandığınız Mukatele kavramı üzerinde durmak istiyorum. Bu şekilde tanımlanabilecek bazı olaylar elbette ki yaşandı. Ama, bir devletin kendi sivil ve masum vatandaşlarını yerlerinden edip Suriye’ye sürmesi ve bu sırada pek çok insanın öldürülmesi olayını ve bunun yüz yıldır inkâr edilmesini göz önüne aldığınızda, mukatele kavramı Ermenilerin adalet beklentisini tatmin edecek bir tavır gibi görünmüyor. Ayrıca bugüne kadarki resmi duruştan da pek farklı bir duruş değil.
Dediğinizi anlıyorum. Burada rakam yarıştırmak anlamında…
• Hayır, rakamlardan bahsetmiyorum. “Ortak acı” kavramından söz ettiniz, ama bir tarafta yerinden yurdundan edilmiş Ermeni halkı var. Buna karşılık, Türkler, acılar yaşamış olsalar da, bir egemen ulus devletin vatandaşları olmanın gururuyla kendi toprakları üzerinde yaşamaya devam edebildiler. Bugün Türkiye’de bir şeyler değişiyor, sizin çağrınız elbette ki önemli, ama karşı tarafın beklentileri çok daha fazla.
Bunu anlıyorum. Benim söylediğim, “Bu mukateleydi, bu taraf da, o taraf da öldürdü, bu dosyayı artık kapatalım” demek değil. Bahsettiğiniz psikolojiyi çok iyi anlıyorum. Yüzleşme ve helalleşme dediğimiz kavram çok önemli. Son on yılda, Başbakanımızın liderliğinde, önümüze hiç getirilmeyen, üzerine gitmesek hiç gündeme gelmeyen bir sürü meseleyi açtık ve masanın üzerine koyduk. Son on yılda tarihle yüzleşme anlamında büyük bir zihniyet sıçraması oldu. Bu cesaret ister.
Herkes için ister. Çünkü kendinizi kurguladığınız anlam dünyasını çatlatacak, onu sarsacak bambaşka gerçeklerle karşılaşabilirsiniz. Hayatı okuma, anlamlandırma biçiminizi, kendinizi içinize yerleştirdiğiniz bütün anlam dünyasını sarsacak birtakım gerçeklerle karşılaşabilirsiniz. Yüzleşme ve helalleşme, bence özürden daha büyük bir meseledir. Cumhuriyet döneminde insanlar inançları, anadilleri ve etnik kökenleri itibarıyla Anadolu’nun içinde bile diaspora haline getirildiler. Helalleşme ve yüzleşmeden bahsederken, bütün bunlardan da bahsediyoruz. Geleceğimizi bir geçmiş parantezinin içine sıkıştırmamak gerekiyor. Eğer bir hesaplaşma içine gireceksek, bu Türklerle Ermenilerin yapacağı bir hesaplaşma değil, içimizdeki İttihatçılarla, soykırım lobisinin karşılıklı yapacağı bir hesaplaşma.
• 2015’e doğru giderken, hükümetin ortamı biraz daha yumuşatacak adımları, bir planı, projesi var mı?
Şu telaş doğru değil: Ermenistan’ın ve soykırım lobisinin faaliyet dizisini gözlemlediğimiz zaman, bütün Ermeni diasporasını bu meseleye indirgeyen bir yaklaşım var. Burada Ermeni kimliğine de büyük bir zarar veriliyor, Ermenilerle Türklerin kendi meselelerini diyalog yoluyla konuşmaları önünde de sinyal bozucu bir rol oynanıyor. Eğer soykırım lobisinin bu yanlış hareketliliğine cevap vermek üzere reaksiyoner bir eylem planı ortaya çıkarırsak, bu Ermenilerle Türklerin kendi meselelerini doğrudan konuşmasını engelleyen mekanizmanın parçası haline getirir bizi. Bu mekanizmanın parçası haline gelmemeliyiz. Soğukkanlılığımızı korumalıyız. Ermenidostlarımızın, kardeşlerimizin şunu doğru algılaması gerekir. Eğer mesele Türklerin yapması gerekenlerse, biz sadece Ermeni meselesi değil, bu memlekette yaşanan bütün trajedileriyle topyekun hesaplaşan, yüzleşen, helalleşen bir siyasi meydan okuma içerisindeyiz. Diasporanın Türklerle konuşma biçimi soykırım lobisinin ortaya koyduğu kodlar çerçevesinde olursa, geçmişte Ermeniler üzerinde bu zulmü gerçekleştirenlerle bu lobinin ortak amacına hizmet etmiş olurlar. Buna karşı ortak bir duruş göstermek gerekir.
• Yüzleşmek cesaret ister dediniz ve zihinsel bir sıçramadan söz ettiniz. Dönemin Savunma Bakanı Vecdi Gönül 2008’de, olumlar bir şekilde “Eğer Ermeniler, Rumlar gitmeseydi milli bir devlet olabilir miydik?” demişti. Siz aynı tarihi olumsuzlayan bir yaklaşım içindesiniz. Bu değişime izin verilmeli, sabırlı olunmalı mesajı mı vermek istiyorsunuz?
Türkiye’de ulus devlet kavramı siyaset kavramı olmaktan çıkarıldı, adeta mitolojinin bir unsuru haline getirildi. Ulus devletin bir meşruiyet kriteri olduğunu kim söylüyor? Asıl mesele ulus tanımında yatıyor.
• Mesele daha kapsayıcı bir ulus tanımı mı, yoksa, dışlayıcı, tektipleştirici bir ulus tanımı mı yapılacağı değil mi?
Tabii. Anayasasını hiçbir zaman vatandaşların ortak katılımıyla yapamamış bir ülkede, ulus tanımını tek taraflı yapmak ne kadar doğru? 1920’lerde sonuçta “Türkiye ahalisi” denmiş. Biz geçmişin zihniyet dünyamızı mülkleştiren kavramlarıyla bakmak zorunda değiliz geleceğe. Geçmişte, benim helalleşme dediğim şeye taviz denirdi; bugün ise bir irade olarak ortaya çıkıyor.
En başta ‘güvence nedir’ diye sordunuz ya: Eskiden, gayrimüslimlerin dönmesi çağrısı yabancı ülkelerin Türkiye’den istediği, Türkiye’nin de taviz vermek gibi gördüğü bir meseleydi. Bugün bu aktif bir irade olarak bizim kendi içimizden çıkıyor. Bence bu, bütün yasaların, bütün hukuki güvencelerin üstündedir. Bizi bunun için eleştirenler, “Gayrimüslimlerin gönderilmesi Türklük adına başarıydı, şimdi neden tarihi geri sarıyorsunuz!” diyorlar. Biz de diyoruz ki, Türkler bunu asla başarı olarak görmediler; Türklüğün arkasına sığınarak devlet içinde oligarşik bir iktidar oluşturmak isteyenler bunu başarı olarak sundular. Bu ayrımı ortaya koyabilmemiz önemlidir.
• Kürt sorununda içinden geçtiğimiz sürecin bu konularda çözümü kolaylaştıracağını düşünüyor musunuz?
Şüphesiz. Böyle bir sürecin yürütülmesi bile iradenin büyüklüğünü ortaya koyuyor. Birleşik kaplar teorisi gibi, bir tarafta demokratik anlamda olumlu bir gelişme yaşanıyorsa, bu mutlaka genele yansıyacaktır.
• 2015 için reaksiyoner olmamak lazım dediniz. Ermeni bir Türkiye Cumhuriyet yurttaşı olarak, her şeyden önce adından şikâyetçi olduğum Yurtdışı Türkler ve Akraba Topluluklar Başkanlığı’nın 2015 öncesinde diaspora faaliyetlerine karşılık verecek faaliyetler içinde olmakla görevlendirildiğini okuyoruz. Burada, hükümetin, hem sizin verdiğiniz gibi olumlu mesajlar vermek, ama bir yandan da çatışmak gibi ikili bir tavrı mı var?
Önümüze 2015’le ilgili birtakım hazırlıklar geliyor. Bunların geri dönülemez noktaya gelmemesi için tabii ki bazı hazırlıklar var. Bahsettiğiniz kurumda da, başka kurumlarda da bu hazırlıklar yapılır. Başka ülkelerin parlamentoların kararlar geçirerek bir halkın kimliğini korumak başlı başına irrasyonel bir çaba. Soykırım lobisi başka ülkelerin parlamentoları üzerinden Türkiye’yle bilek güreşi yaparak Ermeni kimliğine hizmet etmiş olmuyor. Bununla ilgili iddialara tabii ki cevap verilir. Ama bu iddialara cevap verirken, soykırım lobisinin bizde oluşturmaya çalıştığı reaksiyonerlikten uzak olmaya çalışıyoruz.
Hassas bir şekilde söyleyeceğim, şunu unutmamak gerekir: Eğer biz Ermeniler ve Türkler arasında sağlıklı bir iletişim, hepimizin kayıplarını kendi yasımız haline getirecek bir çerçeve oluşturmak istiyorsak, burada Ermeni kimliğinin ve Ermeni diasporasının da soykırım lobisinin kodlarına indirgenmesine karşı bir duruş sergilenmesi gerekiyor. Bunu söylediğimiz andan itibaren soykırım lobisi bunu Türklerin Ermenileri bölme çabası olarak sunuyor.
Oysa bizim şu konudaki tavrımız nettir: Biz diasporayla daha çok konuşmalıyız. Bu özgüven içerisinde olmalıyız. Hermenotik disipliniyle uğraşan Gadamer’in söylediği bir söz var: “Anlama, karşılıklı önyargıların rehabilitasyonu sürecidir.” Karşılıklı önyargılarınızı rehabilite edecekseniz, oturup karşılıklı konuşacaksınız. Konuşmama üzerine kurulan veya herkesin bir başkasıyla konuşması üzerine kurulan şeye propaganda denir.
Bunu propaganda zemininden çıkarıp karşılıklı konuşma zeminine taşımak gerekir. Ermenilerle bu konuyu direkt konuşmamız gerekir, bunu propagandanın diliyle yapamayız. Eğer soykırım lobisinin yaptıklarına karşı reaksiyoner bir tavır içinde olursak, o zaman biz Ermenilerle konuşma zeminimizi kaybederiz. Propagandayı bir iletişim biçimi olmaktan çıkarmalıyız. Bu, Azerbaycan’ı da içine alacak şekilde tüm bölgede barışa hizmet eder.
• Azerbaycan, Türk-Ermeni ilişkileri meselesine fazlaca müdahil olmuyor mu? Sizin Bakanlığın görev alanına giren Van-Yerevan uçuşlarının başlaması bile Azerbaycan’ın muhalefeti nedeniyle iptal edildi.
Bunlar siyasi iklim ve atmosfer meselesidir. Ermenistan’ın bazı adımları atarken, Minsk grubunun bazı üyelerinin bölge politikaları çerçevesinde hareket ettiğini, yani kendi özgün görüşünü oluşturamadığını görüyoruz. O karar, o şirketin uçuşları karlı bulmamasıyla da ilgiliydi. Biz diyoruz ki, hepsi iklim meselesidir. Bakın, biz Boşnak ve Sırp taraflarını bir araya getiriyoruz. O da çok sıcak bir yaradır ama aşılıyor. Ermenilerle Türkler arasındaki sorunda kilit mesele, söylediğim mekanizmanın kurulamamasıdır. Kimliğin diasporaya, diasporanın soykırım lobisine indirgenmiş olmasıdır.
• Soykırım üzerine yapılan vurgunun diyalogu engellediğini mi düşünüyorsunuz?
Soykırım bir gerçeğin tespit edilmesi çabası değil artık. Bir sektör, bir radikal ideoloji, bir tür hesaplaşma. Hesaplaşmanın olduğu yerde kimsenin aklına yüzleşme ve helalleşme gelmez. Bunların olması için hesaplaşma arayışlarının devreden çıkması gerekir.
• Yüzleşme ve helalleşme esassa, bunun ucu açık olduğunu da kabul etmek gerekmez mi? Bunun sonucunda 1915’te yaşananlar soykırım olarak da tanımlanabilir nihayetinde.
Birileri sonsuza kadar soykırım diyecektir. Bu onları bağlar, biz de soykırım olmadığını söyleyeceğiz. Burada hesaplaşmaya dönüştürülmesinden kastettiğim, bunun bütün Ermeni diasporasının ve Ermeni kimliğinin resmi politikası haline getirilip, başka ülkelerin parlamentolarından karar çıkarmanın sürdürülmesi ve bunun uluslararası alanda Türkiye’nin köşeye sıkıştırılması anlamında bir manivela olarak kullanılması; problem orada ortaya çıkıyor.
Yoksa, birilerinin ebediyen soykırım demesineyapacağımız bir şey yok, biz de soykırım olmadığını söylüyoruz. Ermeniler içinde de, Türkler içinde de farklı düşünceler olması gayet doğal. Bu tartışmayı tarihçilere bırakıp geleceği nasıl kuracağımıza odaklanalım.bir şey yok. Ermeniler içinde de, Türkler içinde de farklı düşünceler olması gayet doğal. Ben sadece kendi görüşümü söylüyorum, bugüne kadar okuduklarım doğrultusunda, bu bir soykırım değildir diyorum.
Doğru adlandırmayla bir trajedidir bu ve imparatorluğun pek çok unsuru bu trajediyi yaşamıştır. Bir general, Sabri Yirmibeşoğlu 6-7 Eylül olayları için “Bir Özel Harp örgütlenmesiydi ve çok da başarılı oldu” diyor. Şimdi, bu olay için bütün Türkler suçlanabilir mi? Biz kendi içimizde 2013 model İttihatçılığa teslim olmuyorsak, karşı taraftan da bunu beklemek hakkımız olmalı.
• Anadolu’da harap halde olan pek çok kilise var. Bunların birkaçının restorasyonu için çalışma yapılıyor. Bu süreç devam edecek mi?
Kültür Bakanlığımızın bu konudaki politikası şudur: Anadolu’daki tarihsel miras istisnasız bir şekilde korunacaktır. Geçmiş yıllardan şöyle bir şey hatırlarım: Devletin Kırmızı Kitabı denilen kitaplarda Türk kültürüne ait eserlerin imarının özendirildiği, başka dinlere ait eserlerin ise yabancı devletlerin Türkiye’ye nüfuzunu artıracağı için korunmasının tavsiye edilmediğini yazıyor bazı yorumcular.
Bunlar geçmişte kaldı. Biz Anadolu’da yaşamış bütün medeniyetlerin mirasçısıyız. Bunların istisnasız bir şekilde restorasyonu için büyük çaba sarf ediyoruz. Enterasandır, muhalefet de bize sürekli bunu sorup engel olmaya çalışıyor. Türkiye, artık sentetik kurgulara, kendi algısı üzerinde mühendislik faaliyetlerine kendisini kapattı.
Türkiye neyse o olmak istiyor. Radikal kimlikler üzerinden bakarsak, her kimliğin diğerini ebediyen mahkûm edeceği kadar hikâye var. Ama makul bir biçimde bakarsak, her kimliğin diğer kimliği ebediyen dost ilan edeceği kadar hikâye de var. Bu bir tercih meselesi. İnsan oluşumuz bize ebedi dostluğu tercih etmeyi telkin ediyor. Bu da irade meselesidir.